Yaklaşık 4 yıl önce Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde yarı zamanlı olarak ders vermeye başladım. Ve 4 yıldır bu nedenle Lefkoşa’dan Mağusa’ya gidip geliyorum. Bu yolculuğun uzun ve yorucu olmasından dolayı bir dönem Mağusa’ya gitmeyi minibüsle de denedim.
Aslında hesabım basitti. Haftada 3 gün Mağusa’ya gidiyordum. Gidiş 40 dakika, geliş 40 dakika sürüyordu. Hesabı yaptığınızda ayda 16 saate denk geliyordu bu süre. 8 saat uykuyu çıkartırsak her ayın bir gününü yolda geçiriyordum yani.
Ayda 16 saat kitap okusanız, zaman ayıramayıp okuyamadığınız tüm kitapları bitirebilirdiniz. Telefonla rahat konuşabilir, sınav kâğıtlarına bakabilir veya sadece müzik dinleyerek huzurlu bir yolculuk yaşayabilirdiniz.
Bunlara ek olarak minibüs ücreti, az bir farkla da olsa kendi arabanızla gitmenizden ucuza geliyordu. Bunları hesaba kattım ve arabamı her gün sabah Hamitköy kavşağında bırakarak yolculuğumu minibüsle yapmaya başladım. Bir sene boyunca bu yoldan kazandığım ekstra zamanı sonuna kadar kullandım. Her şey çok güzel gidiyordu, ta ki bu güzergâhta taşıma yapan 5 işletme bir araya gelene dek.
Bu şirketler bir anlaşma yaparak bir araya gelmiş ve fiilen tek şirket olarak çalışmaya karar vermişti. Seferleri tek bir sistem ayarlayacak, yolcular tek bir sistemden alınacak ve yolculuk fiyatları ise artık rekabetten arındırılmış olarak ortak belirlenecekti.
Dünyanın başka bir yerinde olsa, özel şirketlerin bir araya gelip sektördeki fiyatı belirlemesi ciddi bir suç sayılırdı. Bunun suç sayılması da çok doğaldı çünkü özel sektörün monopolleşmesi, zorunlu bir hizmetin ücretini rekabet etmeden belirleyebilmesi tehlikeliydi. Bu suçtan dolayı böyle anlaşmalar yurt dışında gizli ve kapalı kapılar ardında yapılırdı. Yapanlar da yargılanmaktan korkardı.
Fakat bizde durum öyle olmadı. Bir gün devletin taşıma izni verdiği 5 şirket “Biz neden birbirimizle yarışıyoruz, bir araya gelelim ve istediğimiz fiyatı koyalım” diyerek alenen anlaşma yaptı. O gün Mağusa-Lefkoşa yolundaki toplu taşıma sistemi bir tekelin içine girdi. Girdiği andan itibaren de zaten kötü olan hizmet kalitesi düşmeye ve pahalılaşmaya başladı.
Dahası geçtiğimiz sene rekabet kurulu bu anlaşmayı yasadışı olarak tanımladı. Ceza kesti, ‘yapmayın’ dedi. Ortaklaşan şirketler tarafından konh idari mahkemeye taşındı. İdari mahkemenin bu konuda henüz bir karar verdiğini duymadık. Fakat sistem hâlâ Mağusa-Lefkoşa yolunun toplu taşımasını tekelleştirmiş bir şekilde çalıştırmaya devam ediyor.
Benim gibi alternatifi olan insanlar tekrar bu yolu arabalarıyla gitmeye başladı. Fakat bu hizmeti kullanmak zorunda olanlar minibüslerden vazgeçemedi. Bu sebeple köşe yazımı yazmadan önce, genelde öğrenci olan bu insanlarla konuşmayı tercih ettim. Yaşadıkları sorunlar kısaca şu şekildeydi:
- “Öncelikle tekel sistem artık istediği fiyatı koyabiliyor. Nasıl olsa müşteri gelmeye mecbur.”
- “Geçtiğimiz haftalarda öğrenci ücretini kaldırma denendi. Fakat isyanlar artınca küçük bir artışla öğrenci fiyatı 8 TL’ye yükseltildi.” Bu da bazı öğrenci için okul harcı kadar gider demek oluyor.
- “Çoğu zaman minibüsler tıklım tıklım dolu oluyor. Ayakta yolcu sayısı çok fazla ve güvenliğiniz yok.”
- “Bir gün aniden sabah 07.20 otobüsü 07.10’ye alınabiliyor. O gün okula/işe geç gidiyorsunuz.”
- “20 dakikada bir sefer olması gerekirken bunlar genelde aksıyor. Dakiklik olmadığı için geç mi kalacağınızı, erken mi gideceğinizi bilemiyorsunuz.”
- “Gelen araca binebileceğiniz garanti değil, doluysa 1 saat gecikmeniz anlamına geliyor.”
- “35-40 dakikalık yol, 1 saati aşarak gidiliyor. Önce terminalde bekleniyor, sonra köylerde duruluyor.”
- “Hijyen kötü, düzeltmek için çaba doğal olarak yok.”
Tüm bunlar bir seneye yakın bir zamandır tekelleşen bir sistemle birlikte, ülkenin belki de en fazla kullanılan toplu taşıma güzergâhı üzerinde yaşanıyor. Bizler su konusunda kamu, özel ve ortaklık gibi konuları tartışırken, en az su kadar temel bir hak olan dolaşım hakkımız tekelleşmiş bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Her şeye rağmen inanıyorum ki ülke ekonomisinin kamu ile özel sektörün uyum içinde çalışmasına ihtiyacı var. Fakat bu uyum için devletin denetleyici rolünün öne çıkması gerekiyor.
Tam da bu noktada belki de devletin yapması gereken sadece bu şirketlerin ortaklığını ayırmak değildir: Devlet aynı zamanda rekabeti sağlayacak 6. kamu toplu taşıma sistemini bu güzergâh üzerine eklemelidir.
Aksi takdirde beş adet toplu taşıma şirketimizin tekelleşmesini önleyemeyen devletimizin, vergisini vermeyen kurumlardan ve elektrik borcunu ödemeyen otellerden hesap sormasını beklemek veya önümüzdeki günlerde şartnamesi hazırlanacak ‘Su İhalesi’nden ülke çıkarlarına uygun bir sonuç çıkarmasını beklemek biraz saflık olabilir belki de. Sizce?