“Mağusa Limanı girişindeki ambarların oraya bazı ‘kayıplar’ gömülmüş...”

Sevgül Uludağ

***  OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR...

***  “Dalgakıran üzerinde savaşta öldürülmüş bir Kıbrıslırum’un cesedini gördüydük... Mavi gömlek, koyu renkli pantolon giyerdi...”

“Mağusa Limanı girişindeki ambarların oraya bazı ‘kayıplar’ gömülmüş...”

Bir okurumuz, şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

“Size aktaracağım olayı bana dedem naklettiydi. Dedemin söylemesine göre, 1974’te savaşta öldürülen bazı Kıbrıslırumlar, Mağusa Limanı’nın girişindeki ambarların oraya gömülmüşlerdi... O zamanlar orada ambarlar yokmuş, sonradan yapılmış. Bu bilgiyi bana nakleden dedem şu anda hayatta değildir. O nedenle sizin o günleri yaşayanlar arasında araştırma yapmanız gerekecek.”

Bu okurumuzun anlattıkları konusunda yaptığımız araştırmada, 1974’te savaşta öldürülmüş olan bir Kıbrıslırum’un cesedinin dalgakıran üzerinde durduğunu görenlerin olduğunu öğrendik. Mağusa limanına ilişkin okurumuzun söylediklerini aktardığımız Mağusalı bir başka okurumuz, “Dalgakıranda ölüsü yatan Kıbrıslırum’un elleri arkasındaydı, üstünde mavi gömlek ve koyu renkli pantolon vardı. Aklımda kaldığı kadarıyla bir ölü vardı orada ama iki ölü da olabilir, geçmiş gün aklımda kalmadı” dedi. Ancak dalgakıran üzerindeki Kıbrıslırum’un veya Kıbrıslırumlar’ın cesetlerinin Mağusa Limanı girişindeki ambarların bulunduğu yere gömülmüş olup olmadığını bilmediğini aktardı, o günlerde görev yapmış olan Kıbrıslıtürkler’e Kayıplar Komitesi yetkililerinin bu konuyu sorabileceklerini söyledi.

Okurlarımıza bu bilgileri bizimle paylaştıkları için çok teşekkür ediyoruz. Konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımızı da isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefonumuzdan bizi aramaya davet ediyoruz. Kayıplar Komitesi’yle temas etmek isteyenler de isimli veya isimsiz olarak 181 ihbar hattını arayabilirler...


1928 yılında Mağusa limanından bir resim....


“Lefkoşa’da Kolej yolunda bir araziye bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar gömülmüştü...”

Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

“Sevgül Hanım,

Yazılarınızı sürekli takip etmekteyim. Bir arkadaşımdan öğrenmiş olduğum bir konuyu dikkatinize getirmek isterim. Belki bu konuda siz ve Kayıp Şahıslar Komitesi araştırma yaparak bu konuda neler bulabileceğinize bakabilirsiniz.

Bir arkadaşım bana Lefkoşa’da Kolej yolunda bir araziye bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın gömülmüş olduğunu anlattı. Arkadaşıma göre bu olay 1974 savaşından hemen sonra yaşandı. 1974’te savaşta öldürülen bazı Kıbrıslırumlar’ın cesetlerini kamyon ile getirip, Kolej yolundaki araziye toplu olarak gömmüşler, üstlerini toprakla kapatmışlar... Arkadaşıma göre bu arazide bazı ekşi ağaçları da varmış ama bu ağaçlar sonradan mı ekildi oraya yoksa hep var mıydılar bilemem... Bu konuyu belki Kayıp Şahıslar Komitesi daha ayrıntılı araştırmak isteyebilir diye düşünmekteyim. Kolej yolu dediğim, Lefkoşa’daki Türk Maarif Koleji yoludur...”

Bu okurumuza çok teşekkür ediyoruz bu bilgileri bizimle paylaştığı için. Konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımızı da isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefonumuzdan bizi aramaya davet ediyoruz. Kayıplar Komitesi’yle temas etmek isteyenler de isimli veya isimsiz olarak 181 ihbar hattını arayabilirler...


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...

“Kınasız gelinler: Acı Molohiya” romanı ve Fulya Adalıer’in romancılıktaki büyük başarısı...”

Ulus IRKAD

Yazarımız Fulya Adalıer’in  bu romanı hakkında, tanıtım gecesinden sonra bir yazı yazmıştım ama romanı daha okumamıştım.

21 Haziran 2023’te Mağusa’da tanıtılan kitapla ilgili olarak şöyle yazmıştım:

“...Dün Mağusa’da bayağı birbiri peşisıra iki etkinlik vardı. Bir tanesi Bandabuliya’da olan “Kınasız gelinler: Acı Molohiya” adlı romanın tanıtımı, diğeri de Güney’de, Derinya’da gene iki Kıbrıslı arkadaşımızın 1968-69 yıllarına ait nostaljik anılarını yansıtan belgesel bir filimdi…

İlk katıldığım etkinlik erken bir saatte olduğu için, Fulya Adalıer Canbolat Hanımefendi arkadaşımızın okumasam bile duygusal olduğuna inandığım romanının tanıtımıydı... Bu arada Fulya Hanım benim “Gelibolu’dan Stalag’a-İki Dünya Savaşı’nda Kıbrıs” adlı kitabımı da romanını yazarken referans olarak kullanmış, ona çok teşekkür ederim.

ARAPLARA SATILAN KIZLAR OLAYI ÇOK ACI...

Oldum olasıya benim ailemin bilhassa iki dedemin (Anne ve babamın babaları kardeşti) çok acı çektikleri, hayatları boyunca onları etkileyen bir trajik acıdır “Araplara Satılan Kızlar” olayı. Çünkü iki dedem de maalesef 1900’lü yılların başlarında (1913 yılında) bir kızkardeşlerini (Emine ablalarını) yoksulluk yüzünden, bu arada annelerinin de çok genç yaşta ölmesinden ötürü, babalarının da dört çocuğa bakamayacağı gerçeğinde, Emine adlı kızkardeşlerinin ama acı bir gerçek, Araplara küçük yaşta satıldığına şahit olurlar. Diğer kızkardeşleri Ayşe ablaları ise bu olaydan sonra veremden ölmüş. Onun için aynı zamanda benimle meslektaş (öğretmen) olan Fulya Hanım’ın romanı, benim için ayrı bir önem taşıyordu. Önce bu etkinliğe katılacak, sonra da Güney’e Derinya’ya gidip tarihsel bir önemi olan o nostaljik filim prömiyerinde de yer alacaktım.

Bandabuliya’ya gittiğim zaman roman tanıtımı için hazırlıkların tamamlandığını gördüm. Son zamanlarda buradaki sanat faaliyetlerini yöneten, şair arkadaşımız Hüseyin Bahça’nın, bayağı başarılı olduğunu da burada yazayım. Bahça bu işlere en uygun arkadaşımız. Hatta, son zamanlarda birbiri ardı sıra çıkardığı şiir kitaplarıyla da sanat aktiviteleri adına göz doldurmakta. Hemen Fulya Hanımın kitabını alıp imzalatıyorum ve ona Derinya’da da bir etkinlik olduğu için erken ayrılacağımı, bu durumda da inceliğine ve hoşgörüsüne sığınarak beni bağışlamasını istirham ediyorum. Fulya Hanım incelikle kabul ediyor ve ona bu konuda anlayışından ötürü tekrar teşekkür ediyorum.

Fulya Hanım, Araplara satılan kızlarımız öykülerinden yola çıkarak bu romanı yazmış. Hatta bununla da kalmayarak, gerek Kuzeyde gerekse Güney’de, epey arşiv araştırması yaptıktan sonra romanını yazmış. Romanda her iki toplumdan da kahramanlar var. O dönemin havasını, tarihini, yaşantısını da romanında yansıttığını konuşmasında belirtiyor.

Konuşmasından sonra Fulya Hanım, sözü Mağusa Hastahanesi’nde görev yapan değerli bir kadın doktor olan Şerife Göksu Hanım’a söz veriyor ve bu doktorumuz da kadınlar hakkında çok güzel bir konuşma yapıyor. Kadın doktorumuzdan sonra ben de söz alıyorum, çünkü zamanım bayağı kısıtlıydı ve yorum-katkımı yapıp hemen Derinya’ya hareket etmem gerekiyordu. Konuşmamda ailemizin Kayıp Eminesi’nden söz ediyorum. 1913 yılında, ablalarından ayrılan dedelerimin, 1977 yılında ona kavuştuklarını, dedelerimden birinin diyabetli olduğu için Amman’a ablasını görmeye gidemediğini, oraya giden diğer dedemin de ablasını gördükten kısa bir zaman sonra, ablasını kaybettiğini anlatıyorum. Bu yüzden ailemizde de kayıp kızların acı öykülerinin varolduğunu belirtiyorum.

Fulya Adalıer Canbolat Hanımın romanı toplumuzda büyük bir ilgiyle karşılaşacak. Ona yazdığı bu değerli eserden dolayı başarılar dilerken kitaba emeği geçenleri de tebrik ediyorum…”

ROMANI OKUDUKTAN SONRA...

Bu defa romanı söz verdiğim gibi, tamamıyle bitirerek yazarımıza, roman hakkındaki görüş ve anladıklarımı belirtmek istiyorum. Tabii bu arada, 1974 öncesi ve 1974 sonrası da, ta 2000’li yılların başlarına kadar, elbette roman yazmada çok nadir olan edebiyatımızda, son zamanlarda, roman yazımının bayağı arttığını ve gerek Sayın Zeki Erkut ve Sayın Dizdarlı’nın bu konularda bayağı başarı gösterdiklerini de belirtmem gerekir. Sayın Erkut ve Dizdarlı arkadaşlarımıza, bu konuda romanları hakkında görüşlerimi belirtmek için, bana biraz fırsat vermelerini ama belki de bundan sonra, Sayın Erkut’un “Kral” adlı romanını bitirdiğim için, Fulya Adalıer’in bu kitabı hakkında yazımdan sonra, “Kral” romanı üzerinde de yazacağımı belirteyim.

Gelelim Fulya Adalıer Hanımefendi arkadaşımın kitabına;

Belli ki, Fulya Adalıer yazarımız, romanı yazmadan önce, gerek 1930’lu, gerekse 1940’lı, Kıbrıs yaşamı üzerinde, büyük bir araştırmaya girişmiş. Bu konuda en küçük bir ayrıntıyı bile kaçırmamış. O dönemin elbiselerini, şehir modası, hatta köy modası, köylerin adet, gelenek ve görenekleri konusunda, hiçbir ayrıntıyı bile kaçırmamış ve yazarken, yasemin kokusundan tutun, her şeyi bize yansıtmış. Zaten kitabı okurken, bazen yaseminler, fullar içerisinde de hissediyorsunuz kendinizi. Kınalar ve kına ağaçları bile hemen gözlerinizin önüne geliyor. Mağusa’ya, o dönemlerde yapılan tren yolculukları, Kale içindeki ve dışındaki yaşam, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın çok kültürlü yaşamları, Kıbrıslırum tanıdıklarla paylaşılanlar, hatta konuşma konularını bile düşünüp, roman kurgulaması içine koymuş yazar arkadaşımız. Arada bir Rumca sözcükler de, o dönemin havasına daha renkli bir anlam katmış.

Mağusa’dan Lefkoşa’ya tren seyehatleri, en ayrıntılarına kadar gözlerinizin önüne geliyor. Bu arada Atatürk’ün ölüm haberini, Kıbrıslıtürkler’in nasıl haber aldıkları ve gazete manşetlerini de yansıtmayı, o anın üzüntüsünü de vermeyi ihmal etmemiş.

Daha da ilerilerde madenlerde çalışanların acılarını da yansıtmış bizlere;

“Kızım farkında değil misin? Hasan Efendi bir deri bir kemik kaldı madende çalışmaya başladığından beri. Bu hafta sonu seni ziyarete gelecek değil mi?”

O dönemde,  fakirlikten dolayı, zengin evlerine yetim veya besleme olarak verilen çocukların ruh hallerini veya onlara karşı zengin ailelerin davranışlarını da, o sosyal hayat çerçevesinde verdi bizlere.

Yazar, bu arada Hatice ve Hüseyin adlı gençlerin, yaşadıkları aşk hikayesini de yansıtırken, arkadaş çevrelerinde, Kıbrıslırumlar’ın da olduğunu, bunun yanında, gene İngiliz arkadaşlarını da anlatarak, o dönemlerde yaşanan çok kültürlülüğü de yansıttı romanında.

Hatice ve Hüseyin’in onulmaz bir aşk yaşarken, Hüseyin’in ansızın eğitim için İngiltere’ye gidişini, Hatice ile Hüseyin’in aşkının, aile çevresinin de baskısıyla engellendiğini, bunun yanında Hüseyin eğitime gidip de, Hatice, babasının yanına dönünce, ekonomik nedenlerden ötürü, Hatice’nin çaresizlik içinde Araplara satılan kızlardan biri olduğunu okuyoruz romanda. Bu arada Filistin’e giden Hatice’nin, kendini Kıbrıs’tayken, Arap doktor olarak tanıtan kocasının, Hatice’ye orada yaptığı eziyetler ve Hatice’nin çektiği acılar, hatta Kıbrıslıtürk kızların Araplarda farkettikleri kültürel farkın, ne çeşit azap ve sorunlara yok açtığını da, romandan öğreniyoruz. Filistin’e giden Hatice, bu baskı ve sorunları yaşarken, oraya asker olarak gelen Kıbrıslırum arkadaşlarının onu kurtarması, Kıbrıs’a dönüşü ve diğer gelişen olayları, çok anlaşılır bir şekilde sizler de romanı okurken anlıyor ve yaşıyorsunuz.

“Kınasız Gelinler” romanıyla Fulya Adalıer Kıbrıslıtürk romancılığına çok etkili ve güzel bir eser kazandırmıştır. Onu tebrik ediyorum…


 Fulya Adalıer'in kitap tanıtımında yazar ve Khora yayınlarından Nazen Şansal...