Toplum genelinde "kolektif" çalışmalar pek de rağbet edilebilir bir çalışma yöntemi değil maalesef. Bireycilik ve "ben" merkezli bir yaşam içerisinde kolektif çalışmaların ne kadar güçlü, değerli ve nitelikli olduğu genelde gözden kaçırılmıştır. Yüzyıllar öncesinden bugüne gelip hatta yarınlara taşınacak olan Atasözlerinden "Bir elin nesi var iki elin sesi var" deyişi, boşuna denmemişti yüzyıllar öncesinden. Var bir hikmeti böylesi birlikteliklerin. Ve bu "hikmeti", 2018 yılında Mağusa İnisiyatifi Yayınları arasından çıkmış "Mağusa Öyküleri" kitabında görüyoruz. Dervişe Güneyyeli Kutlu (öyküler), Okan Dağlı (Mağusa'dan Notlar), Selma Gürani'den (çizimler) oluşan üç farklı yürek, tek bir yürek oluvermişler yaşadıkları kent için. Sonucunda yaşadıkları bu toprağa, kente, tarihe, mekânlara ve hatıralara bir "vefa" borcu göstergesiyle somutlaştırmışlar kitaplarını. Birlikte ne güzel ve anlamlı şeylerin de yaratılabileceğini bir kez daha özelde okurun, genelde toplumun belleğine yerleştirmek adına... sözü öykücü-şairimiz Dervişe Güneyyeli Kutlu'ya bırakıyorum....
"Birkaç yıl önce bir sohbetimizde Okan bey şunu dile getirmişti:
'Dervişe okullara davet ediliyorum gidiyorum Mağusa'yı, tarihi dokusunu anlattığım zaman gençler çok ilgi duyuyorlar çok ilgileniyorlar ve meraklarına dokunuyor anlattıklarım. Ama bir kitap çıkardığım zaman -ki Mağusa'yla ilgili çok değerli kaynak olarak benim kullandığım kitapları vardır Okan beyin- gençlerimiz ya da bazı büyüklerimiz, yetişkinler uzun uzadıya bilgi okumayı sevmiyorlar. Benim de aklıma, onlara kendimizi, tarihimizi, Mağusamızı okutabilecek ne yapabiliriz diye şöyle bir fikir geldi. Ben Mağusa'dan kısa notlar, tarihi bilgiler versem, sen onların öyküsünü yazsan, Selma da resimlese olur mu?'
Harika olur dedim ve çok sevindim. Kolektif çalışmayı çok severim çünkü "birlik" bilincini çok seven bir insanım. Bazen bazı insanların bir noktada buluşabilmesi gerekiyor daha güçlü daha güzel adımlar atabilmek için. "Bir'in gücü" hiçbir şekilde yadsınamayacak bir güçtür, "bir'in" içerisinde "biz" vardır . Heyecanla başladım çalışmaya. Okan beyin kitapları, başka kaynak kitaplar, internetten bilgiler ve sık sık kızımı da alıp Mağusa sokaklarında sur içinde, zaten çok sevdiğim bir tarihi dokusu vardır, severek içinde dolaştığım sokaklardır ama bu defa daha da bilinçli, sanki ilk defa oralarda dolaşıyormuş gibi öyküme ilhâm arayarak adım attım Mağusa sokaklarına. Özellikle Suriçi'ndeki çok heyecanlıydı benim için. Her öyküyü yazdıkça Okan beye gönderdim o konulara ve içeriklere göre tarihi bilgilerini ayarladı toparladı. Ben öyküleri bitirdikten sonra tarihi bilgileri de koyduk ve Selma'ya gönderdik. Bu süreçte üçümüz de birbirimize dokunmadık. Yani özgür bıraktık birbirimizi. Bu çok büyük bir risktir. Çünkü, meselâ daha önce duymuşumdur, birisi bir tiyatro metni yazar meselâ, birisi yönetmenle çok iyi iki dostturlar, birbirlerini özgür bırakırlar ama günün sonunda ortaya çıkan tiyatro oyunu senaryo yazarını tatmin etmeyebilir. Bu hakikaten bir risktir. Gerçekten iyi ki alanlarında dokunulmadı birbirlerine ve dokunma ihtiyacı da hissetmedik günün sonunda. Selma bana her çizim gönderdiğinde kalp atışlarım değişti. Yani bir anahtar çiziyor ve anahtarın o açış yerinden kale'nin kapısı açılıyor. Bu nasıl bir yaratıcılıktır. Ya da bir kedi bir kale'nin duvarı olabiliyor. Harfler bir anda canlanıyor ve bambaşka şeylere akıp gidiyor. Zaten ben bu çizimleri gördükten sonra ne diyebilirdim ki. Mümkünse hiç dokunmayım o istediği gibi yapsın zaten muhteşem şeyler çıkartıyor ortaya diye düşündüm. Okan bey keza gene kitaplarıyla kendini,kalemini kanıtlamış bir insan. O da çok güzel toparladı ve kısa notlar haline getirdi o bilgileri."
Hangi olayların, tarihsel yaşamların veya zaman diliminin işleneceğinin belirlenmesinde Dervişe hanım özgür bırakılmış. Önce kendisi öyküleri yazıyor, diğer gelişmeler de beraberinde geliyor. Tarihsel bilgi ve çizimler gibi. Aslında ilk tersi olması gerekir gibi düşünülemesi mümkün. Tarihsel olaylardan mekânlardan yola çıkılıp onların belirlenmesiyle öyküsel çalışma içine girilmesi gibi...
"Öncelikle öyküler yazıldı ama nedir, o öyküleri yazarken ben zaten tarihi bilgileri kaynak olarak okuyup ona göre o öyküleri oluşturdum. O da başka birşey. Yani tarihle öyküler içiçe geçti çünkü ben onu kaynak olarak kullanmak zorundaydım. Tamamen kurgusal hikâyeler olabilir, keyif de verebilir, ama işin çerisinde gerçekten yaşanmış ve bir tarihi doku söz konusu olduğu zaman ben bunları yazmaktan hakikaten büyük keyif duydum. Herhangi bir önyargı, endişe, korku yani hiç, hani derler ya bir yazarın işi sadece yazmak olmalıdır, başka da hiçbir şeye karışmamalı. Ben bu kitapta sadece öykülerimi yazdım, gerisine de hiç karışmadım. Basımıydı kapaktı oydu buydu yani herşeyi aldı sırtlandı Okan beyle Selma. Ki o kadar sıcak ve Mağusa'nın dokusunu o kadar güzel somutlaştırdılar ki kitap olarak, kendimi çok şanslı hissediyorum. Böyle bir ekipte yer alabildiğim için. Ve onur duydum. Bunu her defasında dile getiriyorum ve teşekkür ediyorum Selma'ya da Okan beye de beni bu değerli çalışmanın içine kattıkları için. Buna ek olarak hani bilinçli kolektif çalışma evet, ülkem için bir kalem olarak birşeyler yapabilmek. Yani kalemimi yaşadığım şehir için oynatmak, şehrime bir damlacık olsun kendimce bir tuğla ekleyebilmek. O noktalarda da benim bir yazar olarak tatmin olmamı ve mutlu olmamı sağladı böyle bir çalışma. İyi ki Okan beyden böyle bir proje çalışması çıktı.
Gerçekten çok güzel, içten, sıcak ve kitabın boyutundan kullanılan kağıt cinsi ve sayfa düzenine kadar, içerisinde bir "tarih" yattığını okura sezinletebiliyor. Kurgudan bahsettmiştik, elbette bir kurgu var olması da gerekiyor. Okuyucu açısından olmazsa olmazlardanır. Ama bunun içerisinde verilen o satıraraları dediğimiz aslında bir tarih aktarımı. İnsan-zaman-mekan açısından. Bu başka bir olayı da beraberinde getiriyor. Her öykünün aynı zamanda bir belge niteliği taşıdığı gibi...
"Öykü olduğu için biraz tehlikeli oluyor. Çünkü neresi doğrudur neresi kurgu sorgusuna giriyor mevzu ama araştırıldığı takdirde de çok rahat hangilerinin gerçek hangilerinin tarihi bilgi, kurgu olduğu da ortaya çıkabilecek şeylerdir. Aslında nettir bilgiler. Çok fazla bilgiler vermemeye başladım öykülerle ilgili. Neden? Çünkü şöyle birkaç deneyim yaşadım. Bir arkadaşım büyük bir heyecanla beni arayıp "Dervişe bu öykü muhteşem, gerçek mi?" diye sordu. Daha ilk yorumlar ve "yok" deyince, öyle bir hâyâl kırıklığı yaşadı ki "ama nasıl olur ben gerçek zannetmiştim" dedi. Böyle olunca tamam Dervişe dedim, senin okurun kalbini kırma luksûn, öyle bir hakkın da yoktur. Artık mecbur kalmadıkça yorum yapmamaya karar verdim öyküler hakkında. Belli yerlerde söyleyebiliyorum. Destina teyzeyle Kemal amca vardı, gerçekti, ben onları Okan beyden dinledim, kaynak kitaplarından da onların hayatlarını okudum ve o bilgilerden yola çıkarak bir öykü oluşturdum örneğin. O yüzden gerçeklik değeri yüksek olan bir öyküdür.
Ama diğer öykülerini de okuyucuya bırakıyor Dervişe Güneyyeli Kutlu...
"Diğerlerine çok fazla dokunamıyorum. Sadece bir tanesinde en sonunda bir dipnot düştüm ve dedim ki, bu iki olay doğrudur ama yazar iki farklı mekânda gerçekleşen bu olayı kendisi birleştirmiştir. Aslında birbirleriyle bir bağı yoktur deme gereği hissettim.