Ulus IRKAD
Mağusa’nın belleği sayılan Dinçer Raif hocamız, geçtiğimiz Cumartesi günü yani 11 Mayıs 2024’te MASDER’de Mağusa’nın yakın tarihine dair güzel bir sunuş yaptı...
Tanıtımı her zamanki gibi MASDER yetkililerinden Sayın Rıfat Yalınç Bey yaptı. Kısaca “Dinçer Bey bizi gerilere götürecek. Dinleme modunda olalım….” diye tanıtımına başladı. “Bu sunumunda Sayın Hocamız Mağusa’da isim yapmış kişileri anlatacak” diye sözlerine devam etti.
1938 yılında Mağusa’da doğan Dinçer Raif Bey, orta ve lise tahsilini Mağusa’da tamamladı. 1956 yılında NKL’den mezun oldu. İnşaat Dairesi ve Elektrik Kurumu’nda çalıştı. 1961 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. Lefkoşa’da ve çeşitli yerlerde öğretmenlik yaptı. İzmir’de öğretim Müfettişliği ve Kıbrıs Temsilciliği, Atletizm Federasyonu’nda da idarecilik görevi yaptı.
MAĞUSA’DA EĞİTİMİN TARİHÇESİ...
“Önemli roller almış ve halk tarafından kabul edilmiş biriyim” diyerek sözlerine başlayan Sayın Hocamız, Mağusa’daki eğitimden söz etti. 1944 yılında Mağusa’da ortaokul açıldığını, ortaokula başlayan kendinden büyüklerle okula başladığını, öğrenciler arasında Ali Gürsoy gibi öğrencilerin olduğunu, okulu kuranın Suphi Rıza Bey olduğunu, okulun üç öğretmeni olduğunu, bunların da Suphi Rıza, Hasan Siber ve Behzat Beyler olduğunu belirtti. Daha sonra da okulun Zahir Efendi’nin evine taşındığını söyledi.
1948 yılında okulun tekkeye nakledildiğini, Suphi Bey’in Radyo’ya tayin edildiğini ve oraya Ali Süha Bey’in atandığı bilgisini verdi. O yıllarda, 40’lı yıllarda, İkinci Dünya savaşı yılları olduğunu ve Mağusa’nın da birçok defa Alman ve İtalyanlar tarafından bombalandığını söyledi. Sığınıklara çekildikten sonra selam borusunun çaldığını ve ondan sonra herkesin evine döndüğünü sözlerine ekledi.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI EKONOMİK DURUM
İkinci Dünya Savaşı’nda Mağusa Limanı’nından Port Said Limanı’na gemiler kalktığını, Mağusa’dan oralara yiyecek ve benzinin geceleyin kalkan gemilerle gittiğini, bu yüzden Alman ve İtalyanlar tarafından Mağusa Limanı’nın bombalandığını belirtti. Savaş sonrasında Liman’dan dolayı ekmek parası bulmak isteyen insanların da Mağusa’ya aktığını vurguladı.
MAĞUSA TÜRK GÜCÜ’NÜN KURULMASI
MTG’nin 1945 yılında kurulduğunu, gençlerin biraraya toplanması gerektiğini anlatan Dinçer Raif Hocamız, “Hasan İskeleli, Cevat Hilmi-Erol Hilmi’nin abisi, bu iki arkadaş MTG’nin kurulması için en çok çaba gösterenlerdi. Burhan Nalbantoğlu da o sıralar daha ilkokul öğretmeniydi ve o da Kulübün kurulmasına önayak olan insanlardan biriydi. Spordan sorumlu Hasan Nihat amcamız vardı. Yönetim Kurulu’nda Hasan İskeleli, Hüseyin Akil Hoca gibi kişiler vardı” diye anlattı ve şöyle devam etti: “Bunun yanında;
Güreş Kulübü: Ender Kolcu
Tiyatro Kulübü: Hasan İskeleli, futbol takımının da kalecisiydi.
Sosyal bir faaliyet olarak Namık Kemal büstü açıldı. Bu büstü MTG parasını vererek yaptı. Bu arada İzci Kulübü kuruldu. Ahmet Necati Sırrı bu kulübün kurucusuydu.”
Dinçer Bey “Ben de 1946 yılında buraya üye oldum” dedi. “14. İzci ve 31. Deniz izcileri kuruldu. Tabyaya gider ders görürdük. Cumartesi geceleri çadırlarda kalırdık. MASDER binası da İzci Kulübü’ydü” diye sözlerine devam etti.
MAĞUSA’DA İKİ ÖNEMLİ LİDER
Dinçer Hocamız sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunlardan biri Faiz Kaymak, diğeri de Niyazi Manyera idi. O dönemlerde artık milliyetçilikler ve Kıbrıs’a sahip olma hikayeleri başladı. Faiz Kaymak Bey’in elindeki tüm evraklar Tarih Kurumu’na verilerek bunlar dijital ortama kaydedildi. Faiz Kaymak Bey, Milli Birlik Partisi kurulana kadar başkandı ve liderliği Dr. Küçük’e devretti. Faiz Kaymak, Milli Birliğin kurulduğunu ilan etti ve Dr. Küçük lider oldu. O zamanlar 1931 İsyanı’na göre 5 kişi biraraya gelemezdi, dolayısıyla bu tip toplantılar cami avlusunda olurdu.”
DR. NİYAZİ MANYERA
“Mağusa kendi lideri olarak Manyera’yı görürdü. Kendisi talebeyken evliydi. Vasili (Bugünkü Gelincik) köyündendi. 1911 doğumludur. Mağusa’da doktor olarak Niyazi bey ve Hristagi vardı. Bisikletle hastalarının evine giderdi. O yıllarda İstanbul’dan mezun olduğu için orada da salgın hastalıklardan dolayı bayağı deneyim kazanmıştı. Kıbrıs’ta difteri salgını başlamıştı. Bu hastalık hakkında bilgi sahibi olduğundan tedavisini de çok iyi biliyordu. Kendisine hasta olarak Kıbrıs’ın her tarafından çocuklar geliyordu. Bu yüzden Niyazi Bey, bütün Kıbrıs’ta tanındı. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Sağlık Bakanı olması buna bağlanıyor.”
MAĞUSA’DA MAARİF KOMİSYONU
“1951-52 yıllarına kadar Maarif müdürlüğü komisyonlar tarafından yönlendirilirdi. Mağusa’da Tali Okullar başkanı Dr. Manyera’ydı. Eşref Bey, Galatya Muhtarı Zeki bey bu komisyona üyeydiler. Toplantılar Ahmet Zaim Bey’in avukat ofisinde yapılırdı.”
TÜRKİYELİ ÖĞRETMENLERİN GELİŞİ
“1950’de Türkiye’den öğretmenler gelmeye başladı. O zamanlar sadece iki hocamız vardı. Baf’a da birer Hoca gönderildi. NKL kurulduğu zaman işler değişti. Onlar burada toplantı yaptıklarında onların konuşmalarını dinlerdim. Liseler kurulduğu zaman İngiliz İdaresi masraflarını görüyordu. Niyazi Bey NKL’nin bağımsız olmasını talep etti. Buradan mezun olanların Türkiye liselerine geçmesi daha kolay olacaktı. Baf, önceleri bağımsız olmasına rağmen masrafları taşıyamadı. NKL bağımsız olan tek okul kaldı. MTG öğrencilere eğitim yardımı veya burs yardımı yapıyordu. Ortak olan Mağusa Belediyesi’nde, o zamanki Mağusa Belediye Meclis Üyesi olan Niyazi Manyera, bir defasında 19 Mayıs törenleri için Mağusa Belediye Başkanı Adamos Adamos’u Mağusa içerisine getirdi. Yarışmalar sonrasında ödülleri de Belediye Başkanı Adamos verdi (1947).”
MAĞUSA SOYAL KONUTLARI
“Kraiçe Elizabeth göreve geldiğinde Mağusa’ya sosyal konutlar yapıldı. Tüm bunlar Niyazi Manyera’nın büyük çabaları ve komisyonda kavgalarıyla yapıldı. NKL’nin binasının inşa edilmesi için 75 bin sterlin harcandı. Niyazi Bey bu konuda önayak oldu. İnşaata 1957 yılında başlandı ve 1958 yılında ilk öğrenciler eğitime başladı. Dr. Niyazi Manyera’nın Mağusa ve Kıbrıs’a büyük bir katkısı daha oldu. Bayanların da eğitime başlamalarını sağladı. O güne kadar Bayanlar artık ilkokuldan sonra ortaokula başlayamıyordu. Sene 1951…O günden sonra Bayan öğrenciler de 1951 yılında Ortaokula başladılar.”
MAĞUSA’DA ANILMASI GEREKEN BAŞKA İSİMLER
“Mağusa’da anılması gereken çok daha insan vardır;
İspano, Terzi Hasan, Hasan Güvener, Ramiz Manyera, Necati Kayalp ve Terzi Hüseyin de unutulmamalı… Mehmet Şemmedi’nin de ünü Kıbrıs’ta bilinirdi. Kıbrıslırumların meşhur güreşçisi Andreas Trigomidis ile yaptığı güreş oldukça önemliydi ve ses yapmıştı.
Mağusa’ya hizmette Ali Eyyüp ve Halil Asilkan’ın da katkıları unutulmamalı. İsmet Kotak ve Mustafa Türkoğlu’nun da Mağusa’ya katkıları unutulmamalı.”
Cumartesi günkü çok faydalı ve tarihi aydınlatıcı sunumu için Mağusa’nın hafızası sayılan Sayın Dinçer Raif Hocamıza teşekkür ederiz…
Dinçer Raif, MASDER yetkilileri ve etkinliğe katılanlarla...
Dinçer Raif'in MASDER'deki konuşması büyük ilgiyle izlendi...
*** BASINDAN GÜNCEL...
“İsrailli tanıklar, Gazzeli tutukluların maruz kaldığı işkenceyi anlattı...”
“Hareket etmelerine izin verilmiyor, dik şekilde oturmak zorundalar. Tutukluların kendi aralarında konuşmaları yasak. Gözlerinin bağının altına bakmalarına da izin yok.”
İsrail’in gözaltı merkezindeki işkence ve kötü muameleyi, adını açıklamayan İsrailliler, CNN’e anlattı. Tanıklar, sürekli kelepçeli tutulmaktan dolayı yaralanan mahkumların uzuvlarının kesildiğini söyledi: “Bu işlemler bazen doktorlarca, bazen de vasıfsız kişilerce yapılıyordu.”
İsrailli kaynaklardan biri, Negev çölündeki Sde Teiman askeri kampındaki gözaltı merkezinin fotoğrafını da paylaştı. Fotoğrafta yan yana oturtulmuş gri eşofmanlı tutukluların, yüksek ışık altında, etrafı dikenli tellerle çevrili alanda, ince şiltelerin üzerinde oturmuş halde bekletildiği görülüyor. Hepsinin gözleri bağlı.
“Kendi kendilerine mırıldanıyorlardı”
Kaynak, gardiyanlara, Arapça “Çenenizi kapatın” diye bağırmaları ve “sorunlu kişileri seçip cezalandırmaları” yönünde talimat verildiğini anlattı.
Tesiste bulunan İsrailli, CNN’e, odanın, tutukluların mırıltılarıyla dolu olduğunu söyledi: “Birbirleriyle konuşmaları yasaklanan tutuklular kendi kendilerine mırıldanıyorlardı.”
“Çürümeye bırakılmış yaralar, kesilen uzuvlar”
İsrail'in Gazze'yi işgali sırasında gözaltına alınan Filistinlilerin bulunduğu Sde Teiman kampında çalışan üç İsrailli, sürekli kelepçeli tutulmaktan kaynaklı yaralanan mahkumların uzuvlarının kesildiğini söyledi: “Bu işlemler bazen doktorlarca bazen de vasıfsız kişilerce yapılıyor.” Havada, “çürümeye bırakılmış yaraların kokusunun olduğunu” anlattılar.
“İçlerinden insani olan her şeyi aldılar”
İsrailli tanıkların anlattığına göre, Gazze sınırından yaklaşık 1600 km uzakta bulunan tesis iki bölüme ayrılmış durumda: Gazze'den gelen yaklaşık 70 Filistinli tutuklunun aşırı fiziksel kısıtlama altında tutulduğu kapalı alanlar ve yaralı tutukluların, altlarının bezlenerek yataklarına bağlandığı bir sahra hastanesi.
Tesisin sahra hastanesinde sağlık görevlisi olarak çalışan bir tanık, “Tutukluların içinden insani olan her şeyi aldılar” dedi.
Diğer bir tanık da darp ve işkencenin “tutukluları konuşturmak için olmadığını, intikam amaçlı yapıldığını” söyledi.
“Tıbbi işlemler için anestezi verilmiyordu”
Kendisi de tesiste gardiyanlık yapmış olan bir tanık, “Başka biriyle konuşmak gibi bir suç işleyen mahkuma, ellerini bir saat boyunca başının üzerinde tutmak gibi cezalar veriliyordu. Bu ‘suçları’ tekrarlayan mahkumlar ise ağır şekilde dövüyordu. Dövülen bir mahkumun dişlerinin ve bazı kemiklerinin kırıldığını gördüm” dedi.
Diğer bir tanık da “Filistinli tutuklular üzerinde, yetkin olmadığı tıbbi işlemler yapmasının istendiğini söyledi: “Bu işlemleri hastalar üzerinde deneyerek öğrenebileceğini söylediler. Bu işlemler için çoğunlukla anestezi verilmiyordu, ağrısı olanlara sadece ağrı kesici verildi.”
İsrail ordusu iddiaları reddetti
İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), CNN’e haberle ilgili yaptığı açıklamada, iddiaları reddetti: “Gözaltındaki tutuklulara uygun şekilde davranıldığın taahhüt ediyoruz. Gözaltına alınanlar ihtiva ettikleri tehlike düzeyine ve sağlık durumlarına göre kelepçeleniyor. Askerlerin suiistimal iddiaları inceleniyor ve yeterli şüphe bulunduğunda soruşturma açılıyor.”
Gözaltı/tutuklama kampları “yasal”
CNN’nin haberine göre bu kamplar, geçen Aralık ayında İsrail Meclisi (Knesset) tarafından kabul edilen ve ordunun “şüpheli militanları gözaltına alma yetkisini” genişleten İsrail'in Yasadışı Savaşçılar Yasası'nın bir parçası.
Yasa, ordunun şüpheli kişiyi herhangi bir gözaltı/tutuklama emri olmaksızın 45 gün boyunca alıkoymasına izin veriyor; ardından bu kişilerin İsrail'in resmi hapishane sistemine (IPS) nakledilmeleri gerekiyor.
“Bizi insan olarak görmüyorlardı”
Filistin Esirler Cemiyeti geçen hafta, Gazze'deki Şifa Hastanesi Ortopedi Bölüm Başkanı olan ve Gazze'nin kuzeyindeki El-Avde hastanesinde görevi başındayken İsrail güçleri tarafından alıkonulan doktor Adnan Ahmed Atiyye el-Berş de dahil bu gözaltı merkezlerinde 18 Filistinlinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Gözaltı/tutuklama kamplarında kaç Filistinlinin tutulduğu bilinmiyor. CNN, bu kamplardan serbest bırakılan mahkumlarla da konuştu. Gözaltı sürelerinin çoğunda gözlerinin bağlı olduğunu ve dış dünyayla bağlantıları kesildiğinden nerede tutulduklarını belirleyemediklerini söylediler.
Askeri kampta 44 gün tutulan Dr. Muhammed al-Ran, “Günlerimiz dua, gözyaşı ve yakarışlarla doluydu. Ağladık, ağladık ve ağladık. Kendimiz için ağladık, milletimiz için ağladık, toplumumuz için ağladık, sevdiklerimiz için ağladık. Aklımızdan geçen her şeye ağladık. Gözlerimin bağını açtıklarında, aşağılanmanın boyutunu gördüm. Bizi insan olarak değil ‘hayvan olarak gördüklerini’ anladım.”
Lahey’deki soykırım davası ne durumda?
Güney Afrika’nın Filistin’de soykırımı önleme amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) İsrail aleyhine açtığı dava devam ediyor. Saldırıları kınayan Türkiye dahil birçok ülke davaya müdahil oldu.
7 Ekim 2023’ten bu yana ağırlıklı olarak Gazze Şeridi’ni hedef alan İsrail saldırıları Filistinli sivillere yönelik insan hakları ihlallerine neden oldu. Yerleşim alanlarına yönelik bombardımanlar ve uygulanan yoğun ablukayla ortaya çıkan insani kriz, uluslararası toplumu harekete geçmeye zorladı. 27 Ekim’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ezici oy çoğunluğuyla yaptığı ateşkes çağrısı cevapsız kaldı, 24 Kasım’da Katar arabuluculuğunda ilan edilen ateşkes ise yalnızca bir hafta sürdü.
Soykırım davasında gelinen nokta
Ateşkesin sona erdiği 1 Aralık’tan bu yana aralıksız süren İsrail saldırılarına yönelik en etkili tepki Güney Afrika’dan geldi. Güney Afrika Cumhuriyeti, Filistin halkına karşı işlediği savaş suçları nedeniyle İsrail hükümetinin 1948’de imzalanan “Soykırım Sözleşmesi” uyarınca yargılanması için 29 Aralık’ta Birleşmiş Milletler’in yargı organı Uluslararası Adalet Divanı’na başvuruda bulundu. 84 sayfalık dava dilekçesinde İsrail’e yönelik soykırım suçlamalarına ilişkin kitlesel katliamların yanı sıra su, elektrik, gıda gibi temel insani ihtiyaçların karşılanmasını engelleyen ve 2 milyondan fazla insanı kıtlık tehlikesiyle baş başa bırakan ablukaya dikkat çekildi. Başvuruda, davanın acil şekilde görülmeye başlanması, iddialara konu olan askeri saldırıların bir an önce sonlandırılması ve işlenen savaş suçlarının soykırım suçu kapsamında yargılanması talep edildi.
Başvuru üzerine 11-12 Ocak 2024’te ilk duruşma gerçekleştirildi, 26 Ocak’ta mahkeme, İsrail’e yönelik ilk tedbir talepli kararlarını açıkladı. Karara göre mahkeme İsrail devletinden, ordusunun herhangi bir soykırım faaliyeti yürütmediğini garanti etmesini ve insani yardımların Gazze’ye girişini sağlamasını istedi. Güney Afrika’nın talebine karşın UAD, saldırıların tamamen durdurulması yönünde bir karar almadı.
Mahkemenin kararına rağmen Gazze’de sivillere yönelik saldırılar ve abluka devam ediyor. Son olarak İsrail ordusu, 7 Nisan’da Gazze’nin Mısır sınırındaki Refah’a saldırdı. Filistin haber ajansı WAFA’nın bildirdiğine göre sivil yerleşim yerlerini hedef alan İsrail ordusu Gazze’nin Mısır’dan gelen insani yardımlarla bağlantısını sağlayan Refah ve Karm Abu Salem geçiş noktasını da kapattı. Filistinli yetkililer, yaşanan bu gelişmeyle Mısır sınırındaki tüm insani yardım trafiğinin durdurulduğunu açıkladı.
Dava İsrail aleyhine sonuçlanırsa ne olur?
Uluslarararası Adalet Divanı Statüsü’nün 63. maddesi, hukuki yararı olup olmamasına bakılmaksızın diğer devletlere ihtilafa konu dosyayı mahkemede yorumlama olanağı sağlıyor. Davaya müdahil olan devletler, Divan’a sözlü veya yazılı beyan verme hakkına sahip oluyor. Duruşmalarda müdahil devletler, hak ihlallerine dair beyanlarını mahkemeye sunmuştu.
Yargılamalar sonucunda İsrail’in suçlu bulunması durumunda Birleşmiş Milletler, uluslararası yaptırımları gündemine alacak. İthalat ve ihracat ambargosu, mali yaptırımlar, diplomatik ilişkilerin ve uluslararası üyeliklerin askıya alınması, barışı korumak amacıyla uluslararası askeri operasyonlar düzenlenmesi bu yaptırımlar arasında yer alıyor.
(BİANET.ORG – 13.5.2024)