Mahmut İslâmoğlu ile Eski Bayramlarımız-3

Eralp Adanır

Hocamız sohbetimizin bir yerinde bayramda camiye gitme geleneğinden bahsederken, yine çocukluğuma döndüm. Ben hatırlıyorum Limasol’da bazen Cuma günleri bizi camiye götürürlerdi okul olarak. Bu anımdan bahsediyorum kendisine...

 

Evet, doğrudur Lefkoşa’da da öyleydi, bütün Türk yörelerinde vardı o gelenek. Hatta ben İngiliz okulundayken hocayken orda Rum kesminde, yine cuma günleri çocukları, hamamlar yakılırdı gusul abdesti aldırırdık ve camiye, Bayraktar camii’ne götürürlerdi o zaman, olaylardan önce. Sonra Selimiye camii’ne gelinirdi. Bayraktar camii malûm; Kıbrıs’ın önemli  kutsal yerlerinden biridir.

 

Bizi de Arnavut camii’ne götürürlerdi diyorum hocamıza...

 

Evet doğrudur Limasol’da. Sonradan Arnavut camii oldu orası Eralp bey. Ondan önce cami-i Kebir dediğimiz Çarşı camii vardı limanın yakınında, Mestan Ağa camisi, oraya götürürlerdi ve bayram törenleri oradan başlardı. Ve ben gayet iyi hatırlıyorum, spor kulüplermiz falan vardı ya Limasol Türk Spor Kulübü falan diye, rahmetli Ziya Rızkıların falanların olduğu kulüp, onlar da böyle bando oluşturulduydu, merhum Mühürcüzade Mustafa Efendi vardı Limasol’un varlıklı ailelerinden, Allah rahmet eylesin. Bonkör bir adamdı. Bir bandonun bütün aletlerini cebinden satın alarak hediye etmişti bandoya. Bandoyla gidilirdi böyle gösterişli bir şekilde camiye ve onunla dönülürdü.

 

Bu olayın hangi yıllara denk geldiğini merak ediyorum...

 

İşte bizim çocukluk yıllarımızdaydı hatırlıyorum, gençlik yıllarımız demeyeyim. Daha da erken. Ve yaşlı kadınlar da mutlaka tütsü verirdi bize bayram namazında. Tütsülerlerdi bütün halkı. Çok güzel yani psikolojik yönden de bir rahatlama, bir Türk olmanın gururunu yaşardık o yabancı yönetim döneminde. Bunlardı bizi ayakta tutan. Milli ve dinî değerlerimizdir Eralp bey, yoksa burada Allahımızla canımızdı elin idaresinde, yabancının. Türkiye yok biri yok, bir güvencemiz yoktu yani ama direnirdik. Neydi direncimizin kaynağı, ulusal ve dinsel bayramlar, inançlardı. Bunlar bizi bu günlere getirmiştir ama maalesef bugün bunu çoğu bilmiyor.

Evet şimdi camiye giderken de önemli. Özellikle Lefkoşa’dan biraz bahsedelim. Selimiye camiini görünce hatırladım. Namaza gidenlerin önünde tören yapılırdı dedik ya Lefkoşa’da, önce Hâkim bulunurdu, o dönemin Hâkimi. Mahkeme Kadısı, Müftü Efendi ve Merkez Kadısı. Bunlar en önde gidenlerdi bayram töreninde. Hâkim ve Merkez Kadısı fesli olarak katılırdı törene, Müftü ve Kadı Efendi de sarıklı olarak. Fes ve sarık. Yani resmi kıyafetleriyle. Bu zavatın göğüslerinde Osmanlı Sultanının kendilerine hediye ettiği madalyalar olurdu genellikle, bayram töreninde. Bunların arkasında bugün müze haline gelen Mevlevihane’nin önde Şeyhleri arkada Dervişler, ve onların gerisinde de Polis Bandosu mutlaka, önde kumandanları. Gerisinde artık sıraya göre çavuşlar ve saireler erler olmak kaydıyla ve o şekilde camiye gidilirdi. Bugün cenazelerin kalktığı ana kapısı var ya Selimiye Camii’nin, o kapıdan girilirdi ama enteresan yanı kadın ve çocuklar da önceden hazırlanmış hazır vaziyette bulunurdu bu camii’nin önünde. Ve töreni izlerlerdi bütün o çarşı boyunca. Kadınlar çocuklar dizilirdi. Mevleviler yalnız o kapıdan girmez, doğu kapısı dediğimiz Sultan Mahmut Kütüphanesine doğru açılan kapıdan girerler ve yine namaz sonrası o kapıdan çıkmak suretiyle kafileye katılarak geldikleri şekilde aynen dönerlerdi.

Bunun bir de önemli özelliği vardı. Ölüleri de unutmazdık. Bugün de öyle ya hâlâ o gelenek güzel devam ediyor mutluyum yani gördükçe. Ölülerin kabirleri mutlaka ziyaret edilirdi. Ya arife günü yapılır veyahut da genellikle biz Limasol ve bugün Lefkoşa’da da görüyorum çoğunu, bayram namazından çıktıklarında önce kabristanlığa gider ziyaret ederler, ondan sonra evlerine gidip bayramlaşma başlar. Genellikle de yaşlıların eli öpülür, gençlerle kucaklaşılır, elini öptürür yaşlılar, ve bu şekilde bayramın tadını alırlar. Çocuklara tabii bayramlık vermek bir geleneğimizdir hatta mahallelerden de, başka sokaklardan da çocuklar bugün dahi gezer kapıyı çalar el öper bayram şekeri alır harçlık alır ve gider. Ve bu bayram boyunca, Ramazan bayramında üç gün malûm, Kurban bayramında dört gün çok güzel eğlenceler düzenlenir.

 

Eski bayramlarda özellikle büyük şehirlerde, kasabalarda kurulan bayram yerleri vardı. Hocamızdan bu yerler hakkında bilgi vermesini istiyorum...

 

Lefkoşa’da bayram yeri çok eskilerde postahane var ya bugün Sarayönü’nde, yani Atatürk Meydanında, postahanenin olduğu yerde kurulurdu. Ve kadınlar için de özel bezlerle çarşaflarla kesilmiş yerler hazırlanırdı. Kadınlara da çok değer verilirdi eskiden. Bakmayın Türk şöyle böyle diyoruz ya, kadına yok efendim şiddet filan, kadın hakları son derece gelişmiştir Kıbrıs’ta, kadına saygılıydı Türk erkeği. Nitekim zaten poligami de yok. Tek kadınla evlenir, karısı oydu. Başka kadın görmezdi. Önemli bir olayımızdır ve iftihar ederiz. Kadınlara da yer ayrılır hatta bayram bittikten bir gün sonra kadınlar için özel evler hazırlanırdı.   Kadınlar orada gönüllerince eğlenirlerdi kendi başlarına. Cincıraklar kurulur salıncaklar kurulur, çeşitli kahve servisleri, şerbet servisleri yapan kadınlar kiralanır onlar servis yaparlardı. Yani bir nevi yeme içme eğlence, sazla sözle. Tabii o dönemlerde bu hazır kola tipli şeyler olmadığı için şerbet türleri daha makbûldü.

Maniler de mutlaka vardı Ramazan geceleri. Özellikle sahura kaldıran davulcular vardı Eralp bey. Gerçi konularımız iç içe girdi ama (gülüyor), hatırladıklarımızı anlatalım istiyorum.

Davulcuyla zurnacı mutlaka sahura kaldırırdı halkı geceleyin. Bir de fenercileri olurdu bunların. O günlerde elektrik yok sokaklarda. Sokağı aydınlatmak için fenerci de bulunurdu yani ekip üçlüydü. Davul çalarak ev ev kapı kapı gezerek insanları sahura kaldırırlardı. Zaten insanlar genelde pek uyumazlardı sahura kadar. Karagöz-Hacivatlar vardı, efendim kukla oyunları vardı. Muhtelif kahvehanelerde bu eğlence türleri yapılırdı, o zamanlar sinema yok video yok televizyon yok. İnsanlar bu şekilde vakitlerini eğlenerek geçirirler sahur vaktine kadar. Sahur vakti yemeklerini yerler öyle yatarlardı. Tabii o günlerin geleneğinde biraz tolerans vardı oruca oruçluya. Zaten oruç yiyeni hapse atarlardı aleni yerde. Oruç yiyemezdiniz. Müslüman kıyafetinden zaten belliydi kimlik kartı gibi, Türk kıyafetli birisinin sokakta oruç yediğini gören polis onu derdes eder yani tutuklar ve hapse götürürdü. Ancak bayram sabahı salıverirlerdi (gülüyor). Yani böyle biraz katı görünebilir bugün ama oruca ve oruçluya saygı vardı. Yani birisi oruçluysa sakız çiğneyemez yemek yiyemezdi kimse karşısında.

Tekrar bayram yerlerine dönersek; Lefkoşa’dan bahsettik az önce onu söyleyelim. Postahanenin önünde kurulurdu ondan sonra Girne Kapısı’nda. Girne Kapısı’nda önce dışta, bir ara Hayvan Pazarı derlerdi, bu Kuğulu Park var ya o yörelerde yapılırdı. Daha sonra içe aktarıldı bu. Yani iç tarafta kafeteryalar küçük büfeler vardır. Dr. Küçük’ün heykelinin karşısında oralarda kurulurdu bayram yeri. Sonra Çağlayan bölgesine aktarıldıydı. Hatırlıyorum gayet güzel, Çağlayan bölgesi geniş alanı olan Çocuk Parkı olan yerdi. Şimdi malûm bildiğiniz gibi Fuar Alanına taşındı.

Limasol ise Arnavut Mahallesi dediğimiz yerde, Şehitlik olan yer var ya, hatta Karagöz kahveleri de oralardaydı, sonradan Hastahane yapıldı orası. Halkevi dediğimiz yani. O alanlarda kutlanılırdı. Türk kesminin orta yeriydi. Çünkü “Park” dediğimiz yer mezarlıktı hâlâ o dönemlerde. Atalarımız orada yatır. Sonradan oraya Park Gazinosu’nu yaptık. Orası büyük bir Türk kabristanlığıydı. Köylerde de yapılırdı. Geniş evlerde toplanılırdı hatta köylerde fazla imkân olmadığı için uzun sırıklar çakılırdı bir yere, gençler onun üzerinde dönerler ve saire yani herkes kendine göre bir yöntem bulup eğlenirdi.

Dolayısıyla bu şekilde Ramazan da güzel değerlendirilir, davulculara zurnacılara yemek, tatlı ikram edilir, bahşiş verilirdi. Onlar da memnun mesut dolanır dururlardı. Bunların ilginç Manileri de vardı Eralp bey onlardan birkaç örnek verelim kitaptan dilerseniz.

Burda birkaç Sahur Manisi diyoruz kitabımızda.

 

Yenicami direk ister

Söylemeye yürek ister (Yenicami burda yanımızdadır ama sanırım bunun bir varyantı Türkiye’de de vardır bu maninin)

Benim garnım tokdur ama

Arkadaşım bürek ister (bir nevi işittirirlerdi ev sahiplerine börek varsa ikram edin dercesine-gülüyor)

 

Ramazan geldi gidiyor (son zamanlarında artık 15’inden sonra bir Ramazan’a ağlama geleneğimiz vardı eskiden. Camilerde de ona göre dualar okunurdu konuşmalar yapılırdı.)

Bizleri mahsun ediyor (geldi gidiyor dedi ya. Yani biteceği için üzülüyor burda Kıbrıslı)

Ayasofya’nın Kandilleri (Ayasofya derdik eskiden katedral olduğu için. Şimdi Selimiye diyoruz)

Sövündü bıragdı gidiyor (kandil yakılırdı eskiden elektrik yoktu. Evet sövündü, söndü denmez, Kıbrıs ağzıyla sövündü.)

 

Davulumun ardı dövşek (gevşek değil dövşek)

Pirelere yazdım döşek

Arkadaşımı sorarsan (affedersiniz)

İki gulaglı bir eşek (diye taşlama yapar sataşırdı)

 

Davulumun ardı yeşil

Gag Ayşeli pilav bişir

Benim garnım tokdur ama

Arkadaşımın garnını şişir (diye öyle bu türden taşlamalar okurlar ve mahalle aralarında gezerlerdi.)