Makam eğlencesi!

Cenk Mutluyakalı

Gençler son derece yaratıcı videolar üretiyor ve paylaşıyorlar.
Komiklik!
Başrollerde ya “Cumhurbaşkanı” olarak anılan Tatar var, ya “Başbakan” olarak anılan Üstel…

Kendilerini “devlet” gibi gören ama makamlarını her gün biraz daha rezil eden bu modeller, karanlık bir komikliğin figürlerine dönüşüyor giderek…

Dürüst, açık ve şeffaf olmayan yüzlerinde birer maskeyle geziyorlar. Kendi benzerleri ile kurdukları düzen içerisinde bir ülkeyi hiçleştiriyor; konfor alanlarına gömülü kurnazların ördüğü ağ içerisinde besleniyorlar.

***

Ağlanacak halimize gülüyoruz sözü ancak bu kadar yerini bulabilirdi.

Siyasi ahlaksızlığın, hilekarlığın, aymazlığın geldiği nokta parodiye dönüşüyor.

Gerçekten de gülüyorsunuz hallerine…

“Ben Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’yım” diyor adam gülüyoruz katıla katıla…

Dünya da gülüyor bu demokrasi oyununa…

“Devlet”e mi gülüyoruz, “adamcıklara” mı bilemiyoruz.

Belki ikisine de…

***

“Makam eğlencesi”ne dönüştü yapıştıkları statüler…

Kıbrıs’ın kuzeyinde Ankara’nın kurduğu oyun ve dağıttığı başroller bizi dünyadan uzaklaştırmakla kalmıyor, komikleştiriyor da...

Acı, ölümcül, berbat bir komiklik…

Hukukun görmezden gelindiği, toplumsal yaranın kanatıldığı, kontrolsüzlüğün büyüdüğü, güvensizliğin iliklerimize kadar işlediği, umutsuzluğun dört bir yanı sardığı bu oyunu edilgen bir tavırla izliyoruz.

Biz izlerken, o komik ve çapsız adamlar, makam eğlencesiyle semiriyor, yakınlarına menfaat dağıtıyor, o menfaatten zehirlenenler bunları alkışlıyor, tam bir hengame içerisinde hepimizi dipsiz bir kuyunun içerisine çekiyorlar.

***

Siyaset yalnızca partiler ya da Meclis içerisine hapsedilirse, bu kuyudan çıkmamız çok kolay görünmüyor.

Toplumun ayağa kalkması gerekiyor.

17’sinden 70’ine halkı sokağa indirecek bir başkaldırıya ihtiyaç duyuyoruz.

Meclis’i uzaktan izlemek, kendi hayatlarımızı unutarak gülünç ya da gerilimli bir film varmış gibi seyre dalmak, mücadeleden uzaklaşmak ve yalnızca söylenmekle bir yere varılmayacak.

Toplumsal bir yoklukla sınanıyoruz.
Gençlerimiz uzaklaşmak istiyor yurtlarından…
Sokaklar giderek hepimize yabancılaşıyor.
Şiddet artıyor, insan hayatı önemsizleşiyor, adalet kavramı hiçleşiyor…

Hepimiz kırık, dökük…
Yarım, yamalak yurdumuz…
İçimiz paramparça…

Toplumsal çöküş, dünyayla aramızda derinleşen uçurum, vasata teslim edildiğimiz statüko giderek sıradanlaşıyor.

Demokratik hayatı, hukuk düzenini, adil bir yönetim anlayışını unutuyoruz.

Yaşadığımız yozlaşma, çürüme ve kirlenme “normalimiz” oluyor. Kendimizi aciz, ezik ve çaresiz hissediyoruz.

Bir ötekini suçlamak ya da sorumlu göstermek kolaycılığı hepimizi için için bitirecek birlikte ayağa kalkmadıkça ve bu düzeni başlarına yıkmadıkça…