Makama hürmet

Tümay Tuğyan

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın The Guardian’a verdiği demecin ardından patlak veren tartışmanın olumlu sonuçlarından biri; hemen hepimizin, Türkiye’ye ilhak olmak istemediğimiz noktasında, buluşmamız.

Sağcısının da pozisyonu bu, solcusunun da…

Başta Kıbrıs sorunu konusunda olmak üzere, asgari müşterek bulmakta çoğunlukla zorlanan iki baskın ideolojik görüşün, böylesi bir konuda fikren bir uzlaşı içerisinde olması, bence önemli ve bu nokta, geleceğe dönük müşterek bir vizyon belirleyebilme ihtiyacına dair, umut vadediyor.

‘Sol’un ideolojik olarak, federal bir çatı altında birleşmesini umut ettiği ortak bir vatan tahayyülü var.

‘Sağ’ın tahayyülü ise 1983’te kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletinin, sonsuza dek yaşatılması.

Yani ilhak dediğimiz vakıa, ne çözüm öngörüsü federasyon olanların, ne de KKTC’ye inananların arzu edebileceği bir ‘son’. Bu, her iki tarafın perspektifinden de bakıldığında, eşyanın tabiatına aykırı.

Sonuç; hemfikiriz ve ne istemediğimizi, biliyoruz.

Peki ne istiyoruz?

Ya da belki daha doğru soru şu; ne istemeliyiz?

*  *  *

Seçim arifesinde, kendi evimizin içerisinde bir siyasi kavga veriyoruz.

Doğaldır.

Sol kendi içinde tartışıyor…

Sağ ve sol ayrıca bir tartışma yürütüyor.

Herkes kendi doğrusunu kabul ettirme, kendi adayını savunma derdinde.

Bu da doğaldır.

Bunun adı demokrasidir ve hakaret, şiddet içermediği sürece olması gerekendir.

Bu süreçte olmaması gerektiği halde yaşanan ise, içteki bu siyasi kavgaya, amacını aşan bir üslupla, dışarıdan dahil olunmaya çalışılmasıdır.

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, kendisiyle röportaj yapan gazetecinin sorusu üzerine ‘ilhakı’ yorumlaması, gazeteci tarafından Kırım örneğinin verilmesi üzerine, Kırım benzeri bir ilhak senaryosunun, ‘korkunç’ olacağını ve bunun ne KKTC‘nin, ne Kıbrıslı Türkler’in, ne de Türkiye’nin yararına olacağını söylemesi, ofansif bulunmuş.

Üstelik daha bir hafta önce Ukrayna’yı ziyaret eden TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Kırım’ın ilhakını tanımıyoruz’ demişken…

Bazılarımızın durduğu yerden, kimsenin herhangi bir rahatsızlık duymasına neden olacak bir açıklama değildir bu, ancak bazılarımızın durduğu yerden, farklı şekilde yorumlanmış olabilir.

Doğaldır…

Kimimiz bu açıklamayı doğru ve yerinde bir açıklama olarak değerlendirdik.

Kimimiz ‘doğru ama zamansız’ bulduk.

Kimimiz ise zamansız olduğu kadar, yanlış olduğuna da kanaat getirdik.

Bu da doğaldır.

Üstelik Vatan Gazetesi’nin dün manşetine taşıdığı, 1986 tarihli röportajda, bizzat Denktaş Erten Kasımoğlu’na, ‘Kıbrıs Hatay olursa, bu felaket olur’ demişken…

Bu noktadan sonra doğal olmayan, Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı makamında bulunmasından mutlu olmayan (ki bu da pek âlâ mümkündür) Türkiye siyasi erkanının, eleştiri dozajı ve üslubudur.

Mustafa Akıncı, Kıbrıslı Türkler’in seçilmiş lideridir.

Siyasi görüşü her ne olursa olsun, seçimde O’na oy vermiş olsun ya da olmasın, herkesin Cumhurbaşkanı’dır ve bu devlet bağımsız bir devletse, bağımsız herhangi bir devletin başkanının hak ettiği oranda hürmeti hak etmektedir.

Bu, bir kişiden öteye, bir makama olan borçtur.

Bu kişi bugün Mustafa Akıncı olur, yarın Ersin Tatar olur, Tufan Erhürman ya da bir başkası olur.

Bunun bir önemi yoktur.

Son söz sandığındır, hangi aday kendini topluma daha iyi anlatabilirse, toplum hangi adaya daha çok inanır ve güvenirse, sandık bize onu işaret edecektir.

Ve sonuç ne olursa olsun, hepimizin ortaklaşması ve üzerinde birleşmesi gereken asgari müşterek ise, o makamı ve o makam nezdinde, Kıbrıslılığımızı ve bağımsızlığımızı koruyabilme gailesi olmalıdır.