Her şey birilerinin birşeyleri ille de sahiplenmesi ile başladı. “Bu ev benim”, “Bu toprak benim” diyerekten. Daha sonra, ‘bu ev...’, ‘bu evler...’; ‘bu toprak’, ‘bu topraklar’ oluverdi. Gün geçtikçe sahiplenilen evlerin sayısı da çoğaldı. Toprağın yüzölçümü de büyüdükçe büyüdü. Bütün bunlar olurken hiç kimse sesini çıkarmadı, kabullendi. Kim bilir ? Belki de hep bir lider, bir patron gereksinimi duyulmasındandı... Zaman içinde sahiplenenler güçlendi, ‘sahiplenen’ güçlendikçe de, daha da fazla sahiplenmeye devam etti. Gücüne güç kattı v.s. v.s. v.s. Topraklarını (!) kendisi dışındaki aç gözlülerden koruma ihtiyacı duydu sonra. Ordular kurdu. Ordularını, ya el koyduğu toprakları korumak ya da topraklarına toprak katmak için savaştırdı, kan döktü. Bir zamanların, toprağı çevreleyen çitlerin, hatta kaleleri çevreleyen hendeklerin, millerce uzayıp giden tel örgülerin, duvarların yerini ise ‘sınırlar’ aldı.
Ben söylemiyorum bütün bunları, bazı tarihçiler, bazı bilim adamları, bazı sosyologlar, yani büyük büyük adamlar söylüyorlar.
Bakın Jean Jacques Rousseau ne demiş, bir zamanlar:
Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Burası benimdir” diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman, biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara “Sakın dinlemeyin bu sahtekarı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz” diye haykırsaydı, işte o adam, insan türünü, nice suçlardan nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.
----
Kıbrıs sorununun da en önemli konularından biridir ‘emlak’ konusu. Kanlı bir savaş yaşanmış ve sonucunda da on binlerce insan, malını mülkünü, evini barkını geride bırakıp kendini daha emniyetli bölgelere atmıştır. Kimisi bölünen adanın güneyine, kimisi de kuzeyine.
Sorun büyük.... Büyük çünkü uluslararası dünya, ‘savaşla elde edilen toprak’ diye bir anlayışı kabul etmiyor. Onlar hala, “kuzeydeki malın gerçek sahibi de, güneydeki malın sahibi de ‘tapusunu’ elinde bulundurandır” diyor.
Sorun büyük.... Çünkü Kuzey’in ‘akıllıları’, dünyaya karşın ve de tüm uyarılara karşın, başkasının malına-mülküne ‘tapu’ verdi. Güney ise hala, Türk mülkünü tutanlardan –sembolik de olsa- bir kira alıyor. Ve onlara “Mal sizin değil haaa....” demeye de devam ediyor.
Sorun büyük... Büyük çünkü, aradan çok uzuuuun yıllar geçmiş. Kuzeydeki, verileni almış kabullenmiş. Hatta yatırım yapmış, belki para da kazanmış. Hatta ve hatta kendisine anası tarafından hediye edilen (!) mal sayesinde, hayalinde bile görmediği kadar zengin de olmuş...
Sorun büyük.... Çünkü, hala, Kuzeydeki bazı ‘ortaçağ’ (hatta İlkçağ) kafalılar, “Kanla aldık masada vermeyüzzzzz” diyor....
-----
Barış görüşmeleri yeniden hareketlendi. Mal-mülk konusu henüz gündemde değil. Ama eninde sonunda masadaki yerini alacak. Masanın ‘bizim’ tarafımızdakileri de başlarını en çok ağrıtacak konunun mal-mülk meselesi olacağını biliyor. Bu konuda dünya gerçeğinin, bize anlatılanların aksine olduğunun da bilincindeler. Önemli bir sorun da, bu konuda ‘aldatılanlara’ gerçeği anlatmak...
Haaa.... Bir de, belki de, ‘aldatanlar’dan da yaptıklarının hesabını sormak....