Kıbrıs Türk ekonomisinde mal ve hizmet üretim stratejileri 1974’den beri istikrarlı bir program üzerine oturtulmamıştır. Genellikle de Türkiye hükümetlerinin ve bürokratlarının düşüncelerine göre şekillenmiş ve nerdeyse her gelenle değişmiştir.
Dolayısıyla, Kıbrıs Türk ekonomisi üretkenliği süreç içinde azalmış, pazar faaliyetleri gerilemiştir. Devlet de siyasetçinin popülist bonkörlüğü nedeniyle en iyi istihdam yeri olmuş, seçilme derdine düşen hükümet partisi ve siyasetçi de hesapsız istihdamlar yapmıştır. Azalan ekonomi faaliyet gelirleri ve artan personel giderleri ile baş başa kalan devletin, bütce açığı büyüdükçe büyümüş.
Bütcenin ana sponsoru olan Türkiye sonunda bu işi zapt-ı rapt altına almak ve KKTC’nin TC’ye maliyetini düşürmek için, sıfatı ‘ekonomik’ olan ancak devlet bütcesinin gelir giderini dengeleme hedefli ‘mali’ paketler vermeye başladı. İki de hareket noktası belirledi. Birincisi bütçe dengesini sağlamak için gelirleri artırmak yerine, giderleri azaltmak; ikincisi de mali paket uygulandıkça kaynak aktarmak…
Son UBP hükümetine verilen paket de bu strateji üzerine kurulu ve belirgin bir şekilde ‘kamu çalışanlarını fakirleştirme’ hedefli idi. Kıbrıs Türk sağ siyasi partilerinin, seçim kazanmak ve hükümette olmak için, çoğu zaman da Türkiye hükümetlerinin desteğini de alarak kamu çalışanlarına yaptığı bonkörlük artık söndürülecek, Kıbrıslı Türkler hem mal ve hizmet üretiminden koparılacak hem de fakirleştirilerek Türkiye’ye daha bağımlı hale getirilecekti…
Normal ekonomilerde, kamu çalışanlarından beslenen pazar faaliyetleri normal değildir… Kuzey Kıbrıs’ta yaşanan süreç içinde pazar faaliyetleri kamu çalışanlarının harcamaları ile sürüyordu, halen de öyledir. Ekonomi bilimine pek uygun olmayan bu kurguda, her aybaşı piyasaya akan maaşlar ve hele ki 13. maaşlar pazar faaliyetlerini tetiklemektedir. Ancak, son yıllarda kamu çalışanlarının fakirleştirilmesi, yani satın alma gücünün geriletilmesi, pazar faaliyetlerini de beraberinde geriletmiştir. Fakirleşen yurttaş, alışageldiği yaşam düzeyini korumak için de alternatif ucuz pazarlara yönelmiştir, bunlar da Güney Kıbrıs ve Türkiye pazarlarıdır. Dolayısıyla, her aybaşı Kuzey Kıbrıs pazarına düşen paranın satın alma gücü azalırken, meblağı da azalmaya başladı.
Pazar faaliyetleri gerileyince, özel sektör bunu ekonominin daralması olarak yaşamaya başladı. Gariptir ki, özel sektörün Ticaret Odası gibi kuruluşları, aslında kendi müşterileri olan kamu çalışanlarının satın alma gücünün gerilemesini yani fakirleşmesini destekler bir duruş aldı. Bu duruş paketin sahibi olan TC hükümetini ve Kuzey Kıbrıs’ta uygulayıcısı olan UBP hükümetini çok cesaretlendirdi. Şimdi de özel sektör “ekonomi acaba neden daraldı?” diye kara-kara düşünmektedir.
Özel sektör, kamu çalışanlarının maaşlarından yapılacak tasarrufların ekonomiye aktarılacak kaynak olacağını düşünmüş ve bu nedenle destek vermişse, yanıldı. Tasarruf edilen meblağ TC’de kaldı, çünkü TC tasarruf edilen meblağı kendi sponsorluk meblağından eksiltti. Kamu çalışanlarının düşük ücretleri nedeniyle devletin istihdamda cazip olmayacağı ve dolayısıyla insan kaynakları açısından sıkıntı yaşamayacağını düşünmüş ve destek vermişse, ekonomi daralınca kendi faaliyetleri de gerileyen özel sektör, açıkta kalan insan kaynaklarından istihdam yapamamaktadır.
Dolayısıyla, uygulandığı ilk andan itibaren ‘Kıbrıslı Türkleri mal ve hizmet üretiminden çıkarıp fakir tüketiciler haline getirecek” olan bu pakete uygulayıcılarından başka sahip çıkan kalmadı; Ticaret Odası dahi endişelerini belirtmeye başladı.
Yeni hükümet bu paketin bazı bölümlerini değiştirerek uygulama eğiliminde; bu eğilim gözden geçirilmelidir. Mevcut pakette karşı çıkılan temel nokta, paketin “Kıbrıslı Türkleri mal ve hizmet üretiminden koparıp fakir tüketiciler yapma” vizyonudur; istenmeyen de bu vizyona ulaşmayı gerçekleştirecek uygulamalardır.
Hükümetin, “Kıbrıslı Türklerin satın alma gücünü artırarak ekonomisinde pazar faaliyetlerini tetikleyen ve dolayısıyla piyasadaki talep ve arzı yükselten, buna bağlı olarak da mal ve hizmet üretiminde sürdürülebilir büyüyen, kaçağı olmayan ve zenginlik dağılımı adil bir ekonomi” vizyonuna sahip ve bu vizyona ulaşacak uygulamaları içeren yeni ve yepyeni bir program hazırlaması gerekiyor.
Hazırlanan program elbette Türkiye hükümeti ile de görüşülmelidir. Onların eğilimi, eski vizyon doğrultusunda ise, bu da Kıbrıslı Türklerle paylaşılmalıdır; çünkü konu bu aşamada artık hükümetin değil, Kıbrıslı Türklerin sorunudur.