Uzun yıllar boyunca Türkiye ile ilişkilerimiz Vatan Millet Sakarya edebiyatı ile yürütüldü. Rauf Denktaş her fırsatta milliyetçi hamaset yaparken siyasal alanda barıştan, emekten, demokrasiden söz edenlerin başına gelmedik kalmadı.
Hamaset “gönül bağları” üzerine kurulmuştu. Gönül bağlarını diline dolayanlar, Kıbrıs’ta istediği gibi cirit atıyordu. İktidar bu şekilde kurgulanmıştı. Dünyanın içinde bulunduğu konjonktür ve evrensel boyutta siyasetin evrimleşme safhaları bize bu çerçevede yansıyordu belki.
20. yüzyıl Kıbrıs özelinde milliyetçilerin çağıydı…
21. yüzyılda yaşanan küresel ekonomik krizler ve ekonomik varlıklarını sürdürebilmek adına ülkelerin kendi sınırlarını aşarak diğer ülkelerle karşılıklı bağımlılık temelinde işbirliği yapma zorunluluğu milliyetçilerin dünyasını altüst etti. Aşırılıklar törpülendi. Bizde de çocukluğumuzda midemizi rahatsız edercesine Türkiye nutukları atanların dünyası karardı.
Fiiliyatta Kıbrıs sorunu olduğu yerde duruyordu ama dünya değiştikçe ülkemizde iktidar kaynağı sayılan o gönül bağları savı ikinci planda kaldı. Mali yardım bağımlılığının olumsuz yansımaları yaşandı. Gönüller kırıldı. Ne Kıbrıslı Türklerin ne de Türkiye’nin eski ilişki biçimini sürdürecek tarzda bir yaklaşımı vardır artık.
Türkiye iç siyasetinde hangi gelişmeler yaşanırsa yaşansın Türkiye “ulusal dava” diyerek Kıbrıslı Türklere karşılıksız ekonomik imkânlar sunmayacak. İş o raddeye vardı ki bizim değişen dünyayı kavramakta geciktiğimizi, yapısal reformlarımıza odaklanamadığımızı ve Türkiye ile karşılıklı bağımlılık temelinde yeni ilişkiler kurmaktansa eski düzendeki alışkanlıklar çerçevesinde Türkiye’den beklentiler içerisinde olduğumuzu fark ettikçe Türkiye yetkililerinin, “Kıbrıs sorunu çözülse de kurtulsak bu dertten” deme noktasına gelebileceğinden endişe duymaya başladık.
Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz. Bir dönemin sonuna geldik.
Kıbrıslı Rumlar işgal edebiyatından temkinli bir şekilde uzaklaşma ve bölgedeki gelişmeler ışığında enerji ihraç eden ülke olma stratejisi doğrultusunda Türkiye ile ilişkilerini yeniden düzenleme niyetinde görünüyor. Yeni müzakere süreci eğer başarıya ulaşacaksa temel dinamiği bu niyet olacak. Bölgemizdeki güney enerji koridorunda siyasi sebeplerle sıkıntılar yaşanmaması adına düğmeye basılmıştır. Taraflar kendi çıkarları doğrultusunda ciddiyetle bu sürece katkı yapmak niyetinde görünüyor. Süreci birlikte yaşayacağız. Bize düşen çözüm ülküsü doğrultusunda hareket etmek ve değişen dünyaya adaptasyon için siyasi irade sergilemektir.
Bu bağlamda, başımızı iki elimizin arasına koyup düşünmeliyiz.
Mali yardım bağımlılığı illetinden kurtulmak ve Türkiye ile münasebetlerimizde medeni biçimde karşılıklı bağımlılık ilişkisi temelinde gelişmeler yaşanmasını sağlamak adına elimizdeki imkânlar nelerdir?
Mali yardım bağımlılığı, gönül bağları hamaseti ile yaratılan adil olmayan düzenin bir sonucudur. Bu düzeni gerçek anlamda tedavi edebilmenin yolu büyük oranda çözüm ve AB üyeliği dinamiğine sarılmaktan geçmektedir. Bu dinamiği bizim de tıpkı Kıbrıslı Rumların yapmaya çalıştığı gibi yeni gelir kaynaklarının önündeki engelleri aşmak adına ele almamız gerekmektedir.
Eğitim, turizm ve yaşanacak süreçte yeniden canlanacak inşaat sektörü ile bir yere kadar öngördüğümüz değişimleri hayata geçirebiliriz.
Bunlara bir de enerji sektörünü katmamız mümkün müdür?
Kıbrıslı Rumlar enerji ihraç eden ülke olmayı öngörürken biz bunu nasıl ele alacağız? İsrail ve Kıbrıs doğal gazının Türkiye üzerinden pazarlanması ve bu minvalde Kıbrıslı Türklerin de sürecin bir parçasına dönüşmesi mümkün mü? Elektrikte Kıbrıs Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanacaksa bizim de söz sahibi olmak için çözüm öncesinde ve sonrasında atmamız gereken adımlar var mı?
Bölgemizdeki ülkeler sürekli birbirleriyle enerji anlaşmaları imzalarken bizde bu gibi konulara kafa yormak da birileri tarafından vatan hainliği addedilecekse, tekrar etmekte yarar vardır:
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla… Vatan hainliğine devam etmeyenler utansın…