Eskiler öyle derdi eskiden; “malın var derdin var”...
Elbette malı olanlar bunun nasıl bir “dert” olduğunu kendileri bilir ama malı olmayan için pek anlam taşımazdı bu deyiş.
Yine de bir yerde bir “dert” edinme vardı kuşkusuz.
Mesela; malı evlatara paylaştırmadan çıkan bir sorun, var olan mal; bir “dert”e dönüşmesine neden olabilmekteydi.
Ya da ortak bir mal sahipliğin varsa ve ortağınla bir sorun yaşamaya başlarsan, yine o mal; “dert”li mal olmaya adaydır.
Malı olmayanın yaşamının da “eğreti” bir yaşam olmasından dolayı mal edinebilmek için kendi malına sahip olmak ve eşine, evlatlarına miras bırakacak bir dünya malı için çabaladığı da bir gerçek. Hani bir başka deyişte dile getirildiği gibi; “dikili bir ağacın olsun”...
Ama yine de şu “mal” üzerine epey deyişlerimiz var toplum arasında; “mal canın yongasıdır” misali.
Bazı insanlar yaşamın; kendilerine dayatılan ve öğretilenden farklı olduğunun farkındalığına vardığı zaman, yaşamdan zevk alabilmenin yollarından birinin de; “mal bağımlılığından” kurutulmak olduğuna inanıp, yaşamını idame ettirebilecek kadarını elinde tutup gerisi “dert” kaynaklarını satıp, geriye kalan yaşamını en kaliteli ve yaşamdan zevk alarak geçirmeyi benimser.
Kimisi için de “dünya malı dünyada” diyerek, bir önceki felsefeye yakın bir davranışla, yaşarken –varsa malı- evlatlarına dağıtır ve “hayrını görünüz” der. Kime hayır kime dert artık onların sorunu olur gider.
Ama bir mal-toprak; sırasında geçmişin tek bağı; dedelerden gelen bir miras ve ailenin geçmişini taşıyorsa; “dert” olsa da elden çıkarmak için insan iki kez düşünür.
Düşünme şansınız varsa bunu yaparsınız da ya elinizde olmayan, bir başka güç tarafından elinizden “razı göstermeksizin” alınıyorsa bunun karşısında nasıl bir tepkiniz olabilir?
İşte 1963’lerden 1974’lere kadar bu topraklarda yaşanılan savaşlar neticesinde, toplamda neredeyse on bin’e yakın Kıbrıslı insanın (Türk-Rum-Ermeni-Maronit) bir yerden bir yere göç ettirilmeleri gerçeği ortada. Kimisi “karşı” tarafın saldırısıyla, korkutulmasıyla, kimileri “büyüklerin-liderlerin” aldığı kararlarla toplu göçler yaşamıştır. Hem de bir kalem bile almaksızın, terk edilen geçmişler.
Bu durumda o toprak, o ev; terk edenin geçmişinin tek bağlantısı olmasından dolayı hem maddi hem de özellikle “duygusal” bir anlam ifade etmektedir. Ve böylesi bir göçettirmede göç edenler her daim, göç etmeyenlere oranla her zaman mahrumdur.
Yeni bir mal-ev-arazi ile (dünya hukukunda yeri olmaksızın) göç edenlerin mahrumiyeti ne kadar giderilmeye çalışılsa da “duygusal” bağ her zaman olmuştur.
1974’te göç ettirilen Kıbrıslı Türklerin, bıraktıkları mallara karşılık kuzey idare tarafından “dünya hukukunda yeri olmaksızın” mal verilmiş olmasına rağmen, kimi insanımız için mağduriyetleri karşılanamamıştır. Kimileri ise “devlet babanın” verdiği ve bir mal bırakmaksızın mal edinirken, “ganimet kültürünün” de en hızlı şekilde doğmasına neden olmuştur.
Soru şu ki; “kimin malı kime ve ne hakla verilebiliyor?”
***
1960’lardan bugüne yaklaşık 50 yıl geçti. Bu konuda çok kavgalar edildi toplum içerisinde, hükümetler arasında, partilerin söylemlerinde.
İki lider arasında görüşmelerin devam etti şu günlerde –bırakın dönüşümlü başkanlığı- en önemli ve sorunun çözüm anahtarı olan “mal mübadelesi” konusudur.
Önümüzde şöyle bir gerçek var:
1-Güneyde mal bırakıp burada mal alanlar
2-Güneyde mal bırakmayıp, Kıbrıslı olup kuzey’de kendisine yaşam için yer tahsis edilenler
3-Güneyde mal bırakmayıp, Kıbrıslı olmayı, 1975’de adaya Türkiye’den göçettirilen insanlara verilen mallar,
4-Kuzey yönetimi tarafından yaratılan yeni “hak”larla (mücahit puanları gibi) verilen malların sahipleri,
4-Tüm bunlara ek olarak da; büyüyen toplumda, insanların yaşam sürmeleri için Rum arazilerinin üzerine yapılan yaşam alanlarından borç-harç ile aldıkları ev sahipleri, boş Rum arazilerine ekonomik iş yaşamı adına (ki yaşamsal boyutu vardır) kurulan iş yerlerinin sahipleri var.
Evet büyük bir kaos gibi görünmektedir bu işin çözümü.
Fakat bir yerden başlanıp, tekrardan ödenmesi gereken bir meblağ, geri iade edilebilecek bir durum var ise ödenip/iade edilip, bunun sonucunda da dünya hukukunda bir mal edinmenin gereği de kaçınılmazdır.
Ve bir yerden başlanmazsa, bizden sonraki kuşaklara bırakacağımız en acı miras bu olacaktır.
Çünkü şu anda ne kuzey’de Rum mallarında, ne de güney’de Türk mallarında oturanlar, oturdukları bu malın gerçek sahipleri değildirler.