Hani mantığın bittiği, duygulara teslim olduğumuz anlar vardır ya; işte mantığın bittiği, daha doğrusu, henüz başlamadığı yere gidiyoruz şimdi...
“Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim” şiirini okumuş veya duymuşsunuzdur sanırım.
“Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan,
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam” diye dizeleri olan...
Daldan dala atlamış gibi olacağım biraz ama; “Miyazma” kelimesini duydunuz mu peki hiç? Kendi başına hayatını sürdürebilen güç anlamına gelen bu kelimenin, Yunan mitolojisinde yer alan bir efsaneden köken alan ikinci anlamı da “havadaki kokuda yer alan hastalık”, “çürüyüp kötü kokan varlıkların buharı” olarak geçiyor... Tehlikenin kokusunu almak mümkün yani…
Aslında çok uzun bir nörobilim konusu olan “koku” duyusunu diğer duyulardan ayıran önemli bir özellik var: Duygularımıza ve duygu durumumuza direkt etki ederek, güçlü bir irkilme ile tepki verdiğimiz en temel duyumuz oluyor kendileri!
Görme, duyma ve dokunma duyusundan bile önce, tek hücreli organizmaların etrafındaki kimyasallara tepki verebilmesi adına evrimleşmiş en eski, en ilkel duyu olan koku duyusu, en uzun evrimsel geçmişe sahip ve insan beyninde de en eski bölgelerden birine karşılık geliyor. İnsan 4 tip ışık reseptörü ve 4 tip dokunma reseptörüne sahipken, daha önce evrimleşen koku duyusuna ait en az 1000 farklı reseptör tipi bulunuyor insanda.
Beynimiz olayları bütünüyle kaydetme ve anı olarak depolama özelliğine sahip. Epizodik bellek, belirli deneyimlerin, durumların ve olayların hatırlanmasını içeren uzun süreli belleğimiz. Ve bu hafıza beynimizde koku alma soğanı ile yan yana olduğundan, kokular ile anılar arasındaki ilişkiyi çok güçlü kılıyor. İşte bu yüzden bir koku aldığımızda unuttuğumuzu zannettiğimiz bir anımız aniden tüm gerçekliğiyle canlanabiliyor. İşte bu yüzden bazı duygularımız koku ile baş döndürücü bir şekilde yükselebiliyor!
Çevremizde, gittiğimiz bir yerde veya yaşam alanımızda burnumuza daha önce hiç gelmeyen kokular bulunabiliyor. Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum, ama çoğu zaman ilk kez aldığımız bir kokuyu tam olarak isimlendiremiyoruz. O kokuyu yaratan nesneyle ifade etmeye çalışıyor, “balık kokusu gibi bir koku var.”, “yasemin gibi kokuyor.” şeklinde benzetmelerden faydalanarak ifade ediyoruz.
İsimlendiremiyoruz yani, duygularımız gibi...
Beynimizde duyuların işlendiği Limbik sistem dediğimiz sinir ağı içerisinde, aynı zamanda öfke, saldırganlık, kızgınlık, beğeni, sevgi, şefkat, cinsellik, haz gibi bir çok önemli duygu işleniyor ve beynimizin bu kısmı diğer beyin bölgeleriyle işbirliği yaparak duygu merkezimizi oluşturuyor. Yine aynı bölgede, tüm hayatımız boyunca duygu, davranış ve düşüncelerimize yön veren “bellek” yer alıyor. Görme, işitme, dokunma veya tat gibi diğer uyaranlar, limbik sistemin bir öğesi olan “talamus” adlı aktarma/filtreleme merkezine uğradıktan sonra gerekli beyin bölgesine iletiliyorken, koku duyusunu taşıyan sinir hücreleri Limbik sisteme direkt bağlanıyor. İşte bu nedenle Beyindeki “olfactory bulb” yani koku alma soğanı, beyinde hafıza merkezleriyle çok yakın... Bu bölgelerde, beyin zarından gelen tüm bilgiler toplanıyor. Koku duyusu, hiçbir filtre ile karşılaşmadan “duygu” yaratabildiği için güçlü ve ayrıcalıklı bir duyu olma özelliğine sahip.
Günümüzde düşünce ve anlama ile ilgili olan görsellik üzerinden kurgulanıyor hayatlarımız.
Resimlerde veya fotoğraflardaki görüntüleri bir çerçeve içinde kabul ediyor ve çerçevenin içindekini anlamaya çalışıyoruz, bu da bizi nesneden uzaklaştırıyor. Öte yandan işitme duyusu gibi koku da bize belli bir kalıp olmaksızın geliyor, ortamımıza ve benliğimize nüfuz ederek bizi içine alıyor. Koku ve sesi bir çerçeve içine alamıyoruz, aksine bu duyular ortamımızda var oldukları andan itibaren onlarla birlikte yaşamaya başlıyor, biz onların çerçevesi içerisine giriyoruz.
İşte tam da bu sebeple “gözden kaçırma”, “temas etmeme” gibi bir riski yok. Duyusal algılarımız sağlıklı olduğu sürece işitme duyusu gibi, koku da kaçınılmaz bir uyaran olarak, duygularımızı ve belleğimizi etkiliyor. O yüzden özlediğimizde sevdiğimizin boynunun kokusu burnumuzda tütebiliyor; zira koku içeren anılar beynimize dövme gibi kazınıyor.
“Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun
Ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk
Ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda”
Tıpkı yazının başında alıntı yaptığımız şiirin bir çok yerinde olduğu gibi; anılarımızda isimlendirilememiş bazı duyguları açığa çıkaran bir duyu koku... Bazen bir ortamı, bazen bir olayı, bazen güzel bir insanı bir anda aklımıza getiren...
Ve süzgeçten geçmiyor... Mantığın bittiği, daha doğrusu henüz başlamadığı yerde, koku duyusu bizi anılarımıza ve duygularımıza teslim ediyor!