Simge Çerkezoğlu
Boyanın imge ile etkileşimini kendine özgü figürleriyle anlatan Ruzen Atakan gerek kişiliği gerekse de resimlerindeki kendine has tarzı ile her daim takdir toplamaya devam ediyor.
Atakan kendisini başka sanatçılardan ayıran bakış açısını ve Maraş’a dair çizdiği resimlerin detaylarını Adres Kıbrıs’la paylaştı. “Maraş savaşın onursuz yüzü olarak karşımızda duruyor” diyerek bölgeyi sanatsal bir gözle yeniden anlamlandırdı.
DÜŞSEL GERÇEKÇİ RESİMLER
“Bir gün ressam olacağım” sözünü çocuk yaşta telaffuz eden Atakan, o gün bugündür de bu yoldan hiç dönmemiş. Hayatının her döneminde resimle hep içi içe bir hayat yaşamış.
“Bazı yaşlarda her çocuk kendini ressam sanır. İlkokul döneminde en net hatırladığım bir arkadaşımın boyası benden daha güzelse onu çok kıskanırdım. Boyalar beni çok heyecanlandırırdı. Hatta hiç unutmam Funda diye bir arkadaşım vardı ve ona İngiltere’den setler halinde boyalar gelmişti. Görünce hemen yanına oturdum, arkadaş oldum ve boyalarını kullanmak istedim. Resmi hep çok sevdim. Zaman içinde resim öğretmeni olmaya karar verdim. O zaman ressamlık dile henüz çok yerleşmiş bir kavram değildi. Resim konusundaki bu ısrarım ortaokul ve lise yıllarında da devam etti. Israrımdan hiç vazgeçmedim. Hep o yolda ilerledim. Tüm boş zamanlarımda resim hayatımda oldu. Elbette profesyonel anlamda resme başlangıcım üniversiteye adım attıktan sonra oldu. Artık resmi seçmemin tek nedeni resim yapmak değildi. Sanatçı kavramıyla bir şeyler üretme heyecanı da hissetmeye başladım. Hayatın akışı içinde her zaman resim ve resim yapmak oldu.
Atakan’nın resimlerini en güzel ifade biçimi sanırım “düşsel gerçekçi resimler” olurdu. Atakan da buna katılıyor, kendi resim tarzını benzer şekilde tanımlıyor.
“Resimlerimin bir gerçekçilik tarafı var tabii ama o gerçekçiliğin içinde benim zihnimdeki mekânların, yerlerin forumları, görüntüler önemli. Bu tanımlama resimlerime yakın bir tanımlama ancak belli dönemlerde farklı yönlere girdiğim de oldu ve oluyor. Sonuçta sanat bir araştırma biçimidir. Resim yapmak demek sadece gördüğünü çizmek ya da sadece duygularını aktarmak anlamına gelmiyor. Bu ayrıca uzun vadeli bir araştırma sürecini de içinde barındırıyor. Ressam görüntüsünü kendi yaratmalı. Bu olurken de bazı şeyleri görmezden gelmeli. Tabii içinde bulunduğumuz çağda görmemek çok zor. Elinizin altındaki küçük bir telefon dahi dünyayı önünüze getirebiliyor. Her şeye ulaşmanızı mümkün kılıyor. Dolayısı ile bu ortamda yeni bir şey üretmek de çok zor. Ortaya bir iş çıkarırsınız, sonra araştırırken bir de bakarsınız ki bunu başkaları da yapmış. O yüzden çalışma öncesi çokça araştırma yapmak gerekiyor. Resim yapmak sadece yetenek bakımından iki boyutlu bir şeyleri aktarmak değil. Mesaj vermek, ifade sunmak ve bir şeyler yaratmak gerekiyor. Ortaya çıkan eserin etkili olması için de sürecin bu şekilde gelişmesi kaçınılmaz oluyor. Tabii yaratım sürecim de süreklilik arz etmiyor. Bazen ortaya çıkardığım resimlerden biraz uzaklaşıp tekrar bakıp yeniden değerlendirmelerde de bulunuyorum. Resim yapmak artık benim için bedensel bir ihtiyaç gibi. Zihnimin bu yaratım sürecine ihtiyaç duyduğunu hissediyorum. Ya resim yaparak ya da araştırma yaparak hayatımda resme hep yer veriyorum”
‘FİGÜRATİF RESİMLER’
Resimdeki tarzını ise figüratif olarak ifade eden Atakan bu figürlerin yeni bir anlayışa sahip olduğunu açıklıyor.
“Benim figüratif bir resim tarzım var ama yeni anlayışla figüratif resimler yaptığımı söyleyebiliriz. Michelangelo ya da Cezanne’nin gerçekçi yaklaşımlarının dışında bir figür merkezim var. Figürlerim benim değiştirmelerim sonucunda bazen parçalanır bazen soyutlanır. Ama resimlerimde her zaman figürler vardır. Mekânlarımda soyutlamalar olabilir. Yine de figür görüntüsü her zaman resimlerime yansır. Elbette her sanatçı gibi benim de resimlerimde kendi iç dünyamın yansımaları var. Kendi dünyam, olaylara nereden baktığım, deneyimlerim tüm resimlerime yansıyor. Her insan gördüklerinden farklı sonuçlar çıkarıyor. Bazen ortak konseptlerle de sergiler açarız ancak aynı konsept dahi olsa ortaya çok farklı eserler çıkar.”
“ÖLÜ BÖLGE SERSEMLİĞİ”
Atakan’nın da dâhil olduğu üç sanatçı altı ay boyunca Maraş’ın nasıl ölü bir bölgeye dönüştüğünü resimlerle, yerleştirmelerle (estalasyon) ve metinlerle anlattılar.
“Maraş’ı resmetme fikri Maraş konusunda workshop hazırlayan Paula Closson isimli Amerikalı bir yazarın fikriyle başladı. Kendisi Maraş konusunda çalışıyor ve metinler yazıyordu. Daha sonra bu projeye Kıbrıslı Rum ressam arkadaşımız Andros Efstatiou dâhil oldu. Aralarına bir de Türk sanatçı katmak isteyince bana bu fikirle geldiler. Zamanla ben de projeye dâhil oldum. Böylece üçlü çalışmalar başlattık. Paula yaklaşık üç yıl burada yaşayan bir Amerikalı olarak bölgeden çok etkilenmiş ve konuyu politikadan uzaklaştırıp sanatsal bir boyuta taşımak istemişti.”
Sergi bir anlamda bizi, Maraş’a, ulaşamayacağımız bir yere hayallerle ulaştırıyor, olaya bambaşka çok daha insani bir yönden bakmamızı sağlıyor.
“Maraş içine hiç girmediğimiz, hep duyduğumuz, hep birileri tarafından anlatılan, okuduğumuz anılar ve fotoğraflarla bildiğimiz bir yer. Ama her şeye rağmen bize hep uzak olan ulaşılmaz bir yer. Hatta önümüzde engel gibi duran bir yer. Üç sanatçı olarak Maraş’ı farklı açılardan değerlendirdik. Paula Amerika’dan buraya görevli gelen birisiydi, olaylara uzaktan yabancı bir gözle baktı. Ona göre Maraş bir hayalet kentti. Hatta ona romantik dahi gelen yönleri vardı. Bu hisleriyle şiirler de yazdı. Andros ve benim için ise şehrin anlamı çok daha farklı. Biz bu konuya dair çok hikâye dinledik. Bölgenin insani yönünü gördük. Dünyaya mal olan bir yerin bir anlamda yok edilişine şahitlik ettik. Elbette tüm bunları canlandırmak çok zordu. Gerilimli bir süreçti. Eserlerimden emin olmalıydım. Hassas bir konuydu. Çalışmalarım sonucunda yaptığım yedi resmi sergilenmeye uygun buldum.”
Öte yandan Kıbrıslı Rum ressam Andros ise sergiye estalasyon ile katkı yaptı. Atakan, estalasyon ve Andros’un eserleri konusunda da bizi aydınlatıyor.
“Estalasyon da bir resim türü ancak resmi canlandırmak için heykel düzenlemeleri kullanılıyor. Çok da ilginç bir heykel düzenlemesi oldu doğrusu, hayalet şehri canlandırdı. Estalasyonlar karşısında benim eserlerim de tam, benzer anlamlar taşıyan eserler oldu. Bu eserlerle farklı iki duruşta insan gibi görünsek de ortaya benzer duygularla birşeyler çıkardık. Andros’un Maraş’a dair çocukluk anıları da vardı. Yine de olaylardan benzer şekilde etkilendik. Paula’nın şiirleri de bizim çalışmalarımıza çok denk geldi. Belki normal bir insanla bu konuyu konuşuyor olsak ortaya daha fazla farklılıklar çıkardı. Ancak işin içine sanat girince ortada buluşmak çok daha kolay oldu. Sanatçılar savaşa ya da savaşın yarattığı acılara, işgallere evrensel bakış açısı geliştiriyor. Bu sanatsal bakış açısı da bizi buluşturan nokta oldu. Sanat tarihini izlediğinizde ne muhafazakârlık ne de milliyetçiliğe aslında sanatta yer olmadığını görürsünüz. Anlarsınız ki zaman içinde bunlar sanata dâhil olmuşsa bile zamanla kaybolup gitmiş ve kalıcılığı olmamıştır.”
“Ölü Bölge Sersemliği” ismi hayli etkileyici ve Maraş’a çok uygun bir ifade… Atakan bu ismin nereden geldiğini anlatıyor.
“İlk başta Paula herkesten isim talebinde bulundu. Sonra şiirlerinden birinde bu ifade geçiyordu. Aslında şiirde kullanılan ifade Vertigo, baş dönmesi olarak bildiğimiz hastalığı anlatıyordu ama zaten o da insanda sersemlik yaratan bir durumdur. Biz onu sersemlik olarak çevirdik, bence çok da güzel oldu. Fonetik olarak da ortaya çok iyi bir isim çıktı.”
MARAŞ’IN AÇILMASIYLA SAVAŞ BİTMİŞ OLACAK
Konu sanatsal bir bakış açısıyla anlatılmaya çalışınsa da ister istemez politikadan sıyrılamıyor. Atakan bunu nedenini konunun kendi içinde politik olmasına bağlıyor.
“Tabii konu politik. Ne kadar sanatsal olarak anlatılsa da politika işin içine giriyor. İki toplumun da barışa en yakın olduğu dönemlerde bile toprak konusu en büyük problem. Hatta bana göre tek problem. Hayatını kaybedenlerin yakınları bulunuyor, gömülüyor. Zaten hayatta bundan öte bir acı olamaz. İnsanlar bunu dahi zamanla aşıyor. Ancak Maraş gibi toprak konusu bir türlü aşılamıyor. Çözülemiyor. Bugün elbette iki tarafta da çok çok güzel oteller var. Ancak Maraş savaşın onursuz yüzü olarak karşımızda duruyor. Yoksa bu anlamda yerine konmayacak bir şey yok hayatta. Maraş artık sadece turistik bir mekan olarak görülmemeli, bu aslında bir savaş sonrası travması. Maraş’ı vermek de psikolojik olarak rahatlama anlamına gelecek. Belki de sahipleri eski Maraş’ı kurmak da istemeyecek. Sadece orada yaşanmayı bekleyen bir özür var. Bu savaş bitti mesajı var. İki toplumun savaşa bakışının son noktası olabilir. ”