Kıbrıslı ünlü yazar Vivian Avramidu Plumbis, halen Prag’ta hayatını sürdürüyor ancak kalbi burada, Kıbrıs’ta atıyor…
Geçtiğimiz haftalarda Maraş’ın bazı yollarının açılmasıyla birlikte sosyal medyaya düşen fotoğraflara bakarak, Maraş’ın insani yüzü ve 46 yıl sonra ortaya çıkan tabloyla birlikte kırılan kalpleri yazdı…
Çeşitli fotoğraflar için Rumca olarak kaleme aldığı yazılarını, ricamız üzerine İngilizce’ye çevirdi – biz de değerli arkadaşımız Vivian’ın yazdıklarını okurlarımız için Türkçeleştirdik…
Kendisine yazılarını bizim için Rumca’dan İngilizce’ye çevirdiği için çok teşekkür ediyoruz…
Vivian Avramidu Plumbis’in kaleme aldığı Maraş’la ilgili hatıralarının devamı şöyle:
“Maraş’ta Pavlos Kiriakos Kitabevi…”
Mikelanj’nın Floransa’daki çalışmaları, bu kitapçıdan ilk aldığım, aslında İngilizce olarak almış olduğum ilk kitaptı… Bu, Sandra’dan, teyzemden ve İngilizce öğretmenimden bir Noel hediyesiydi. Ve bu kitap eğer rönesans sanat dünyasına ilk adımım idiyse, kitap denen tapınağın anahtarı da, kitabın sarılmış olduğu kağıttaydı… Bu kitap Pavlos Kiriakos Kitabevi’ndendi…
Bu kitabevi Demokrasi Caddesi’nde açılalı yalnızca iki veya üç yıl olmuştu ki bu alışveriş bölgesinde büyük bir üne sahip olmuştu… Onüç yaşında, büyük bir hayranlık duyuyordum… O kadar büyük bir hayranlıktı bu, kendi başıma bu kitabevinden içeriye adım atma cesareti bulamıyordum.
6 Ocak’taki Ortodoks dini tatilinin ertesi günü, Mikelanj’ın sarılı olduğu kağıdı saran dedemin peleriniyle birlikte (o gün babalar ve dedeler, gençlere hediye olarak para verirdi), bisikletimin üzerinde Demokrasi Sokağı’nda yol alıyordum… Sanki de teyzemin bu armağanı bana yeni haklar tanımıştı… Şimdi artık bu kitabevine tek başıma gidebilirdim.
Tam olarak ne istediğimi çok iyi biliyordum çünkü tüm tatil dönemi boyunca, vitrinde duruyordu ve onunla flört ediyordum… Yalnızca kapağı bile beni büyülemişti… Bu, Da Vinci’nin çizimleriyle ilgili ciltsiz bir albümdü… Kitabevinin girişinde aniden durdum. Evet, hala bu problemim vardi. Sanki de bu mağazadaki şeylere dokanma iznim yokmuş gibi geliyordu ve sanki de bir şey almadan çıkıp gidemezdim, en azından küçük bir şey… Ve zengin tahta döşemesi, ortadaki büyük merdivenleriyle bu mağaza bana çok pahalı görünüyordu.
Çekingen biçimde kapı eşiğinde dururken, büyük patronun, tombul ve sempatik Bay Paul’un gözüne ilişmiştim – gözlüklerini siliyordu, büyük rafın yanında duruyordu…
“Hoşgeldiniz” dedi yüksek sesle, ben de dönüp kime seslendiğine baktım. Ama hayır… Bay Paul’un bu güzel karşılaması, sadece benim içindi… Ve böylece ilk kez ve ondan sonra her defasında, sakince dükkana girdim. Sahibinin “Hoşgeldiniz”I, sanki de bir tür üyelik kartına dönüşmüştü benim için…
O zaman kitabı gerçekten satın almıştım ve hatırlıyorum, ödedikten sonra, yüzüm kıpkırmızı olmadan ve herkes gülmeye başlamadan hemen önce, hayatımın ileriki yıllarında benim de bir “Pavlos Kiriaku mağazası açacağımı” declare etmiştim…
Dün beni Maraş’tan aradığın zaman işte bunları düşünüyordum… Sen bana “Bomboş” demiştin ve sesin titremişti… “Yalnızca tabelası duruyor, o bile tam değil, yarısı duruyor… Tek bir kitap yok, tek bir sayfa bile yok… Bay Paul da yok, bana “Hoşgeldin!” diyecek…
O günlerde Theodora, biliyorum kıskanıyordum… O “Hoşgeldiniz”in yalnızca bana söylenmediğini kavrayınca kıskanıyordum… Şimdi artık biliyorum ki benden başka tüm bir kuşağa sanat ve edebiyatı aşılayan Pavlos Kiriakos’un kitapçı dükkanıydı…
Maraş’ı hatırlayacak olan son kuşak yani…”
“Elenitsa Teyze’nin kahkahası ve müzik…”
“Elenitsa teyze, o günden hatırladığım senin kristal berraklığındaki kahkahandı… Deniz kenarındaki Serenissima binasının ilk katındaki senin yeni apartman dairene öğle yemeği için gelmiştik, Pazar öğleden sonraydı… Sırtımı bulvara dönmüş vaziyette, senin balkonunda duruyorum… Saksılarına dağıtmış olduğun denizkabukları arasından seçtiğim çok güzel bir denizkabuğu var ellerimde. Sen bana bu denizkabuğunu kulağıma dayadığım zaman, denizen benim için şarkı söyleyeceğini anlatmıştın… Keşke senin sesini duyabilseydim, şakalar yaparak sana inciten Jimmy’nin sesini duyabilseydim, ve senin yüksek sesli kahkahalarla gülüşünü…
Sırtımı sokağa vermişim ve güzel apartman dairesine bakıyorum, koltuklar balkona bakacak şekilde düzenlenmiş… Bunun yanında Jimmy’nin büyük bir kütüphaneye sahip ofisi bulunuyor… İşte ben o tahta müzik kutusunu orada bulmuştum… Hemen kurmuştum ve bronz parçacıkların, piyano tuşları gibi silindir iğneciklere tırmanıp boşluğu metalik bir müzikle doldurmasını izliyordum… Teyzeciğim bu evdeki herşeyi sihirli buluyordum. Oturma odasını yemek odasından ayıran tek bir adımda, dev bir ayna vardı ve bu ayna herşeyi çifteye katlayıp dev gibi gösteriyordu… Herşey büyülüydü, renk ve ışıkla doluydu…
Jimmy’nin Theodora Nine’ye bir armağan aldığı aynı gündü bu; küçük bir yarasa kemiğiydi bu, kağıt oynarken bu yarasa kemiği kazanmasına yardımcı olacakmış, Jimmy, Theodora Nine’ye öyle demişti … Bir kağıt parçasına sarmıştı bunu ve cüzdanına koymuştu Theodora Nine, böylece nine de en büyük oğlunun şakalarına gülüp neşelenme fırsatı elde etmişti…
Ancak o günün en büyük büyülü olayı, bizi evine buyur ederkenki ilk 90 saniye idi. Ön kapının yanındaki pikaba Jimmy, Strauss’un trompetli girişini çalmayı seçmişti bizim için… “Zerdüşt böyle buyurdu”dan “Gündoğumu” parçasıydı bu. Jimmy amca pikabın sesini sonuna kadar açmıştı ve sen onu sesi kısması için ikna etmeye çalışıyordun, kahkahalar içerisinde! Nasıl da gülüyordun!
Şimdi herşey yitip gitti Elenitsa teyze… Şimdi arkadaşlarımız, apartman dairenin altından geçiyor, açık pencerene bakıyorlar, başlarını sallıyorlar ve sessizliği dinliyorlar… Kaldırımda oturup azıcık dinleniyorlar, hiçbirşey beklemeksizin… Şimdi artık biliyoruz ki müzik bitmiştir, onunla birlikte o büyü de yitip gitmiştir…
Ve merak edip duruyorum: O zaman bize Zerdüşt’ün anlatmaya çalıştığının nesini düzgün biçimde anlayamadık? Tanrısız, o kadar küçük, o kadar önemsiz nasıl öylece bırakılabilmiştik?”
(Vivian Avramidu Plumbis’in dün ve bugün bu sayfalarda yayımlanmış öykülerini İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 28.10.2020)
Engomi’de yeni kazılar…
Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürüttüğü ve gerek 1974, gerekse 1963-64 “kaybı” Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin aranmakta olduğu kazılar devam ediyor.
Kayıplar Komitesi’nden aldığımız bilgilere göre Engomi’de (Tuzla) yeni kazılara başlandı. Bir evin bahçesi dışında, bir tarlanın içerisinde bir “kayıp” şahsın gömülü olabileceği bilgisi üzerine Kayıplar Komitesi burada kazı başlattı.
Kayıplar Komitesi’nin Kutsovendi’de (Güngör) başlattığı kazı tamamlanırken, Lapta’da balıkçı barınağına yakın bir noktada ve Templos’ta (Zeytinlik) kazılar sürdürülüyor.
Dikomo’daki (Dikmen) kazı da tamamlanırken, kuyu kazısı yürüten ekip bu kez Maratovuno’ya (Ulukışla) gönderildi. Halen Maratovuno’da iki ekip kazı yürütüyor – bunlardan birisi kuyu kazısı, diğeri ise arazide kazı yürütecek ve “kayıplar”ın burada da aranmasına devam edilecek.
Mia Milya’da (Haspolat) bir dere yatağında bazı Kıbrıslırum “kayıplar”ın arandığı bir diğer kazı devam ederken, Kıbrıs’ın güneyinde de Strovulos bölgesinde bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gömü yerinin arandığı kazı da devam ediyor.
Kayıplar Komitesi kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.
DEVAM EDECEK