Bir okurumuzun Maraş’ın kapalı olmayan bir bölgesinde köpeğini gezdirirken aşırı yağışlar nedeniyle açığa çıkan bazı kemikler görüp bunu bize bildirmesi, kemikleri fotoğraflandırması ve fotoğraflarını da bizimle paylaşması ardından biz de Kayıplar Komitesi’ni aynı gün bilgilendirerek bunları incelemesini istemiştik.
Geçtiğimiz Cuma günü (7 Ocak 2022) Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Araştırma Bölümü’nden uzman arkeologlar okurumuzu ziyaret ederek kemikleri gördüğü yere birlikte gittiler ve kemikler üzerinde yaptıkları incelemede bunların insan değil, hayvan kemiği olduğunu belirlediler.
Konuyla ilgili olarak sorularımızı yanıtlayan Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Araştırmalardan Sorumlu Asistanı Antropolog Okan Oktay, “Maraş’ın açık bölgesinde bulunan kemiklerin insan kemiği değil, hayvan kemiği olduğu anlaşılmıştır” diye konuştu.
Gerek okurumuza göstermiş olduğu duyarlılık, gerekse Kayıplar Komitesi’ne bölgeye gidip yerinde inceleme yaptıkları için çok teşekkür ediyoruz.
Yağışlar, kazıları da etkiledi...
Pazar akşamından bu yana adamızı etkisi altına alan yoğun yağışlar, Kayıplar Komitesi’nin yürütmekte olduğu kazıları da etkiledi...
Dün (Pazartesi) yağışlar nedeniyle kazılar yapılamadı, bugün de yağışlar ve yağış sonucu oluşan çamurlar nedeniyle kazılara başlanması beklenmiyor.
Konuyla ilgili olarak Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan aldığımız bilgilere göre önümüzdeki günlerde yağışların azalma durumuna göre, kazılara kaldığı yerden başlanacak...
Yağışlar öncesinde yapılmakta olan kazılardan Lefkonuk’ta (Geçitkale) bir dereyatağında dört “kayıp” şahıstan geride kalanlara ulaşılmıştı... Aynı şekilde, Ayakebir’de de (Dilekkaya) yol kenarında iki “kayıp” şahıstan geride kalanlar bulunmuştu...
Kayıplar Komitesi, adamızın kuzeyinde ve güneyinde, iki toplumlu kazı ekipleriyle yıllardır kazılar yürüterek gerek 1963, gerekse 1974 “kaybı” Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerini arıyor...
Kayıplar Komitesi’nin tüm çalışanlarına biz de “Kolay gelsin” diyoruz...
Bildiklerinizi Kayıplar Komitesi’yle paylaşmak istiyorsanız, 181 ihbar hattını arayabilirsiniz. Bildiklerinizi bizimle isimli veya isimsiz olarak da paylaşabilirsiniz. Bizim telefon numaramız da 0542 853 8436...
Bu insani konuda bildiklerinizi paylaşarak “kayıp” yakınlarının ızdırap dolu bekleyişlerine son verebilirsiniz... En ufak bir ipucu dahi, “kayıp”ların gömü yerlerinin bulunmasında yardımcı olabilir...
Dilekkaya'da kazılardan görünüm...
“Hafıza Yetersiz-Hrant Dink İçin Bir Film...”
Yetvart Danzikyan
Yazar ve yönetmen Ümit Kıvanç, AGOS gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in öldürülüşünün 15. yıldönümü yaklaşırken, uzun süredir emek verdiği filmi de tamamladı.
"Hafıza Yetersiz-Hrant Dink İçin Bir Film" başlıklı yaklaşık bir saatlik çalışma, ilk olarak 13 Ocak’ta saat 20.00'de Hrant Dink Vakfı’nın internet sitesinden yayınlanacak. Film, Ümit Kıvanç’ın vimeo ve Youtube kanallarından da yayınlanacak. Kıvanç ile Hrant Dink’i ve yeni filmini konuştuk.
*** Filmde Hrant Dink'in konuşmaları ve o sözlere eşlik eden, kimi senin özel olarak çektiğin, kimi ise konuyla ilgili, bana göre hayli çarpıcı ve yer yer şiirsel görüntüler ve elbette müzik var. Böyle bir film yapmaya seni sevkeden neydi?
Hrant’ın esas güçlü, etkili, içe işleyen, yüreklere dokunan, insanları meraka veya bildiklerinden şüphe duymaya, araştırmaya, öğrenmeye, ezberlerini reddedebilmeyi göze almayı gerektiren cesur kararlara, girişimlere yönelten hüneri, anlatışı, söyleyişiydi. Kağıda yazılan, basılan sözleri de kolayca geçiştirilecek, etkisiz sözler değildi şüphesiz. Ama esas Hrant, konuşan bir adamdı.
İki yönden. Biri şöyle: Filmde bir yerde de geçtiği üzre, “...onlarla da konuşuruz” gibi bir yaklaşımı, kararı, tavrı vardı. Ufak bir azınlık dışında herkesin kendisine karşı şartlandırıldığı, hattâ düşman edilmiş olduğu bir arenaya çıkmıştı, oradan, kendisinin arslanların kaplanların önüne atılması için gırtlak patlatarak tezahürat yapanlara, “hele bir dinleyin” diye seslenir gibiydi. “Hele bi dinleyin, bakın göreceksiniz, nasıl konuşabileceğiz.” Aşağı yukarı bunun gibi bir şeydi, tavrı.
İkinci olarak, öylesine büyük ve köklü, yerleşmiş, yine onun filme de aldığım deyişiyle, “genetik koda işlenmiş” bir acıyı, sonuna kadar haklı mağduriyet halini, haksızlığa, adaletsizliğin en beterine maruz kalmışlık duygusunu, içtenliği ilk saniyesinden itibaren belli olan ve herkesi saran umutvarlıkla, yumuşak ifadeler ve güleryüzle birarada önümüze koyabilmesi... Bu, onun konuşmasına muazzam bir derinlik ve zenginlik kazandırıyordu. Suçlamıyor, sitem ediyordu. Sitem tarzı, kırgınlığını bildirdiği muhatabını aşağılamayışı, düşmanlaştırmayışı, aksine diyaloğa çağırışıyla, başlıbaşına edebiyattı. Tragedya barındıran edebiyat.
Hrant’ın yazılarının derlendiği kitaplar çıkarıldı, aramızdan ayrılışından sonra. Ama biz Delal’le, Arat’la zaman zaman, “Yahu, esas onun konuşmalarından bir şey yapmak lazım,” der dururduk. Hrant’tan kalacak olan, yalnız yazılı metinler olamazdı. Onun nasıl konuştuğunu, nasıl anlattığını insanlar bilmeliydi. Tanımamış olanlar onu duymalıydı.
Gelin görün ki, aramızda bu işi yapması beklenen ilk kişi olarak benim oturup, öldürülmesinden sonra yaşadıklarımızın yolaçtığı, sönmeyen, dinmeyen öfkemi de zaptedip, haftalarca Hrant’ı konuşurken dinleyebilecek, fakat aynı anda sakin kalabilecek ve birşeyler üretip kurgulayacak metanetim ve kuvvetim yoktu. Bunu bulabilmem bu kadar zaman aldı. Soğukkanlı kararlar veremez, duygularınıza kapılmış sürüklenir halde film falan yapamazsınız. Esin olmadan hiçbir eser üretilemez, duygularınızın karışmadığı sanat eserinin ne tadı ne kokusu olur, ama aklınız yerinde değilse kişisel hezeyandan başka şey ortaya çıkarmanız zordur.
Birkaç yıl önce girişecek olduk. Norayr (Olgar) elimizde ne malzeme varsa toparladı, bana aktardı. Ben bunlara şöyle bir göz atma girişimlerimin hepsinden sonra, deyim yerindeyse, onları orada öylece bırakıp uzağa kaçtım. Nihayet, 2015’ten itibaren yaşadıklarımızın aşağılayıcı ağırlığı ve ruhlarımızın uğratıldığı tahribat yüzünden sanırım, bir çeşit hissizleşme sendromu başgösterdi. Anti-depresanların yanısıra, bünyenin kendini korumak için başvurduğu bir yol olduğunu sanıyorum. Ben de bundan ve salgın döneminin yarattığı zorunlu izolasyon halinden yararlanarak, belki biraz da, “yavaş yavaş ne yapacaksak yapalım, yarınımız belirsiz” kaygılarının tesiriyle, bu işe giriştim.
“Belgesel sinema”nın kapsadığı yelpazenin iyice genişlemiş oluşundan yararlanarak, bol soyutlamalı, simgeli, dolaylı işaretlerle, göndermelerle dolu, sanatsal bakımdan da ağırlığı olmasını umduğum bir film yaptım. Tarif etmesi hakikaten çok zor, ama Hrant’ın dümdüz bir mevzudan bahsederken bile insanı bambaşka yerlere yönlendirebilen bir zenginliği bize hissettirebildiğini sanıyorum. Kendisi bile bunun ne kadar farkındaydı, bilemiyorum.
Daha önce yaptığım Ahmet Kaya filmini (“Uçurtmam Tellere Takıldı”) hep “biz bu adama ne yaptık filmi” diye tarif etmiştim. “Hafıza Yetersiz” filmi için de şu tarifi yapabilirim: “Neyin kıymetini bilemedik filmi”.
*** Bu sözlerin epeyce bir kısmı daha önce bildiğimiz sözler değil sanırım. Ben bazılarını ilk kez duyuyorum. Kapsamlı bir arşiv çalışması yaptın değil mi?
Az önce de belirttim. Hrant Dink Vakfı zaten toparlanabilecek her şeyi toparlamıştı. Düzenli arşiv oluşturmaları, işin en önemli kısmını baştan halletmiş oldu. Ben, elime gelen konuşmaları defalarca dinledim, temaları tespit ettim. Bunlar arasında geçişli bir akış olabilsin diye düzenledim. Bunca yılın kurgu tecrübesiyle artık elimdeki malzemeden neyin nasıl çıkacağını bulmakta zorlanmıyorum. Bu işin zorlayıcı yanı, üzerinde çalışırken insanın işittiklerine gerekli mesafeyi koyabilmekte sıkıntı çekmesi. Hrant’ı dinlemeye kaptırıp gidebiliyor ve kendinizi, filmi tek adım ileri götürmemiş, aynı şeyleri kırkıncı defa dinlerken bulabiliyorsunuz.
Filmin duyurusu için hazırladığım görsellerin üzerine “Hrant’ın sözü” ibaresini yerleştirdim. Bu film, Hrant’ın sözü ve onun yarattığı atmosferin görselleştirilmesidir. Şöyle bir iddiası da var tabiî: “İşte, Hrant bize bunu diyordu”yu eksiksiz ortaya koymak, yani Hrant’ın kaydedilmiş sesiyle oluşturulabilecek en özlü ve anlamlı bütünü içermek. Burada en önemli ayrıntı da, onun sözündeki nüansları atlamamak. Çünkü Hrant hem failin, hem kurbanın mirasçılarına sesleniyordu. Hattâ birine seslenirken öbürünün de işiteceğini varsayarak, kulak vermesini umarak konuşuyordu.
*** Filmin ismi "Hafıza Yetersiz-Hrant Dink İçin Bir Film" Hafıza Yetersiz ismi, nereden geliyor?
Filmin adını koyma sürecim bu sefer öncekilere hiç benzemedi. Neredeyse sona yaklaşırken hâlâ ortada isim yoktu. Fakat görüntülerdeki bir ayrıntıya fena halde takılmıştım. Filmde de göreceksiniz, Hrant Agos’ta, masasında oturuyor, gazete okuyor, az ötede eski ufak bir Mac açık, dikey ekranlı, ekranda bir uyarı, Word programı için yeterli hafızanın olmadığını belirtiyor. Programı açamamış, muhtemelen RAM yetersizliğinden. Fakat oradaki İngilizce lafı, yani “There is no memory for Word”ü benim algı mekanizmam anında “...for words”e çevirdi ve söylenen sözleri anlayabilmemiz için yeterli hafızanın varolmayışı gibi bir durumdan sözedildiğini vehmettim. Bilgisayar ekranındaki sıradan uyarının, bize söylenen bazı sözleri anlamayışımız, anlamak istemeyişimiz, bunlara yer açmaktaki gönülsüzlüğümüz vs. ile bağlantısını kurmaya tek “s” harfi yetebilecekti.
Bu yüzden, anlayanın anlayacağı şekilde, o bilgisayar ekranı filmde, aslında azıcık alâkasız şekilde, görülüyor. Bu da bu söyleşiyi okuyacak olanlara ufak bir güzellik olsun. (Ne yazık ki görüntü eski ve düşük kaliteli, bu uyarının aslı tam okunamıyor.)
*** Filmin yolculuğu nasıl olacak?
Hrant Dink Vakfı’nın sayfasından ve benim Vimeo ve YouTube kanallarımdan izlenebilecek. Belki başka sitelerde de yeralabilir. Gösterimler olur mu, nerede ne zaman olur, henüz belirlenmiş bir şey yok. Salgın yeni yeni virüs varyantlarıyla kendini yeniliyor, bu da sanırım gösterimlere pek meydan vermeyecektir. Ama şahsen internette ve her an ulaşılabilir olmasını önemsiyorum daha çok. Bir de, film, insanların izlerken ve izledikten sonra işittikleriyle, gördükleriyle yalnız kalmaları halinde daha derinlemesine yaşanabilecek bir tecrübe sunuyor. Bu yüzden, herkesin gönlünden geçtiğinde Hrant’ın sözü ve ona eşlik eden görüntülerin atmosferiyle başbaşa kalabilmesi daha önemli.
*** Cinayetin üzerinden 15 yıl geçti. Dava faslını sık sık konuşuyoruz, anmalarda düşüncelerimizi dile getiriyoruz. Bu konuya da girebilirsin elbette ama daha insani açıdan bakarsak, zor bir soru olduğunu biliyorum, Hrant Dink'siz 15 yıl, nasıl bir 15 yıl oldu? Mesela bana sorduklarında "Aslında Türkiye bu soruyu kendine sormalı" diyorum. Türkiye neyi kaybetti sence?
Bu soruya cevaben hile yapsam olur mu? “Cevabı filmde” diyerek. Çünkü tam da bu cevabı görsel-işitsel olarak verebilmek için Hafıza Yetersiz’i yaptım. Film bize neyi kaybettiğimizi hatırlatıyor. Kimilerine belki ilk defa anlatıyor olacak.
Bizimki de vazgeçemediğimiz, kaçınamadığımız bir umut ya da belki daha doğrusu inat. Neyi kaybettiğinin farkında olmayana kaybettiğinin değerini anlatmak çok zor. Hele bunu anlamamak işine geliyorsa. Ancak insanların, memleketin ilelebet böyle kalacağını düşünmek için de sebep yok. Bugünkü karanlığımızı ve umutsuzluğumuzu gelecek kuşaklara miras bırakamayız. İlaveten, en zorlu sorunu bile düşmanlıktan barışçıl bir ortak gelecek çıkarmaya cesaret ederek çözmeye çalışan biriyle beraber yaşamış, ona dokunmuş olduğumuzu, bize ve herkese bütün bu sözleri söylemiş olduğunu unutturmak da, “Hrant’ın arkadaşıyım” diyen biri için haysiyetini çöpe atmakla eşdeğer olurdu.
Gerçi Hrant ve halletmek için yırtındığı hayatî mesele açısından bakıldığında memleketimizde “haysiyet” gibi bir konu başlığı acınacak ölçüde gülünç kalıyor ama...
(AGOS – Yetvart DANZİGYAN – 9.1.2022)