“Maraş’ta Hüseyin adlı bir şöförümüz vardı... Araba sürmeyi o öğrettiydi bana...”

Sevgül Uludağ

96 yaşındaki Kıbrıslırum okurumuz Lilika Kolakidis, geçtiğimiz günlerde bizi arayarak şunları söyledi:

***  Sevgili Sevgül, yazılarını her Pazar günü POLİTİS gazetesinden takip etmekteyim. Daha önce de seni birkaç kez aradım ama ulaşamadım. İyi ki varsın... Ben Maraş’tan Lilika Kolakidis. Şimdi neredeyse 96 yaşındayım. Lefkoşa’da yaşıyorum...

***  Maraş’taki evimiz Atina Sokağı’nda 9 numaradaydı... Bizim bir Kıbrıslıtürk şöförümüz vardı, adı Hüseyin’di... Ailemizin şöförlüğünü yapmaktaydı... Bana araba sürmeyi o öğrettiydi... Fakat babam 1950 yılında bir beyin kanaması geçirince, artık evden dışarıya çıkamayacak durumda olduğu için şöföre ihtiyacı kalmamıştı. O zaman Hüseyin Bey’e, “Artık sana ihtiyacımız kalmadı maalesef” demiştik. O da bize – geçmiş gün tam hatırlamam – işte Haziran’a, Temmuz’a kadar yanımızda çalışmaya devam etmek istediğini söylediydi, çünkü kızkardeşimin düğünü olacaktı ve kendisi kızkardeşimi düğüne bizzat götürmek istiyordu. Böylece bizimle kalmıştı bir süre daha ve Ayios Yeorgios Kserinos Kilisesi’ndeki düğüne şöförümüz Hüseyin Bey götürmüştü kızkardeşimi...

***  Rahmetlik babam Mochison Gemicilik Şirketi’nin temsilcisi olduğu için sık sık limana giderdi... Orada Kıbrıslıtürk arkadaşları vardı... Ayios Yeorgios Kserinos Kilisesi’ne de her Pazar giderdi...

***  Ben 1953 yılında Lefkoşa’ya evlendim, evimiz İngiliz Elçiliği’nin yakınındaydı – Kanlıdere’nin yanındaydı hemen evimiz. Bu evimiz de savaş esnasında yok edildi, bu evimizi de kaybettik. 1974 öncesinde derenin karşı tarafından Kıbrıslıtürkler geçer, gülerler, konuşurlardı ama ben onlara “Gelmeyin, şimdi gülersiniz, birazdan ateş açarsınız, korkarık” derdim. Gülerler ve “Nereden korkarsınız?” derlerdi. Ben da “Çünkü evde küçük çocuklarım var, ondan korkarık” derdim...

***  Yazılarınız için size teşekkür etmek ve sesinizi duymak istedim...

Biz de bu değerli okurumuza paylaştığı anılar nedeniyle çok teşekkür ediyoruz... Değerli okurlarım, bu ailenin şöförlüğünü yapmış olan Hüseyin Bey hakkında eğer bilgi sahibiyseniz lütfen beni arayınız... Telefon numaram 0542 853 8436... İsimli veya isimsiz olarak beni arayabilirsiniz. Bu arada “Mochison Gemicilik Şirketi” hakkında da ufak bir araştırma yaptık internet üzerinden. Kıbrıslırum okurumuz belki de Moss Hutchinson Gemicilik Şirketi’ni kastediyor diye düşündük... Çünkü bu şirket Fransa, İspanya, Portekiz, Akdeniz ülkeleri ve Karadeniz limanları arasında ticari faaliyetlerde bulunmaktaymış vakti zamanında...


***  KAYMAKLI’DAN ARKADAŞINI ARIYOR...

“Adı Nezire’ydi, öğretmen olduydu, Küçük Kaymaklı’dandı...”

Nondas Epaminonda, annesinin arkadaşını arıyor ve yardım istiyor...

Çeşitli Facebook gruplarına üç dilde duyuru yapan Nondas Epaminonda, şöyle yazdı:

“Annem ilkokuldayken birlikte oyun oynadıkları Kıbrıslıtürk bir arkadaşını arıyor. O şimdi 80 yaşında. Omorfita'da (Küçük Kaymaklı) iki katlı taştan evlerde yaşıyorlardı. Annemin arkadaşının adı Nezire'dir ve öğretmen olmuştur. Soyadı hatırlamıyor, annemin adı Theulla...”

Nondas Epaminonda’yla temasa geçtik ve anlattıklarından anladığımız kadarıyla, Küçük Kaymaklı’daki “Standart Evleri”nden söz ediyor gibi duruyor. Küçük Kaymaklı’da annesinin yaşadığı iki katlı evin karşısında Bakkal Thomas Kirnelis’in bakkal dükkanı varmış... Nezire Hanımlar’ın evlerinin arkasında da Küçük Kaymaklı/Yenişehir okul binası mevcutmuş – bu da şimdiki “Gülen Yüzler” İlkokulu’nu çağrıştırıyor... Okul, Küçük Kaymaklı’nın okulu olduğu halde, Yenişehir yani Neaboli’den de buraya öğrenciler gelirmiş...Ağaçlık bir bölge varmış ve burada oynarlarmış küçük Nezire ve küçük Theulla... Nezireler’in verandasına bir de salıncak kurulmuş ve burada sallanırlarmış. Nezire, Theulla’ya Türkçe bir şarkı da öğretmiş oynarlarken... Theulla Hanım, Nezire Hanım’ın annesinin adının Hatice olabileceğini de söylüyor ama bundan yüzde yüz emin değil...

Bu konuda bilgisi olan okurlarımı 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum...


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR...

“Eve veda...”

Erol Köroğlu

Bu bir veda yazısı...  Veda şu anda bulunduğum mekâna. Burası Ayvalık Cunda Adası’nda bir evin bahçesi. 27 yıldır her yaz geldiğimiz, bazen kısa bazen uzunca süreler kalabildiğimiz evimizin bahçesi. 100 metrekare bile değil. Fakat buranın dünyada bana bahşedilmiş bir cennet köşesi olduğunu düşünüyorum.

27 yıl önce, bu bahçede ışığı gördüm. Hani ölümden dönenlerin gördüklerini söylediği cinsten olan ışığı. Bahçe henüz topraktı, incir ağacı dışında bir bitki yoktu. Engin’le Fatma da buradaydılar. Bahçede mangalda balık yapmak istedik. Pek becerikli değildik ama uğraşa uğraşa yaptık. Pişmesi uzun sürmüştü ve balığa ileri derecede hırslanmıştım. Yani öyle olmuş olsam gerek, çünkü öyle bir saldırmışım ki, ağzıma attığım ilk lokma gırtlağımda takılmış kalmış. İşte o sırada ışığı gördüm. Fakat müzik yoktu. Belli ki, benimki sade bir tören olacaktı.

Ne var ki, ışığa ilerlemeye başlayamadan adımın seslenişiyle uyandım. Kötü kötü bakmışım Engin’e, ne rahatsız ediyorsun der gibi. Meğer ben sofraya yığılmışım ve Engin arkama geçip diyaframıma basınç yapmaya başlamış. O sırada Fatma paniğe kapılır gibi olunca, Engin ona “dur dur” demiş, Fatma da bunu “vur vur” anlayıp karnıma küçük ve seri yumruklar atmış. Fakat Fatma bana bir daha hiç el kaldırmadı, bunu söyleyebilirim.

Benim ışığa ilerleyişim böylece engellendikten sonra kalktık ve bahçedeki sofraya baktık. Beni çağıran o ışık kadar aklımda kalan diğer manzarayı da o zaman gördüm. Ben hayata döndürülmeye çalışılırken, kediler sofradaki balıkları o kadar güzel yemişlerdi ki, geride bembeyaz ve eksiksiz balık kılçıkları kalmıştı. O andan itibaren Cunda kedilerine burada olduğum her zaman en iyi hizmeti vermeye çalıştım. Tüm yıl değilse bile, ben buradayken hem bahçeye hem sokağa sabah ve akşam mama ve su servisi yapıldı.

Oysa artık gidiyoruz. Bir daha bu eve gelmeyeceğiz. Buradaki kedi dostlarımı unutmayacağım....

...  Cunda bundan sonra bizsiz geçirecek yazları. Bir izimiz kalacak mı acaba geride? Sağ evdeki Giritli teyze çoktan rahmetli oldu. Artık oğlu da orada oturmuyor. Güzelim Rum evi metruk halde. Sol tarafta İsmail Amca ile Ümran Teyze’nin oğlu Mustafa oturuyor. Midilli kökenli Ümran Teyze evvelki yıl vefat etti. Girit kökenli İsmail Amca gideli herhalde 10 sene olmuştur.

Bir keresinde İsmail Amca bana “buralar ne zaman iyiydi, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Ben 10 yıl önce, bilemedin 20 yıl önce demesini beklerken, “tek parti zamanında” deyince kendi gençlik ideolojimle çok eğlenmiştim. Teyzenin dünürü vardı, Engin ona “Kalimera Teyze” adını takmıştı. Mübadelede geldiklerinde henüz çocuk olan Kalimera Teyze bunadığı için sadece Rumca, Girit kökenlilerin deyimiyle Giriççe konuşurdu. Engin onun yanından geçerken, yüzüne eğilip “Kalimeraaaa, kalimera!” derdi.

Ev 1908 yapımı. Ana hatlarına müdahale etmeden, aslına uygun restore etmiştik. Bahçedeki tuvalet tapuda kayıtlı olduğu için yıkılamıyor mesela. Su motorunun deposu şu anda. Evde içine üç insanın girebileceği, yere gömülü bir küp var. Buna dokunmadık ve oldukça büyük bir alan kaplayan bu küpe baktıkça haz duyduk. İçme sularını burada tutarlarmış. Yerin altında olduğu için suyu serin tutuyor.

Kim yaptırdı acaba bu evi? Belki bir zeytinyağı tüccarı evlendirdiği büyük oğlu için yaptırmıştı. Kim bilir? Acaba çizen mimar ya da yapan ustaların adları neydi? Adada mı oturuyorlardı, yoksa Ayvalık’tan mı geliyorlardı? Ayvalık’tan Cunda’ya geçmek için nasıl tekneler kullanıyorlardı acaba? Poyraz estiğinde kürek çekmek ya da yelken kullanmak mümkün oluyor muydu?

Şimdi otel. Ondan önce yetimhane olarak kullanılmış. Çok uzun süre metruk kaldı ve adeta çürüdü. Cunda’nın en gösterişli binası: Despot’un evi. Despot Rum Ortodoks Kilisesi’nde metropolitten küçük ama gayet önemli bir paye. Cunda manastır ve kilise dolu. Ana kilise de 10 yıl kadar önce ünlü bir iş adamı tarafından restore ettirildi. Fakat kilise olarak değil, tuhaf bir müze olarak hizmete açıldı. Bina kurtuldu tabii ama Midilli’den ya da Yunanistan’ın başka yerlerinden gelecek Yunanlılar için, belki mesela bizim evin eski sahiplerinin torunları için kilise olarak muhafaza edilemez miydi? Sümela’da geçen hafta yaşananları hatırlayıp iyimserliğime gülüyor olsanız gerek.

Biz bu evde mutlu 27 yaz geçirdik. Arada zor zamanlar oldu. Memlekette zor olmayan zaman nadirattan, malum. Yine de buraya gelmek hayatımızı yenileyen, enerji dolduran bir şeydi her yaz. Umarım evi ilk yaptıranlar da, 1924’te köklerinden koparılana kadar burada mutlu bir zaman geçirmişlerdir. Dilerim Yunanistan’a gönderildiklerinde hayatlarında acı olabildiğince az olmuştur.

Buradan sürülmek hayatlarının en büyük acılarındandı elbette, bunun farkındayım. Fakat değiştiremeyeceğimiz koşullar üzerinden onların koptuğu bu mekânda yaşadık. Şimdi biz de gidiyoruz. Bizden sonra gelenler de burada güzel yaşasınlar. Cunda güzel. Gürültü kirliliğine, eğlence turizminin getirdiği tüm olumsuzluklara rağmen, burası Moshonisi, yani güzel kokulu ada. Kazdağları’ndan gelen rüzgârlarla nefes alıyor.

Dünya güzel. Çirkinleştiren bizleriz. Saçma hırslarımızla bu güzelliği yıkıyor, yok ediyoruz. İklim felaketinin en yoğun hissedildiği bu yaz, bir yandan da Akbelen Ormanı’na girilmesini, güzelim ağaçların katledilmesini izledik. Bunu da devlet yaptı. Başka pek çok şey gibi…

Hava kararıyor. Harika bir rüzgâr esiyor. Bahçeden son anıları belleğime aktarıyorum. Hayat sürsün diyorum. Bizle ya da bizsiz. Devletten ve kötülerden uzak olarak…

Yazının tümü için link:

https://artigercek.com/makale/eve-veda-262350?fbclid=IwAR2iDN5Q4vvNLhnTLB2Z3iwZV9MV82BsMqOW3B5mS3aYFvRSNpNlhy5zPRM

(ARTI GERÇEK – Erol Köroğlu – 21.8.2023)