Maraş’ta Percana katliamında öldürülmekten kurtarılanlar konuşuyor... (1)

Sevgül Uludağ

1974’te Kıbrıs’ta savaş patlak verdiği zaman, başlangıçta insanlar evlerinden ayrılmamıştı... Buna Maraş da dahildi... 20 Temmuz 1974 ile 14 Ağustos 1974 tarihleri arasında, çok büyük oranda nüfus hareketi olmamıştı... Ancak 14 Ağustos 1974’te ikinci harekatın başladığı, Mia Milya hattının kırıldığı öğrenilincedir ki pek çok yerleşim yerinde yaşayanlar, özellikle bazı Kıbrıslırumlar evlerinden, köylerinden, yerlerinden ayrılarak daha güvenli yerlere gitmeye çalışacaktı...

Maraş’ta da böyle olmuştu... 14 Ağustos 1974 sonrası Maraş’tan ayrılanlar, kendilerine daha güvenli, savaştan uzak yerler arayıp bulmuşlardı... Bazıları daha önceden gitmişti... Bazıları 14 veya 15 Ağustos tarihlerinde bu güzelim turizm kentini terkediyordu... Elbette kimsecikler farkında değildi bunun adayı bölen bir harekat olduğunun ve “taksim”in bizzat gerçekleşmekte olduğunun... Herkes birkaç günlüğüne veya birkaç saatliğine gitmekte olduklarını zannediyordu...

17 Ağustos 1974 tarihinde son derece dramatik bir şey meydana gelmişti: Her ne hikmetse, Kıbrıs Radyo Yayın Kurumu RİK tarafından Maraşlılar’a “Evlerinize geri dönünüz” çağrısı yapılmıştı... Maraşlı Kıbrıslırumlar da bulabildikleri araçlarla kente geri dönmeye çalışmışlardı... Maraş’ta Kıbrıslıtürkler’in ve Türk askerlerinin bulunduğunu bilmeden, doğrudan bir tuzağın içine düşüyorlardı... Giden yakalanıyor, araçlarından indiriliyor ve Percana’nın Bahçaları’na doğru yürütülüyordu...

Percana’nın Bahçaları’nda ilerleyen saatlerde katliam yaşanacaktı...

Bu katliamda öldürülmüş olanlar, hala “kayıp”tır – Percana’nın Bahçaları kana bulanmıştı... Anlatılanlara göre bazı Kıbrıslıtürkler’di bu katliamı yapanlar... Bunlardan bir tanesi giysilerine kan bulaşmasın diye çıplanmış, katliam ardından lekesiz giysilerini giymişti... Bir diğerinin üstü başı kan içinde kalmıştı...

Bu katliamı durduran bazı Türk subayları olmuştu... Oraya giden E… A... adlı Türk subayı, bu katliamı yapan askerleri dövmeye başlamıştı... Ve ondan sonra da Percana’nın Bahçaları’nda başka kimse öldürülmemişti... Ancak bu Türk subayı gördükleri karşısında o kadar şoke olmuştu ki yıllarca bu durumu atlatmakta zorlanmıştı... E…  A... adlı bu Türk subayı şu anda hayatta değil ancak Percana’nın Bahçaları’nda insanları kesin ölümden kurtaran, insancıllığıyla katliamlara son veren birisi olarak ödüllendirilmeli, örnek olarak gösterilmelidir... Çünkü öldürülmekte olan insanlar sivillerdi, evlerine gidip giysi almaya çalışan, RİK’in yanılttığı Maraş’ın sakinleriydi... Savaşla bir alakaları yoktu, asker değillerdi, silahsızdılar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, gençler, her tür insan vardı ancak bunlar sivil insanlardı... E…  A..., savaşta dahi masum sivillerin öldürülmemesi gerektiğini biliyordu ve yetkisini kullanarak bu savaş suçlarını durdurdu, engelledi, insanların hayatını kurtardı... Kıbrıslırumlar’ın ünlü heykeltraşı, Maraşlı Filippos Yabanis, onun kurtardıkları arasındaydı diye tahmin ediyoruz... Filippos Yabanis hayatını kurtaran bu subay için “Keşke bıraksaydı, ölseydim... Neden beni kurtardı? 48 senedir hiç uyuyamam geceleri, gördüklerimden, yaşadıklarımdan ötürü” diye anlatıyor ve duygularını Leymosun yakınlarındaki Fasula köyünde bir tepede kurduğu “Art Nest” yani “Sanat Yuvası”nda sergilediği heykellerine yansıtıyor... “Eğer onun ailesini bulursanız deyiniz ki babalarıyla gurur duysunlar” diye konuşuyor...

Bizim adını bilmediğimiz bir başka Türk subayı daha olabilir ve onu da bulmaya çalışacağız – o da Maraşlı Skevi Filippu’nun ve ailesinin hayatını kurtarmış, onlarla ilgilenmiş, onlara hiçbirinin dokanmamasını sağlamış... Evlerine götürmüş onları ve bir hafta boyunca günde üç kez yiyecek götürmüş onlara... Sonra da “Beni başka yere gönderiyorlar, o nedenle buradan ayrılmanız lazım” demiş ve onlara eşlik etmiş, güneye güvenlik içinde geçmelerini sağlamış... Skevi’nin babasına “İnsanın kız evladının olması ne demektir bilirim” demiş, “İstanbul’da benim de evlatlarım vardır...” Kısa boylu, sarışın, siyah bereli ve ağzında altın bir dişi olan bu iyi yürekli insanı Skevi bulup teşekkür etmek istiyor... Aslında Skevi’nin babasına İstanbul’daki adresini vermiş fakat babası göçmenlik esnasında bu adresi kaybetmiş... “Gel beni bul bir gün İstanbul’da” demiş Skevi’nin babasına... Şimdi Skevi, bu subay eğer hayattaysa onu bulmak ve ona teşekkür etmek istiyor...

Percana Bahçaları’ndaki katliamdan sağ kurtarılan Skevi Filippu ve Filippos Yabanis’le röportajlarımızı sağlayan aslında Fotos Kuzubis arkadaşımız oldu... Fotos Kuzubis İngiltere’de yaşıyor ancak zamanının bir kısmını da Kıbrıs’ta geçiriyor... Zeytinciklerine bakmaya geliyor bir dağ köyünde – kendisi bir Maraş göçmeni... Bu ilerici insan, bize “kayıplar” konusunda her zaman yardım ediyor, yakın geçmişimizle ilgili yardım ediyor, Percana’da katliamların yanısıra insanlığın da bulunduğunu kanıtlayan bu öykülerin kahramanlarıyla beni buluşturuyor...

Skevi Filippu’yla, Lefkoşa’da HAMUR restorantta röportaj yapıyoruz ve Fotos arkadaşımız da yardımcı oluyor, zaman zaman Rumca’dan İngilizce’ye çeviri de yapıyor bizim için... Filippos Yabanis’i görmek için ise canyoldaşım Zeki Erkut’u ve beni Ledra Palas barikatından alarak kendi arabasıyla Fasula’ya götürüyor, bütün günü Filippos’un heykellerinin sergilendiği “Art Nest”te geçiriyoruz, onunla röportaj yapıyoruz ve Fotos arkadaşımız bizim için yine zaman zaman çeviri yapıyor... Ona bu yürekten insancıl çabaları ve yardımları için çok teşekkür ediyorum...

Onlarla röportajlarımızı bugünden itibaren yayınlamaya başlıyoruz...

Skevi Filippu

Maraş’ta Percana’nın Bahçaları’nda yaşanan katliamdan sağ çıkabilen, ismini henüz bilmediğimiz bir Türk subayının yardımlarıyla hayatta kalabilen Skevi Filippu’yla röportajımız şöyle:

SORU: Skevi Filippu, kaç yaşındasın?

SKEVİ FİLİPPU: Şimdi 67 yaşındayım…

SORU: Maşallah… Maraş’ta mı dünyaya geldiydin?

SKEVİ FİLİPPU: Evet, Maraş’ta dünyaya geldim. Ayia Paraskevi’de… Evimin numarası ise 193 idi… Herşeyi çok iyi hatırlıyorum. Maraş’taki sokağımızın adı da Ayia Paraskevi idi. Yani Maraş’ta hem bölgenin adıydı Ayia Paraskevi, hem de sokağımızın adıydı. Benim adım da ninemin adından geliyor. Paraskevi, yani Skevi… Babamın adı Andreas Filippu, annemin adı Glikeriya Andreas Filippu…

SORU: Annenizin adı çok değişik bir isim…

SKEVİ FİLİPPU: Evet alışılmadık bir isimdir Glikeriya… Mahallede anneme “Gliku” derlerdi…

SORU: Anneniz nereliydi?

SKEVİ FİLİPPU: Annem Lapta Karavası’ndandı… Babam ise Gastriyalı’ydı (şimdiki adı Kalecik – S.U.) Gastriya, Mağusa Boğazı yakınında bir köydür…

SORU: Gastriya’yı biliyorum…

SKEVİ FİLİPPU: İşte bu nedenle Girne’yi seviyorum, Boğaz’ı seviyorum… Mağusa’yı seviyorum… Kıbrıs’ı seviyorum…

SORU: Kaç kardeştiniz Skevi?

SKEVİ FİLİPPU: Annemle babamın beş kızı bir oğlu olmuştu. 1974’te iki kızkardeşim İngiltere’ye gitmişti çünkü 1974 öncesi İngiltere’de geniş ailemiz yaşamaktaydı. Bir diğer kızkardeşim Ayia Paraskevi’deydi, ailemize ait evde. Ben üç numaraydım… Ben 1974’te 19 yaşındaydım… Babam önceleri evleri boyardı, boyacılık ederdi ancak 1974’te taksicilik yapmaktaydı. Annem ise 1974’te Hacısotiri’ye ait fabrikada işlerdi, portokalları paketlerlerdi başka ülkelere ihraç edilmek üzere… İşte o nedenle o paketleme tesisinde çalışan pek çok genç Kıbrıslıtürk, annemi ve kızkardeşimi tanıyorlardı… Benden daha küçük kızkardeşim Hacısotiri’de ihracat için portokal paketleme tesisinde çalışmaktaydı çünkü… O nedenle şanslı olduğumuzu hissediyorum…

SORU: Maraş’ta okula gitmiştin herhalde…

SKEVİ FİLİPPU: Evet… Okula Aşağı Maraş’ta gitmiştim, sonra da üç seneliğine, şimdi kuzeydeki üniversitenin olduğu bölgede bulunan okula gitmiştim. Birleşmiş Milletler’in olduğu bölgede GASA denen okula gitmiştim üç seneliğine…

SORU: Cimnasiyumdu bu yani… (Ortaokul)…

SKEVİ FİLİPPU: Evet, benzer bir şey… Okulu bitirdikten sonra bir fabrikada çalışmaya başlamıştım. “Vurga” idi bu fabrikanın adı. Ustam bir Kıbrıslıtürk kadındı, adı Avgusta idi… Bir Kıbrıslırum olan Andreas’la evliydi.

SORU: Kıbrıslırum birisiyle evlendiği için adını değiştirmek durumunda kalmıştı…

SKEVİ FİLİPPU: Evet… Ustam Avgusta, iyi bir insandı… Büyük bir fabrikaydı bu. Belki 40-50 genç kız çalışırdı bu fabrikada. Ustam Avgusta, fabrikanın sahibi Andreas ile evliydi.

SORU: Fabrikada ne üretiyordunuz?

SKEVİ FİLİPPU: Entariler, giysiler, tekstil ürünleri yani… Hacıhambi Sineması yakınındaydı bu fabrika. “Famagusta Palace”ın yanındaydı fabrika.

SORU: Ne kadar para kazanabiliyordun fabrikada Skevi, hatırlıyor musun?

SKEVİ FİLİPPU: Haftada üçbuçuk lira kazanıyordum! Bir şiline kebap alıyordum o zamanlar!

SORU: İstersen darbeden başalayalım… O günlerde 15 Temmuz 1974 darbesinden neler hatırlıyorsun? Maraş’ta birşeyler olmuş muydu?

SKEVİ FİLİPPU: Darbe günü ustamız bize “Darbe oldu, evinize gidiniz şimdi” demişti… O günlerde “Praksikobimma”nın yani “Darbe”nin ne manaya geldiği hakkında bir fikrim yoktu, bilmiyordum “darbe” ne demektir. Çabuk çabuk çantamı almış, otobüse binmeye gitmiştim, eve dönmek için. Sokaklarda ileri geri dolaşmakta olan pek çok silahlı Kıbrıslırum görmüştüm, bunlar arasında tanıdıklarım da vardı, durum kötü görünüyordu… Eve gitmiştim, ailem de evde toplanmıştı. Gece erkenden yatmıştım…

SORU: Sizin sokaktan herhangi birisini tutuklamışlar mıydı?

SKEVİ FİLİPPU: Hayır, hayır, sakindi sokak… Ancak silahlı insanlar dolaşıyordu sokaklarda…

SORU: Sonra fabrikaya çalışmaya gitmedin yani…

SKEVİ FİLİPPU: Hayır, hayır… Fabrikaya geri dönmedim, o iş bitmişti… Yani 15 Temmuz’da, neler oluyor yahu diye düşünmüştüm silahlı gençleri sokaklarda görünce…

SORU: 20 Temmuz 1974’te Türkiye çıkarma yapmaya başladığında adaya, neler olmuştu Maraş’ta?

SKEVİ FİLİPPU: Uçakların evimizin üstünden geçtiğini hatırlıyorum… Ateş açıldığını hatırlıyorum çı-çı-çı-çı diye… Uçaklar ateş açıyordu… Herkes yatakların altına giriyordu… Sonra bu ateş açmalar durmuştu…

SORU: Saat kaçta gelmişti uçaklar? Sabah mıydı, öğlen miydi, öğlenden sonra mıydı?

SKEVİ FİLİPPU: Sabah 11 civarında geldilerdi… Sonra annem bize, “Hade kızlar birkaç parça uruba alın yanınıza, bahçaya doğru yürüyüp gidelim” demişti… Annemin arkadaşlarına gitmiştim, yakınlarda büyük portokal bahçaları vardı…

SORU: Percana’nın bahçaları mıydı burası?

SKEVİ FİLİPPU: Hayır, hayır, Percana’nın bahçaları değildi… Burası, Percana’nın bahçalarından önceki bahçalardandı… Uçaklar yeniden gelmişti, yine ateş açıyorlardı… Gerçekten çok korkmuştum bu defa… Oradaki kadın herkes için yemek hazırlamıştı, çok insan vardı bu bahçada… Geceleyin orada kalmıştık.

SORU: Bu kadının adı neydi?

SKEVİ FİLİPPU: Şimdi vefat etti bu kadın, hayatta değildir. Ona “Şonu” diyorduk… Bu kadın iyi bir insandı, oğlu darbeye karışmış olsa da, kendisi iyiydi… Kızkardeşlerimden birisinin de vaftiz anasıydı. Oğlundan hoşlanmazdım darbeye karıştığı için ve onu her gördüğümde darbeyi hatırladığım için çok sinirlenirdim ama “Şonu” iyi bir kadındı ve ailemizin dostuydu. Kızkardeşim Niki’nin vaftiz anasıydı bu kadın.

SORU: “Şonu”nun bahçasına gittiğinizde annenle baban da sizinle birlikte miydi?

SKEVİ FİLİPPU: Evet, evet, herkes bir aradaydı…

SORU: Orada kaç gün kalmıştınız?

SKEVİ FİLİPPU: Sanırım 17 Ağustos 1974’ten bir hafta kadar önce babam taksici olduğu için, 20 Temmuz 1974’teki çatışmalarda yaralanmış olan bir Kıbrıslırum’u Ksilofağu’daki hastaneye getirip götürmekteydi… Ksilofağu köyü, İngiliz üsleri yakınında bir köydü… Hastanede yer olmadığı için onu hastaneye yatırmamışlardı Maraş’ta, köyü Ksilofağu’ya göndermişlerdi savaşta yaralanmış olan bu adamı… Babam da taksici olarak pansuman ve tedavi maksadıyla onu köyünden alıp hastaneye getirip götürmekteydi. Bu yaralı asker, Ksliofağu köyündendi, evi oradaydı – hastanede yeterli yatak olmadığı için her gün pansumana gidip geliyordu, babam taksisiyle onu getirip götürüyordu… Hastaneyi de Markos Oteli’ne taşımışlardı o dönemde…

Soldan sağa Niki, Skevi (Paraskevi ya da Lulli), Kulla ve Spiros kardeşler...

(Devam edecek)