*** Maraş’ta, Percana’nın Bahçaları’nda katliamı durduran bazı Türkiyeli subaylar, pek çok Kıbrıslırum’un hayatını kurtarmıştı... Öldürülmekten kurtarılan Maraşlı Skevi Filippu ve Filippos Yabanis, yaşadıklarını anlattılar... Skevi Filippu ve Filippos Yabanis, eğer hayattaysalar canlarını kurtaran o subaylara, değillerse ailelerine teşekkür etmek istiyor...
Maraş’ta Percana’nın Bahçaları’nda yaşanan katliamdan sağ çıkabilen, ismini henüz bilmediğimiz bir Türk subayının yardımlarıyla hayatta kalabilen Skevi Filippu’yla röportajımızın son bölümü şöyle:
SORU: Kızkardeşin ve erkek kardeşinle birlikte yani…
SKEVİ FİLİPPU: Evet, evet… Oraya gittiğimde, otomobilden indiğimde, annemle kızkardeşimi gördüm – orada yerde oturuyorlardı. Ve başka Kıbrıslırumlar da vardı, gocagarıcıklar, başkaları… Annemle kızkardeşimi görünce koşmuştum, onlara sarılmak için…
SORU: Erkek kardeşiniz kaç yaşındaydı?
SKEVİ FİLİPPU: Spiros 12 yaşındaydı… Annem Karaolos Kampı’nda kalırken bir Kıbrıslıtürk asker bulmuştu ki, portokalsuyu yapılan fabrikada çalışmaktaydı Hacısotiri’nin fabrikalarında…
Bu Kıbrıslıtürk asker, annemi görünca, “Gliku! Ne işin var senin burada?” demişti. “Dur ben sana yardım edeyim” demişti. Kızkardeşim da, orada çalışan Kıbrıslıtürk gençleri tanıyordu, biliyordu…
Ben oraya gittikten sonra babama da sesleniyoruz… Ve sonra da üç arabaya babamı, annemi bindirdik, kısacası bütün ailemiz üç arabaya bindik…
Babam “Size evimize nasıl gidileceğini göstereceğim” dedi. Sonra da evimize nasıl gidileceğini tarif etti.
Evimiz Ayia Paraskevi’de 193 numaradaydı… “Bizi evimize götürünüz” dedi babam…
Böylece gittik evimize, arabalardan indik, kahve yaptık bizi oraya götürenlere… Babam azıcık İngilizce konuşuyor onlarla çünkü taksici olduğu için biraz İngilizce konuşabiliyor.
Babama “Burada kalınız, kızlarınızı da alıp Frenaros’a giden yola gidip o tarafa geçmeye çalışmayınız çünkü orada başka Türk askerleri var ve sizi öldürebilirler ha!” diyorlar.
Babam da, “Tamam burada kalacağız” diyor onlara.
Orada bir hafta kadar kalıyoruz…
Her gün, günde üç-dört defa, o altın dişli asker ailemize bir bakmak için evimize geliyor… Bize birkaç kutu yiyecek getiriyor her defasında, bolibif vesaire… Verandamızda oturuyor bu asker, ben ve kızkardeşim ona Türk kahvesi yapıyoruz, bahçemizden üzüm kesiyoruz onun için…
Bir hafta kadar sonra bu Türk askeri babama, “Dinle” diyor, “ben artık Mağusa’dan ayrılıyorum, beni başka bir bölgeye gönderiyorlar” diyor… “Sizin buradan ayrılmanız daha iyi olur” diyor. “Bir şekilde Percana’dan geçmeniz lazım” diyor.
Evimizin yanında eski bir Hillman otomobil vardı, birisi bu otomobili orada bıraktıydı… Babam bu otomobili alıp bizi götürecek…
Ertesi günü sabah saat dokuzda evimizin karşısında 5-6 araba duruyor, babama “Tamamdır Bay Andreas” diyorlar, “kızlarını al, arabaya binin… Size eşlik edeceğiz…”
Babam da, “Hade kızlar” diyor…
SORU: O otomobil, komşunuzun muydu?
SKEVİ FİLİPPU: Bu otomobil aslında komşumuza ait değildi… Zimbulaki adlı şahıs bu otomobili başka bir mahallede bırakmıştı, babam bu adamı tanıyordu. Bu adam babama, “Oraya gitmeyin” demişti, “çünkü Türkler sizi bulursa öldürebilir…”
FOTOS KUZUBİS: Bu araba Zibulaki’ye aitti… Ayia Paraskevi’de terkedilmişti bu otomobil. Zibulakis ise Maraş’ta yakalanmıştı – ondan geride kalanlar birkaç sene önce Maraş’taki kazılarda bulunmuştu… Zibulakis o dönem asker falan değildi, yetişkin bir adamdı…
SKEVİ FİLİPPU: O günlerde babam yaşlarındaydı sanırım, 42-45 yaşlarında falan…
FOTOS KUZUBİS: Evine bakmaya falan geriye dönenlerdendi…
SKEVİ FİLİPPU: Ben bu Hillman arabayı hatırlarım, mavi-beyaz bir arabaydı…
Bu arada unuttum söyleyim size… Karoalos Kampı’ndan evimize dönerken iki Türk askeri önde, ben, kızkardeşim ve erkek kardeşim da arkada otururduk arabada… Ve size sözünü ettiğim, altın dişli Türk askeri arkaya dönerek bana bir haç vermişti, altın bir haçtı bu. “Bu sana bir hediyedir” demişti bana. Ben de o haçı almıştım.
Eve döndükten sonra bu altın haçı anneme verdiydim.
Sonra evden ayrılacağımız zaman da bu haçı, bahçemize gömmüştüm… Tam olarak nereye gömmüş olduğumu da çok iyi hatırlarım. Bulabilirim yani bu altın haçı…
Her neyse, Derinya’ya geri döndüğümüz zaman gene barikatta duruyoruz… Orada Kıbrıslırum askeri yok bu defa…
Arabayı durduruyoruz… Sonra İstanbul’dan altın dişli asker iniyor aracından, “Hoşçakal Bay Andreas” diyor babama… Babama bir kağıt veriyor, üstünde kendi adresi yazıyor. “Bay Andreas, bu benim adresimdir” diyor babama… “Birgün gelip beni İstanbul’da bulunuz” diyor.
SORU: İstanbullu’ydu adam…
SKEVİ FİLİPPU: Evet, İstanbul’dandı… Bir keresinde babama, “Neler hissettiğini biliyorum, anlıyorum” demişti. “Kız evladının olmasının ne demek olduğunu bilirim çünkü benim de İstanbul’da kızım vardır, ailenin ne anlama geldiğini bilirim” dediydi… Gerçekten böyle…
Babama adresini verirken sanırım para da verdiydi…
“Hoşçakal” dedik adama…
Babam arabayı çalıştırdı, bu defa, aman Tanrım, hatırlarım, çok hızlı şekilde arabayı sürüp oradan kaçmıştı babam! Sonra da dümdüz Frenaros’a gittiydik… Çünkü Frenaros’ta bir aile dostumuz vardı… Onlara yaşadıklarımızı anlatıyoruz, o aile bize kucak açıyor, bize çok iyi davranıyor…
Bundan sonra Kıbrıs’ta birkaç ay daha kalıyorum ve hatırlarım, Ekim ayı sonunda İngiltere’ye gidiyorum. Çünkü nenem oradadır, bir kızkardeşim daha oradadır… Leymosun’a gidiyorum, oradan Atina’ya gidiyorum… Birkaç gün Atina’da kaldıktan sonra uçağa binip İngiltere’ye gidiyorum.
Babam kalıyor Kıbrıs’ta… Bir ay kadar sonra gelip katılıyor bize…
Ancak bu arada babam İstanbul’dan o askerin kendisine vermiş olduğu ve adresinin yazılı olduğu kağıdı kaybediyor. Babama soruyorum, “O kağıt nerede?” diye ama babam onu kaybetmiş…
Aradan uzun yıllar geçti ve ben bu adamı bulmak istiyorum. “Çok teşekkür ederim” demek için onu bulmak istiyorum… Hayatımızı kurtardığı için ona teşekkür etmek istiyorum… Umarım ki hala hayattadır…
Bizim tarafa geçtikten sonra bazı Kıbrıslırumlar bana, “Belki da Türk askerleri seninle seks yapmıştır” dediler, ben de “Hayır!” dedim, “bana hiç dokanmadılar ki” dedim.
Bugün bekar bir insanım, hiç korkmuyorum Kıbrıslıtürkler’den veya Türkler’den çünkü Türk askerlerinden korkmuyorum… Çünkü 1974’te Türkler beni aldı, Tanrı’ya şükürler olsun, bana hiç dokanmadılar…
Sonra 1974’te İngiltere’ye gittim. İnan bana, her gece rüyamda Kıbrıs’a geri döndüğümü görürdüm, Türkler gene beni alıyordu ve onlara ben rüyamda “Lütfen, İstanbul’dan o askeri arıyorum” diyordum… “O benim arkadaşımdır…”
Sürekli bu rüyayı görüyorum, nedenini bilmiyorum…
SORU: İstanbul’dan bu asker kısa boyluydu, altın dişi vardı, sarışındı…
SKEVİ FİLİPPU: Evet. Sarışındı… Saçları sarıydı, teni da öyle… Altın dişi da sol tarafındaydı ağzının…
Pek çok kereler Mağusa’ya gittim, her defasında bu adamı sordum tanıdığım insanlara… “Onu bulmak istiyorum, belki bu defa bulabilirim” diye…
Bir mektup yazmak isterim, ona teşekkür etmek, “O iyi bir insandı, iyi kalpli bir insandı” demek isterim.
SORU: İngiltere’ye gittiğinde ne yapmıştın?
SKEVİ FİLİPPU: Annemin kızkardeşi yani teyzem Maritsa’yla kalıyordum, çalışıyordum… Lapta Karavası’ndandı Maritsa Teyzem… Bir ay kadar onunla kalmıştım. Sonra başka bir apartman dairesine taşınmıştım. 1974 sonrası nişanlanmıştım İngiltere’de çünkü oranın pasaportunu alabilmek için oradan birisiyle nişan olmak daha uygundu. İngiltere’de kalabilmek için yani… Aksi halde İngiliz hükümeti sizi geri gönderebilirdi Kıbrıs’a…
İşte bu yüzden bana ilk evlilik tekif edene derhal “Evet” demiştim! Önemli değil ama bu çünkü iki tane harika çocuk ettim bu evlilikten…
SORU: Evlatçıklarınız kaç yaşındadır?
SKEVİ FİLİPPU: Kızım 44 yaşındadır, oğlum da 40 yaşındadır… İki tane harika evladım vardır. Kızım şimdi İngiltere’de yaşıyor, oğlum ise Larnaka’da yaşıyor… Bir da torunum vardır! Dün kızımla konuştum, ona bugün buraya seninle konuşmaya geleceğimi anlattım. Kızım psikologtur… Kızım bana, “Git anne oraya, bu senin için iyi olur” dedi…
SORU: Bu deneyim hayatını nasıl etkiledi sevgili Skevi?
SKEVİ FİLİPPU: Çok ama çok etkiledi… Ne zaman çatışmaların olduğu başka bir ülkeye ilişkin bir şey görsem, herşeyi hatırlarım tekrardan… Çok kötü, çok kötü…
Bir gece 1980’li yılların sonlarında veya 1990’lı yılların başlarında, ailemle birlikte Orta Doğu’daki savaşa ilişkin televizyonda birşeyler izliyorduk… Televizyonda bir şey görüyorum ve ağlamaya başlıyorum… Çocuklarım babalarına, “Baba, annemiz neden ağlıyor?” diye soruyor… Eski eşim da evlatçıklarıma, “Çünkü anneniz geçmişte yaşadıklarını hatırlıyor” diye izahat veriyor… Pek çok kötü hatıram var…
Ama Mağusa’yı görmeye gidiyorum, benim Mağusamı… Mağusa’da denize gidiyorum… Girne’ye gitmeyi seviyorum… Her yere gidiyorum… Kıbrıslıtürkler’le konuşuyorum, bu beni asla rahatsız etmiyor… Yurdumun tadını çıkarmayı seviyorum çünkü ne zaman İngiltere’de olsam, yurdum için çok büyük bir özlem ve sevgi hissediyorum… Ona “Güzel kadın, Kıbrıs” diyorum… Bazı Kıbrıslırumlar ve bazı Yunanlılar ne yazık ki Kıbrıs’ı sevmediler, bu yüzden darbeyi yaptılar…
SORU: Evine gittin mi hiç sevgili Skevi?
SKEVİ FİLİPPU: Tabii evet, evet!
SORU: Orada kim yaşıyor?
SKEVİ FİLİPPU: Eskiden yaşlı bir Türk hanım yaşardı orada… Sanırım Adanlı’ydı… İyi bir insandı… İlk kez oraya gittiğimde Paska zamanıydı, yanımda pilavuna götürmüştüm ve ona pilavuna vermiştim… Kahve yapmıştı bana, falıma bakmıştı… Bana, “Gelen gelişinde bana potin getir” demişti… Ertesi gidişimde bu hanıma potin götürmüştüm… Bana çok iyi davranmıştı bu yaşlı hanım. Ancak aradan birkaç yıl geçtikten sonra sanırım bu hanım vefat etmişti… Ve o eve başka birileri taşınmıştı.
Son on yıldan bu yana gitmedim oraya…
Sanırım bu gidişimde, 1974’te bahçeye gömmüş olduğum o altın haçı bulacağım, onu kendim almayacağım, orada kalan Türkler’e vereceğim… Bahçeye gideceğim, orada nereye gömdüğümü o haçı göstereceğim, “Ne bulursanız sizindir” diyeceğim… Çünkü ben İngiltere’ye gittim 1974’te, çok ağır biçimde çalıştım İngiltere’de – bir evim vardır, ailem vardır… Herşeyim vardır çok şükür… Ve Tanrı bana bu hayatı bahşetmiştir… Hepsi bu yani… Benim hikayem böyle yani…
SORU: Çok teşekkür ederim hayat hikayeni paylaştığın için sevgili Skevi…
SKEVİ FİLİPPU: Ben teşekkür ederim…
SORU: Öykünü kaleme alacağız ve eğer hayattaysa, aradığın Türk askerini bulmaya çalışacağız… Ancak eminsin ki Kıbrıslıtürk değildi…
SKEVİ FİLİPPU: Hayır, değildi. Babama, “Benim de ailem var İstanbul’da, kızım var, neler hissettiğini biliyorum” demişti. “Bir kızın olmasının ne demek olduğunu biliyorum” demişti…
SORU: Tahminen kaç yaşlarındaydı bu adam o günlerde?
SKEVİ FİLİPPU: Ben 19 yaşlarındaydım 1974’te, bu adam da belki 28-30 yaşlarında olmalıydı… Belki 32 yaşlarında…
SORU: Gençti yani…
SKEVİ FİLİPPU: Evet, gençti… Bana resim gösterseniz, “Evet, buydu o” diyebilirim, hatırlarım yani…
Bazan kızıma “Belki da hayatımın kitabını yazmam lazım” derim. Mağusa’daydık, babam çok sert bir adamdı… Mağusa’da (Maraş’ta) çok iyi bir hayatımız olmadı, çok küçük yaşta çalışmaya başladıydım… 1974’te İngiltere’ye gittikten sonra da çok fazla çalışmam gerekmişti… Kıbrıs’a 1991 yılında geri döndüm… 1996’da Kıbrıs’ta çok büyük bir kaza geçirdim… Bu kazadan çok korkunç hatıralarım vardır. Birkaç sene boyunca hiç yürüyemedim… O nedenle müteşekkirim Tanrı’ya, birkaç kez hayatımı bağışladı çünkü… O nedenle bu kadar kolay ağlıyorum her defasında… Çok şey hissediyorum çünkü…
Geçtiğimiz günlerde Vogolida’ya gittim Mihalis’i görmeye, oraya yerleşti eşiyle birlikte… O da beni görmeye gelecek Larnaka’ya önümüzdeki günlerde… Ben insanlarla görüşmeyi, kaynaşmayı seviyorum, Türkler’le, Kıbrıslıtürkler’le kaynaşmayı… Umurumda da değil kimin ne söylediği çünkü hayat yalnızca bir kez yaşanır bu dünyada…
SORU: Çok teşekkür ederim…
SKEVİ FİLİPPU: Ben da teşekkür ederim…
SORU: Elimizden geleni yapacayık, hayatınızı kurtaran bu Türk askerini bulmak için…
SKEVİ FİLİPPU: İnşallah buluruz bu adamı…
(Devam edecek)