Maraş’ta Percana katliamında öldürülmekten kurtarılanlar konuşuyor... (5)

Sevgül Uludağ

Percana’nın Bahçaları’nda öldürülmeyi beklerken, Türkiyeli bir subay tarafından hayatı kurtarılan Filippos Yabanis’le röportajımızın devamı şöyle:

SORU: Percana’nın bahçalarına gelecek olursak...

FİLİPPOS YABANİS: Yahudi’ydi Percana...

SORU: Evet... Neydi bu bahçalar? Biraz tarif edebilir misiniz çünkü bilmiyoruz nedir bu Percana’nın bahçaları...

FİLİPPOS YABANİS: Şimdi bakın... Percana... Mağusa’da çok sayıda Yahudi vardı... Ve anlatılan bir hikaye vardır, inanmıyorsan eğer istersan yazma bunu... Tamam mı?

Hikaye şöyle: Romalılar Kıbrıs’tayken pek çok Yahudi, Mağusa surlariçinde yaşamaktaydı... Kudüs’te bir takım fasariyalar meydana gelmişti, Romalılar’ın ordusu da buradan alınıp Kudüs’e gönderilmişti oradaki isyanı bastırmak üzere...

Yahudiler ise bunun özgürlükleri için bir fırsat olduğunu düşünmüşler ve Mağusa surlariçinde bazı Roma askerlerini öldürmüşlerdi, böylece kentleri özgür kalmıştı... Ancak Kudüs’teki olaylar bastırılınca Roma ordusu Kıbrıs’a geri dönmüştü. İşte bu nedenle Yahudiler Mağusa eski şehrinden yani surlariçinden ayrılarak, kentin dışına çıkmışlardı...

SORU: Duydum bu hikayeyi bir zamanlar...

FİLİPPOS YABANİS: “Dışarısı” neresiydi? Paralimni’ydi, Ayluga’dan sonra Strovilya’ya (ikibuçuk mil) giderken Laksis denen bir bölge var, oraya gitmişlerdi... Strovilya’ya gitmişlerdi... Buralara yerleşmişlerdi çünkü buraları Surlariçi’nden uzak yerlerdi.

SORU: Liopetri da vardı sanırım... Oraya da yerleştilerdi...

FİLİPPOS YABANİS: Bilmiyorum ancak insanların anlattığına göre belki Liopetri da vardı... İşte bu nedenle Paralimni’de, Laksis-Strovilya’da pek çok isim, Yahudi isimleridir.

SORU: Komikebir, Eftagomi ve o bölgede de benzer Yahudi isimleri yaygındır...

FİLİPPOS YABANİS: İşte bu nedenle Amerika ve İngiltere, Kıbrıs’ı, Yahudi ulusuna vermek istiyordu İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İsrail devletini kurmak için... İşte bu nedenle Karaolos’a (Karakol kampı – şimdiki Gülseren kampı – S.U.) Avrupa’dan Yahudi göçmenleri getirmişlerdi... Polemidya kampına da getirmişlerdi Yahudi göçmenleri, görsünler nerelerde kalacaklar diye...

Filippos Yabanis

SORU: Yani planları Kıbrıs’ı İsrail yapmak mıydı diyorsunuz?

FİLİPPOS YABANİS: Evet, evet...

SORU: Ancak sonra fikir değiştirdiler...

FİLİPPOS YABANİS: Fikir değiştirdiler ve Filistin’i verdiler...

SORU: Yani Kıbrıs’ı vermiş olsalardı, biz Kıbrıslılar savaşacaktık kendileriyle!

FİLİPPOS YABANİS: Evet, evet!

SORU: Çünkü aslında Yahudi göçmenleri çok ama çok uzun süre tuttular Kıbrıs’taki kamplarda... Karaolos kampında mesela...

FİLİPPOS YABANİS: Evet! Ve pek çok kişi orada dünyaya geldi, Karaolos kampında!

SORU: Ve Paul Newman da “Exodus” diye film yaptıydı bu konuda...

FİLİPPOS YABANİS: Evet... Yahudiler, Kıbrıslılar’a portokal yetiştirmeyi öğrettiler...

SORU: Evet, Kıbrıs’ta yoktu portokal, ekşi, grapefruit... Yahudiler getirdi bunları Kıbrıs’a... Sanırım Güney Afrika’dan getirdilerdi narenciye çeşitlerini Kıbrıs’a Yahudiler...

FİLİPPOS YABANİS: Evet... Yahudiler alıştırdı Kıbrıslılar’a narenciye yetiştirmeyi... Percana bir kadındı, Yahudi’ydi, çok akıllı bir insandı.

Ayrıca 1974’te bir Yahudi, portokal ağaçlarının altında bazı meyvalar yetiştirmekteydi. Çilekti bu meyva... Fakat bu adamın bahçesi tellenmişti, etrafında tel vardı yani... Maraş düzlük bir yer olduğu için, sandaliyede oturduğunuzda nihayete kadar görebilirdiniz ne var, ne yok. Yani bahçeye biri mi girdi falan, görebilirdiniz... Arkadaşımız Yorgo’nun da bu bölgede bir bahçesi vardı ve Yahudi’nin bahçesinde kırmızı meyvalar gördü ağacın altında fakat ne olduğunu anlayamadıydı.

Ve 1974’te – ki bu sene çok önemlidir – kimsede çilek yoktu, çilek yetiştiren yoktu buralarda... Bir gün arkadaşımız Yorgo telin altında geçerek bu meyvalardan koparmıştı, ne olduklarına bakmak için... Neydi bu meyva? Ve bahçenin sahibi olan Yahudi onu gördü ve Yorgos’a bağırmaya başladı, “Hırsızsın sen!” diye...

Yorgos, zaten bu adam uzaktadır, beni yakalayamaz ki diye düşündüydü... Fakat bahçe sahibinin bir atı vardı ve ata binip Yorgo’nun olduğu yere gitti!

Bunun anlamı da Yahudiler’in çilek de yetiştirdikleriydi – çok akıllıydılar, uzağı görebiliyorlardı... Ve portokal ağaçlarının altında bu adam çilek yetiştiriyordu... Oysa Kıbrıs’ta çilek ancak 1980’li yıllarda yetiştirilmeye başlanacaktı...

SORU: Fakat Limnidi’de çilek yetiştirmekteydi Kıbrıslıtürkler çok uzun zamandan beridir – tabii tam olarak hangi seneden beridir çilek yetiştirirler orada, bilmiyorum...

FOTOS KUZUBİS: Burada bir parantez açayım... Maraş’a getirilirdi çilek, küçük plastik sepetçiklerin içinde... Derinya’dan geliyordu bunlar. Ve şimdilerde Derinya’da çilek festivalleri yapılmaktadır... Yani kısacası Aşağı Derinya, Derinya ve Percana, aynı bölgedir...

FİLİPPOS YABANİS: Aynı bölgedir bu...

FOTOS KUZUBİS: Yani benim 1974’ten önce hatırladığım çilek alabiliyordunuz Maraş’ta ama bu çilekler Aşağı Derinya ve Derinya’dan geliyordu...

FİLİPPOS YABANİS: Size sözünü ettiğim bahçe, yani portokal ağaçlarının altında çilek yetiştirilen bahçe de, Percana’nın bahçalarının hemen yanındaydı...

SORU: Percana, Yahudi bir kadındı...

FİLİPPOS YABANİS: Evet, evet... Babamın da arkadaşıydı, çok iyi ilişkileri vardı babamla Percana’nın. Ancak Percana mallarını satmıştı 1974’ten önce. Ağaçları kesmişler ve arsa açmışlardı ev yapmak için oralarda... Satılmıştı yani orası... Pek çok insan da “Belki de İsrail, Percana’ya bilgi verdiydi neler olacak 1974’te diye malını sattıydı” diyor... Percana ailesi, 1974 sonrası Leymosun’da yaşamaya başlamıştı, uzun yıllar boyunca Leymosun’da yaşadılar.

SORU: Ancak Percana Kıbrıs’tan ayrılıp İsrail’e gitmemişti diğer Yahudiler gibi, Kıbrıs’ta kalmıştı...

FİLİPPOS YABANİS: Evet... 1974-75-76’da eşimin anne babasıyla komşuydular...  İki kat yukarıda, iki kat aşağıda yapılmış olan bir binaydı bu ve kaynanamla kaynatamın tam karşısında oturuyorlardı.

SORU: Percana, Aya Paraskevi’den uzak mıdır? İnsanların girmesinin yasak olduğu bir bölge olduğu için Percana, tahayyül edemiyorum tam olarak...

FİLİPPOS YABANİS: 1974 öncesi her taraf bahçeydi... Biz de küçüktük... Mesafeleri uzak zannediyorduk... Ancak şimdi ağaçlar olmadığı için, karşıyı görebiliyorsunuz... Ve karşı taraf da çok yakındır aslında.

SORU: 1963-1964’ten herhangi bir şey hatırlıyor musun Filippos?

FİLİPPOS YABANİS:  Ben 1957’de dünyaya geldim... Altı yaşlarında falandım yani o dönem. Tek hatırladığım şey, Mağusa surlariçiyle sorunlar olduğu... Geceleri bazan insanlar evlerinde kalmazdı, belki de Türkler gelebilir diye... Tek bunu hatırlıyorum, hatırladığım başka bir şey yok o günlerden...

SORU: Peki 1974 darbesine gelecek olursak, o günlerden neler hatırlıyorsun? Ayia Paraskevi ya da çevresinde birşeyler olmuş muydu darbe esnasında?

FİLİPPOS YABANİS: Ayia Paraskevi’de çatışma falan olmamıştı... Tek hatırladığım şey, yataktaydım... Demir bir gargolaydı bu... Köylerdeki demir gargolaları hatırlan herhalde...

SORU: Evet, evet...

FİLİPPOS YABANİS: Havlımızdaydı bu yatak ve yatağın altında da evlek vardı, portokal ağaçlarımızı sulamak için bu evlekten su verirdik... Yatıyordum ve radyodan duydum darbe olduğunu...

Bana göre bu yeri, Kıbrıs’ı sevmiyoruz... Kıbrıslıtürkler de, Kıbrıslırumlar da sevmiyor Kıbrıs’ı... Bir sözcük vardır, “nothos” yani annesi ve babası olmayan bir çocuğa denir bu sözcük...

SORU: “Piç” yani...

FİLİPPOS YABANİS: Bu ada için ben “nothos” diyorum yani piç...

Son üç aydır bu sözcüğü kullanıyorum Kıbrıs için.

Çünkü okulda hiçbir zaman bize bu adayı sevmeyi öğretmiyorlar.

SORU: Evet, Yunanistan’ı veya Türkiye’yi sevmeyi öğretiyorlar, Kıbrıs’ı sevmeyi öğretmiyorlar okullarımızda, her iki tarafta da maalesef...

FİLİPPOS YABANİS: Evet... Büyük sorun işte budur... Şimdi bu sözcüğü şiirlerimde kullanıyorum. Ve ben “nothos” deyince, hiç kimse de itiraz etmiyor... Çünkü hissediyorum ki insanlara at gözlüğü takılmış sanki...  Doğru olduğuma inanıyorum...

Bana göre insanlar bir koyun sürüsü gibidir, eğer kalacakları yeri kaybetmişlerse, bunun sorumlusu çobandır. Ne yazık ki Kıbrıs’ta liderler en başından beridir insanlara gerçeği söylemiyorlar. Örnek vermem gerekirse, okullarda sürekli Yunanistan’dan bahsediyorlar, “Senin ülken Yunanistan’dır” diyorlar çocuklara. İnanıyorum ki benzer şeyler Kıbrıslıtürkler’de de oluyordur... Ve hiçbir zaman bu adada yaşayan insanlara gerçeği söylemiyorlar.

Kuzubis ve Filippos Yabanis, Filippos'un eserlerini anlatan kitabı incelerken...

SORU: Yarı-gerçek dediğimiz şeyleri söylüyorlar...

FİLİPPOS YABANİS: Evet, hep yarı-gerçekleri söylüyorlar. Ve insanlar da onları alkışlıyor. Ve bana göre Kıbrıs’ı mahvedenler arasında lider, Eğitim Bakanı’dır çünkü lider odur. Sonra okullardır Kıbrıs’ı mahveden... Çünkü okula giden insanlara gerçeği söylemiyorlar. Ve seçimleri kazanabilmek için fanatik insanlar çıkarıyorlar ortaya... Ve bu fanatik insanlar, nihayetinde varmış olduğumuz noktayı yaratmıştır. Şimdi artık soruna bir çözüm bulmak çok zordur... Bunu söylerken hiç de mutlu değilim ancak aradan 48 yıl geçti ve birbiriyle teması olan Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Örneğin amcam budama yaptıracağı zaman otobüsle Kıbrıslıtürk işçileri getirirdi... Percana’da bizi tutukladıkları zaman babamla amcama oradan ayrılma fırsatı verilmişti çünkü portokal ağaçlarımızı budamaya gelen Kıbrıslıtürkler vardı orada ve babamla amcamı tanıyorlardı. Ve onlara “Tamam, gidin...” demişlerdi.

SORU: Amcanızın adı neydi?

FİLİPPOS YABANİS: Andreas Yabanis idi... Aradan seneler geçtikçe, giderek daha çok zorlaşıyor...

SORU: Darbeye geri dönecek olursak, radyodan darbe olduğunu duymuştunuz o gün... 15 Temmuz 1974’te... Sonra ne olduydu?

FİLİPPOS YABANİS: Maraş’ta çok büyük bir sorun olmamıştı, polisle, darbeyle... Polis merkezi yakınlarında ateş açılıyordu... Leymosun’da duyduğuma göre insanlar insanları öldürmekteydi... Baf’ta da insanlar insanları öldürmekteydi. Lefkoşa’da da aynı şey oluyordu. Ancak inanıyorum ki Maraş’ta bu kadar dramatik şeyler olmamıştı... Birbirlerine ateş açmaktaydılar ancak kimse öldü mü darbede Maraş’ta, bunu bilmiyorum...

Darbe bir anda olmamıştı... İnanıyorum ki Kıbrıs’taki lideri İngilizler ve Amerikalılar kullanmışlardı çünkü İngiltere Kıbrıs’ı kontrol etmek istiyordu, Kıbrıs’ı nasıl kontrol edecekti? Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ı sürekli savaştırarak kontrol edecekti... Çatışma içinde tutarak toplumları, kontrol edecekti Kıbrıs’ı...

Liderler ileriyi göremiyordu... Bir keresinde siyasi liderlerden birisi burayı ziyaret etti, ona bu durumdan siyasi liderlerin sorumlu olduğunu söylediydim. Çünkü liderler yüksek bir binada, en tepede oturuyor ve uzağı görebiliyor en tepeden...

Benim babam bahçecidir, zemin katta yaşıyor, yalnızca yolun karşısını görebiliyor. Babamın bütün amacı para kazanıp kızkardeşlerim için ev yapmak çünkü evleri yoksa, eş bulamazlar... Veya babamın bütün amacı para kazanıp kızını veya oğlunu yurtdışına eğitime göndermek olabilir... Ücretli emekçi insanları korumak, siyasi liderlerin görevidir. O nedenle ben yurttaşları sorumlu tutmuyorum çünkü yurttaşlar ileriyi göremezler.

Her ne hikmetse insanlar politikacılardan söz etmiyorlar çünkü belki elde etmiş oldukları kazanımları kaybetmekten korkuyorlar.

SORU: Tabii ki...

FİLİPPOS YABANİS: Ancak ben şimdi 66 yaşındayım. Bunları söylemekten de korkmuyorum... En büyük hata bu adayı hiçbir zaman sevmemektir... Bu adayı hiçbir zaman sevmedik ve politikacılarımız da hiçbir zaman ileriyi göremediler...

(Devam edecek)