Percana’nın Bahçaları’nda öldürülmeyi beklerken, Türkiyeli bir subay tarafından hayatı kurtarılan Filippos Yabanis’le röportajımızın devamı şöyle:
FİLİPPOS YABANİS: Artık Kıbrıs’a götürülme zamanımız geldiğinde, tekrardan otobüslere bindirileceğimizde, küçük bir pencere vardı, yeraltında bir odanın penceresiydi bu Amasya’daki hapishanede... O pencerecik yerin altındaki odaya açılan bir pencerecikti ve baktığım zaman o odada Maraş’tan insanların olduğunu gördüydüm… Yüzlerini Maraş’tan tanıyordum bu insanların… Adını söyleyeyim mi emin değilim, belki hoşuna gitmez o kişilerin isimlerinin söylenmesi…
SORU: O zaman ismini yazmayız bu şahsın…
FİLİPPOS YABANİS: Evet… Bu şahıs bana, “Filippos” dedi, “eve döndüğün zaman lütfen annemle babama iyi olduğumu söyleyesin” dedi. Ben de ona, “Lütfen adını yaz bana, bakan da unudurum” dedim. Ve adını yazıp verdi bana, ben de o ismi böyle sıkıca tutuyordum… Ve o şahsın yanında bir kişi daha vardı, iki kişiydiler, yeraltındaki o odacıkta… Ben sıkı sıkı tutuyordum ismi, kaybetmemek için… Bizi geri getirdiler Kıbrıs’a, Kıbrıs’a dönmek için gene gemiye bindirildiydik, gemideyken bize gene vurmaya devam ediyorlardı – Birleşmiş Milletler görevlileri olmadığı zaman vuruyorlardı. Tuvalete gitmek istersanız çok vuruyorlardı ve para istiyorlardı. “Para, para” diyorlardı ama parayı nereden bulacaktık ki?!...
Lefkoşa’ya vardığımızda Ledra Palas’tan gönderdilerdi bizi… Bu değiş-tokuşta hiçbir şey hissetmediydim… Hiçbir şey hissetmediydim. İnan bana, hiçbir şey hissetmediydim…
Sonra Filokseniya’ya gittik, orada duş aldık, ilk defa normal insanlar gibi bir masaya oturup yemek yedik… Ve o kağıdı elimde tutmaya devam ediyordum ben… Çünkü giysilerimizi almışlardı ve “Bunları yakacağız” demişlerdi.
Sonra kızkardeşim gelip beni Lefkoşa’dan almıştı, bir taksi kiralamıştık çünkü arabamızı askerler aldıydı… Ailemle buluşur buluşmaz da amcama, “Bu insanlar bana dedi ki ailelerine söyleyelim ki iyidirler” dediydim.
Amcam da bana “Yanlışın var çünkü kayıptır o” dediydi.
Ben de “Hayır, yanlışım yok, isim budur işte” dediydim. “İsmini kendi yazdı, benim yanlışım yok” dediydim.
Sonra çabucak o aileyi aradıydım – ünlü bir ailedir bu, bilinen bir ailedir Maraş’ta – bir akrabaları da bir dönem bakanlık da ettiydi… Sonra o da Glafkos Kliridis’i aradı. Sanırım Glafkos Kliridis da Denktaş’ı aradıydı… Bu insan şimdi hayattadır ve dün gece burada yapılan etkinliğe de katıldıydı…
Size bir şey söyleyeyim, ben kuşları kıskanırım. Ve şiirler yazdım bu konuda… Dört duvar arasında hapsedildiysanız ve yalnızca gökyüzünü görebiliyorsanız, kuş olmalısınız…
Burada bu yeri yapmamın nedenini de anlatayım size…
Geri döndükten sonra Leymosun’da okula gidip mezun oldum. Esir düşmüş olduğum için askere gitmedim, askere bu yüzden gitmem gerekmedi, esir düşmüş olduğum için. Çünkü tekrardan esir olursak, vurulma olasılığı olduğundan, bu nedenden ötürü askere gitmedim. Ama inanıyorum ki eğer askere gitseydim, bitiremeyecektim askerliği… Tüm bu yaşadıklarımdan sonra kolay olmayacaktı askerde olmam…
Sonra Yunanistan’a gittim üniversite eğitimi için. Ve orada çalıştım da…
SORU: Ne okuduydunuz?
FİLİPPOS YABANİS: Gemi mimarisi okudum… Ama gündüzleri işlerdim… Yunanistan’a vardığım gün 1 Mayıs günüydü… 1 Mayıs’ta Panagulis ölmüştü…
SORU: Aleksandros Panagulis…
FİLİPPOS YABANİS: Aleksandros Panagulis. Onun öldüğü gün, Yunan radyosunda ünlü bir şarkı çalmaktaydı…
FOTOS KUZUBİS: Aleksandros Panagulis 1 Mayıs 1976’da öldüydü…
SORU: Evet, hayatını bilirim Aleksandros Panagulis’in, İtalyan gazeteci Oriana Fallaçi, onun hayatını yazdıydı “Bir İnsan” adlı kitabında… Okudum bu kitabı… Yunanistan’da cunta dönemi en çok işkence görenlerden biriydi Panagulis…
FİLİPPOS YABANİS: Yunanistan’a Pazar günü varmıştım, Pazartesi iş aramaya başlamıştım ve Perşembe günü işe başlamıştım. Çünkü kimsenin parası yoktu o günlerde bana göndermek için…
SORU: Gemi mimarisini bilinçli olarak mı seçmiştiniz yoksa tesadüf müydü?
FİLİPPOS YABANİS: Bilinçli olarak seçmiştim gemi mimarisini çünkü 1974’te Mağusa’da (Maraş’ta) çok turist vardı… Ve tekneler… Turistler tekne kiralamaktaydı, ski yapmak için vesaire… İşte bu nedenle gemi mimarisi okuyup, Mağusa’ya dönüp küçük bir tekne fabrikası kurmak istiyordum… Fiberglas’tan (cam elyafı) tekneler üretmekti planım bu fabrikada…
SORU: Sanırım Montanios ailesi Maraş’ta fiberglas’tan tekneler üretmekteydi…
FİLİPPOS YABANİS: Evet… Düşlediğim şey buydu…
SORU: Sanırım o ailedendi, yani bu teknelerden yapan Montanios ailesinden, Luisa Branco’yla görüştüydüm… Bu konuda Maraş’taki ailesinin tekne üretimiyle ilgili bir belgesel hazırladı, daha önce arkadaşımız George Bayada ile evliydi Luisa… Fakat röportaj yapmamızı istemediydi… Yani siz, savaştan önce böyle bir plan yaptıydınız, tekne fabrikası konusunda…
FİLİPPOS YABANİS: Evet… Üç senede bitirdim okulu ve geri döndüm Kıbrıs’a. Döndüğüm zaman eşim Maria’nın ailesinin bir mağazası vardı, orada çalışmaya başladım. Dükkanlardaki “cash register” makinelerini ithal etmekteydiler… Yazar-kasaları…
35 yaşına geldiydim artık, üstümde çok baskı vardı, duygularımı ifade etmek istiyordum… Bir seramik okuluna gittim, seramik yapmak için… Fakat bir tabak ya da bir bardak üretmek istemiyordum ben… Tek istediğim bana kalıbı nasıl yapacağımı öğretmeleriydi… Ama kimse bilmiyordu bunu… Kalıp yapmayı bilmedikleri için iki gün sonra ayrıldım oradan…Ve yavaş yavaş heykel yapmaya başladım. Çimentodan yapıyordum heykellerimi… İlk sergimi Aya Napa Festivali’nde açmıştım – 13 parça götürmüştüm oraya, hepsi de satılmıştı. Bundan sonra düşünmeye başlamıştım… Çimentonun sınırlı bir hayatı vardı… Bana Tanrı’nın burada verdiği bir süre vardır – hangi Tanrı isterse olsun, herkesin kendi Tanrısı’na sahip olma hakkı vardır ve insanlara, Tanrıları’nı değiştirmeleri için baskı yapılmamalıdır – Tanrı’nın bana verdiği bu zamanı doğru kullanmak zorundayım… Yararsız şeylerle harcamak istemem dünyadaki zamanımı… Çimento, 20-25 sonra yok olur gider… Bu nedenle heyellerimi bronzdan yapmam gerektiğini düşünmeye başlamıştım, çimentonun ömrü azdı çünkü.
Neden bronz? Çünkü bronz, sonsuza kadar yaşar… İşte bu nedenle kendi dökümhanemi kurdum, kimse bana bir şey öğretmedi – üç sene uğraştım ve ilk bronz heykelimi ürettim. Fakat kimse bana sergilemek için salon vermiyordu çünkü bu işin eğitimini görmemiş olduğumu söylüyorlardı. Kaldığımız dairede oturma odamızdaki tüm eşyaları kaldırdım, standlar yaptım, ışıklar satın aldım ve sergimi stüdyomda açtım. Yalnızca bir haftasonu için planlamıştım bu sergiyi fakat sergi bir ay kadar devam etti. 35 parça eserimi sattım bu sergide, bu inanılmaz bir rakamdır – ilk paramı kazandım bu eserlerden… Ayrıca bir Alman gemicilik şirketi, 25nci yıldönümleri için benden 150 tane heykelcik yapmamı istemişti – yaptığım eseri görünce, bu sayıyı 250’ye çıkarmışlardı. Böylece sergiden ve bu Alman şirketi için yaptığım eserlerden aldığım parayı toparladım, buraya Fasula’ya geldim… Her zaman toprağım olsun istedim, toprakta yalınayak yürümek istedim… Düşlerimden biri de arazi satın almaktı.
Buraya geldim. Buraya gelirken yolda selvi ağaçları vardı, 99 tane ağaç sıralanmıştı… Ve daha araziyi görmeden, “Burayı satın alacağım” dedim.
Çünkü o selvi ağaçları bana Maraş’ta, Ayia Paraskevi’de evime giden yolu hatırlatıyordu… Çünkü oraya da selvi ağaçları ekildiydi, portokal ağaçlarının arkasına, rüzgarı kessin ve portokal ağaçlarını korusun diye ekildiydi o selvi ağaçları…
Filippos Yabanis'in müzesinde sergilenen resimlerinden bazıları...
(Devam edecek)
*** KAZILARDA SON DURUM... KAZILARDA SON DURUM...
Esentepe’de iki “kayıp”tan geride kalanlara ulaşıldı...
Kayıplar Komitesi kazı ekiplerinin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu kazılara kesintisiz biçimde devam edilirken, Esentepe’de (Ayguruş/Ayios Amvrosios) iki “kayıp”tan geride kalanlara ulaşıldı.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatör Yardımcısı Arkeolog Erge Yurtdaş’tan aldığımız bilgilere göre, kazılardaki son durum şöyle:
*** Yipsu/İpsoz/Akova: 1974 kaybı bir Kıbrıslırum'un kuyuda olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları sırasında kuyunun beşinci metresinde insan kalıntılarına ulaşılmıştır. Çalışmalar, kuyunun dibine ulaşmak için halen erişim rampası yapılarak devam etmektedir...
*** Lapta: 1974 kaybı bir Kıbrıslırum'un bölgede kayıp edilmiş olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir...
*** Mağusa: 1974 kaybı bir Kıbrıslıtürk'ün Mağusa bölgesinde Ayluga/Ayios Loukas/Çanakkale Göleti'nde “kayıp” edilmiş olabileceği bilgisi ile göletteki su oranın en düşük olduğu zaman belirlenerek hızlı bir şekilde başlatılan kazı çalışmaları genişletilerek devam etmektedir.
*** Ayios Amvrosios/Esentepe/Ayguruş: Duyarlı bir vatandaşın, bölgede insan kemiği bulup, komiteyi bilgilendirmesi üzerine başlatılan kazı çalışmalarında, gömü yeri tahrip edilmiş olduğundan insan kemiklerine dağınık bir biçimde ulaşılmıştır. Kazı çalışmalarına hem mekanik hem de manuel bir şekilde devam edilmektedir. Kazı çalışmaları sırasında ikinci kişinin kalıntılarına rastlanılmıştır.
*** Templos/Temroz/Zeytinlik: 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum askerin dere kenarındaki bir mevzide gömülmüş olabileceği bilgisi doğrultusunda başlatılan kazı çalışmaları halen devam etmektedir.
*** Derinya (Askeri Bölge): 1974 kaybı bir grup Kıbrıslırum'un, askeri bölge içerisindeki bir tarlada gömülmüş olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmaları son bulmuştur.
*** Trulli: 1963-1964 kaybı 3 Kıbrıslıtürk'ün kuyuya atılmış olabileceği bilgisi üzerine başlatılan kazı çalışmalarında insan kemiklerine rastlanılmıştır. Kuyuya ulaşmak için rampa yapılmış ve arkeologlar tarafından kuyu içerisinde manuel bir şekilde kalıntılar açığa çıkarılmaya devam etmektedir. Dördüncü bireye ait olduğu düşünülen kalıntılara ulaşılmıştır.
Biz de kazı ekiplerindeki arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz...