*** Maraş’ta, Percana’nın Bahçaları’nda katliamı durduran bazı Türkiyeli subaylar, pek çok Kıbrıslırum’un hayatını kurtarmıştı... Öldürülmekten kurtarılan Maraşlı Skevi Filippu ve Filippos Yabanis, yaşadıklarını anlattılar... Skevi Filippu ve Filippos Yabanis, eğer hayattaysalar canlarını kurtaran o subaylara, değillerse ailelerine teşekkür etmek istiyor...
Percana’nın Bahçaları’nda öldürülmeyi beklerken, Türkiyeli bir subay tarafından hayatı kurtarılan Filippos Yabanis’le röportajımızın son bölümü şöyle:
FİLİPPOS YABANİS: Bütün ekonomik varlığımı buraya yatırdım… Dökümhanemi, Polemidya’da annemin kaldığı göçmen evinin bahçesine kurduydum, metal bir yapıydı bu dökümhane, kapısı penceresi da yoktu… Ve üç sene burada çalıştıydım… Sanatımı Leymosun’daki dairemizde yapıyordum, küçük bir Suzuki’m vardı, kille çalışıyordum, sonra kilden heykelimi Suzuki’ye yüklüyordum ve Polemidya’daki dökümhaneme götürüyordum ve orada da kalıbını çıkarıyordum… Ancak şöyle bir tehlike vardı: Heykel kilden olduğu için arabayla götürürken düşebilirdi ve dağılabilirdi…
Filippos Yabanis
Bundan sonra insanlar beni tanımaya başlamışlardı… Lefkoşa’dan çok zengin bir aile olan Paraskevaidis ailesi, Yeorgiular, Flagudis ve Stefanu beni desteklediler, uraya gelip bir parça araziyi benim için satın aldılar… Ondan sonra sergi açmamı istediler… Lefkoşa’da bir sergi açtım sonra… Konstantinoboli’de da, İstanbul’da bir sergi açtım çünkü Türkiye’ye özgür bir insan olarak geri dönmek istiyordum… Ve çok para ödedim bunun için çünkü Kıbrıs’tan oraya sergi taşımak için çok vergi ödedim ama yaptım bunu çünkü özgür bir insan olarak gitmek istiyordum tekrardan Türkiye’ye.
Burayı satın aldığım zaman, önce stüdyoyu inşa ettim çünkü çalışacak yerim yoktu, param yoktu… Sonra tiyatroyu yaptım… Küçük Salamina’yı yani… Salamina, Mağusa’dadır diye adını öyle koydum. “Küçük” dedim bu ismin başına çünkü küçük bir tiyatrodur bu. “Nea Salamina” yani “Yeni Salamina” demek istemedim çünkü örneğin Anadolu’dan ayrılan Yunan göçmenler, Yunanistan’a gittikleri zaman geldikleri yerin adının başına “Nea” koymuşlardı, “Nea Smyrna” (“Yeni İzmir”) gibi… Bu sözcüğü sevmiyorum…
Ben oraya aitim, orada en güzel yıllarımı geçirdim…
Buradaki yeri hayırsever amaçlarla kullanıyoruz. Kanser hastalarına yardım için, fakirlere yardım için kullanıyoruz.
SORU: Filistinli ve Kuveytli arkadaşlarınız da size yardım etti bu yeri yapmanız için diye anladım ben Fotos’un söylediklerinden ve sizin anlattıklarınızdan…
FİLİPPOS YABANİS: Filistinli arkadaşım Bay Gazi, bana bu binayı inşa etmem için 200 bin Euro bağışta bulundular. Binaya girdiğimiz zaman, bu Filistinli arkadaşımın adını duvarda göreceksiniz, konferans odasının duvarında… O, kendi ismini konferans odasının duvarında görünce ağlamaya başladı ve bana “Açılışını ne zaman yapacaksınız bu binanın?” dedi. Ben de “Henüz bina bitmedi, bitince açacağız” dedim. “Peki bu binayı bitirmek için ne kadar paraya ihtiyacın vardır?” diye sordu bana. Ben de “Hayır” dedim, “sen yeterince katkıda bulundun, yeter bu kadar…”
Leymosun’daki dairemi sattım ve burayı o parayla bitirdim.
Filistinli arkadaşım ayrılmadan önce dört-beş defa, tekrar tekrar sordu bana, “Ne kadar paraya ihtiyacın var burayı bitiresin?” diye… “Sen ailemizin parçasısın” dedi.
Ben de, “Hayır” dedim, “annem bize, bizi destekleyen insanlara saygı göstermemizi öğretti” dedim.
İki ay kadar önce burada Filistin’den, Mısır’dan, Ürdün’den, Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan insanlar vardı. Çünkü Filistinli arkadaşımız Bay Gazi bu ülkelerden insanları buraya davet etmişti çünkü bu ülkelerde şirketi var, burada bir akşam yemeği düzenledik ve buraya gelen insanlara, Bay Gazi hakkında konuşma fırsatı verildi bana, böylece ona ben de bir şey verebilecektim… Çünkü bana çok şey verdiler… Bana güvendi, hiçbir zaman bana gelip “Parayı nereye harcadın?” diye sormadı, para da buradadır zaten, bu binanın yapımına harcandı. Bunu görebilirsiniz.
Sanat bana özgürlük verdi… Bazan öfkelenirim çünkü evlatlarımızın geleceği parlak görünmez.
Ayios Andonios Okulu’nu bilir misiniz? (Ayandon – Leymosun – S.U.) Bu okulda Kıbrıslıtürkler vardır, Türkler vardır, Suriyeliler vardır, Romenler vardır, çok ama çok fakir ailelerden gelen çocuklardır bunlar. Bana bu çocukları, buraya getirme olanağım olup olmadığını sordular, ben de “Evet, tabii ki getiriniz çocukları” dedim. 15 çocuk geldi buraya… Maria İsabella, bu okulda bir öğretmendir ve çocuklara önce bilgisayarda kim olduğumu, burada neler yaptığımı gösterdi… Ve sonra çocukları buraya getirdi. Çocuklarla çok iyi bağlar kurduk burada… Ve Kıbrıslıtürk çocuklar bana şarkı söylediler burada… Türkçe şarkı söylediler… Çocuklar, resimlerimin kopyalarını yapıp bana getirdiler hediye olarak…
Çocuklarla konuştum ve onlara “Bir düşünüz olmalıdır mutlaka” dedim, “Ve düşünüzü gerçekleştirmek için çabalamalısınız…Beş düş birden değil, tek bir düşünüz olmalı çünkü hepsini birden gerçekleştiremezsiniz” dedim çocuklara. “Çalışmalı, öğrenmelisiniz ki kanatlarınız olsun, uçabilesiniz… Birilerinden ödünç kanat alıp uçamazsınız, size kanat verenler, siz uçmaya başlayınca onları geri alabilir çünkü” diye anlattım. Romanya’dan bir çocuk hiç konuşmuyordu, öğretmenleri Maria İsabella bana “Bu çocuk hiç konuşmaz, tek kelime etmez” dedi. Ve sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı bu çocuk sınıfta… Aşağıdaki resimlerimi görünce bu çocuk, resimlerimin bir kopyasını yaptı, kolumu tuttu ve bana dedi ki, “Ben ressam olmaya karar verdim çünkü konuşmayı sevmem…”
Bu çocuk neden konuşmuyordu, kimse durup üstünde kafa yormuyordu, bu çocuk neden konuşmaz diye. İşte bu nedenle Maria İsabella’yla birlikte bu çocukları okulda görmeye gittim… Okula gittim, okuldakilerin her birine birer kitap götürdüm, Yabanis kitabını götürdüm, hakkımda çıkan kitabı… Kuveyt’ten arkadaşımın benimle ilgili çıkarmış olduğu kitabı… Pahalı bir kitaptır bu, iki Euro’luk bir kitap değil ama okuldaki bütün çocuklara götürüp verdim bu kitabı. Ve Suriyeli çocuk, “Aha geldi!” dedi… İnanmamışlardı okullarını ziyaret edeceğime çünkü. Bu okuldaki çocuklara boya da götürdüm resim yapsınlar diye, çikolata da götürdüm, resim malzemeleri götürdüm…
Ve söz verdim, gene gideceğim okula, kili nasıl şekillendireceklerini göstermek için… İşte bu nedenle Maria İsabella beni ziyaret etti ve bana “Senin için bir gece düzenlemek istiyoruz” dedi. Çalışmalarım hakkında konuşmak için bir gece…
Ve 35 sene sonra ilk defa dün gece bazı insanlar benim hakkımda, sanatım hakkında konuşmalar yaptı buradaki etkinlikte…
Sanat çevrelerinden bir takım insanlar, “İşte Yabanis’in bu konuda diploması yoktur, onun için kalifiye değildir”, “Yabanis zengindir çünkü böyle bir yeri var” diye atıp tutuyorlar ama bilmiyorlar ki benim bir tatilim, bir Noel tatilim bile yoktur, yaz tatiline de çıkmadım hiç çünkü burayı yaratmak için çok çalıştım… “Kıbrıs’ta devletin ya da kurumların verdiği siparişlerin yani piyasanın yüzde 30’unu alır Yabanis, onun için ona yardım etmemeliyiz” diye konuşur bu insanlar…
Dün gece burada yapılan etkinlikte bu çevreler değil, Maria İsabella konuştu, Mihalis Papadopulos konuştu, “Yabanis’in hayatında dört evre”yi anlattılar.
İlk dönem, Mağusa’da (Maraş’ta) geçen dönem… İkinci dönem, Türkiye’de esir olarak geçen 38 günlük dönem ki bu dönem hayatımı değiştirdi… Üçüncü dönem, sonraki gün yani eğitim için gittiğim, işlediğim dönem… Ve hayatımın ilk önemli adımı, heykel yapmaya başladığım dönem… Bu hayatımın ilk adımı… Ve arkadaşım Fotos, çok güzel bir şey yazdı… Dedi ki “Ölümle tango yaptığın zaman, ölümle dansettiğin zaman, o zaman hayatların çoğalır çünkü hiçbir şeyden korkmazsın artık… Çünkü zaten ölümle dansetmişsindir…”
Dün geceki etkinlikte, 35 seneden sonra ilk defa üç kişi benim şiirlerimden söz etti… Çünkü hayatımın her anında şiirler vardır, şiir yazarım, başka insanların görmediği şeyleri görür ve yazarım. Fotos Kuzubis’e da teşekkür ederim çünkü dün gece benim için çok önemliydi, hayatımın en önemli gecesiydi dün gece yapılan etkinlik.
Daha önce bir duvar yaratmıştım, üstünde bir madenci vardır bu duvarın, müzenin bahçesinde görebilirsiniz bu madenciyi… Ve güya sanatı kontrol eden bir komite bu duvara baktı ve bu komiteden birisi, madencileri gururlu göstermiş olduğum için şikayette bulundu… Benim babam da madenciydi…
FOTOS KUZUBİS: Madencilerle ilgili Filippos Yabanis’in eserini, sanatın sergilenmeye uygun olup olmadığını denetleyen komite reddetti, gerekçesi da, madencinin gururlu olarak gösterilmiş olmasıymış! Ve bir diğer heykeli daha reddettiler, girişte gördün o heykeli, heykelde bir de silah varmış gerekçesiyle reddeddiler… Bu, hükümete tavsiye veren bir komitedir… Ancak atanmış bir tavsiye kurulu oldukları için onların kararı bir ağırlık taşır… Ve hükümeti etkiler bu kararlar…
SORU: Bu, değerli arkadaşımız, film yönetmeni Panikos Hrisantu’nun başına gelenlere benziyor. Çünkü Eğitim Bakanlığı, Akama filminin bir sahnesine onay vermedi, uygun bulmadı ve ARTE projesi çerçevesinde yapması gereken katkıyı bunu değiştirmesi koşuluna bağladı, Panikos da elbette filminde sansür kabul etmeyince bakanlık katkı yapmadı, Panikos’u iflas ettirdi böylece bakanlık…
FİLİPPOS YABANİS: Buradaki tuvaletlere izin alabilmem için 12 sene beklemem gerekti! Çünkü planlama bölümünde bu işlerden sorumlulara istediklerini vermedim! Buraya geldi o bölümden birisi, Glafkos Kliridis’in satın almış olduğu bir heykeli istedi vereyim kendilerine, ben de “Heykel oradadır işte, fiyatı da üstünde yazar” dedim. Heykeli kendilerine beleşe vermediğim için, 12 sene beklettiler tuvalet izni için beni!
Aynı şekilde Kıbrıs Turizm Örgütü aracılığıyla verilen AB yardımı için yedi sene beklettiler beni, buralardan birileri “Bir gün kahve içelim” diye aradı beni, ben de “Ben sadece arkadaşlarımla kahve içerim” dedim, “o zaman para almayacaksın” dedi, ben de “göreceğiz bakalım” dedim. Bunun üzerine bir açlık grevi organize ettim ve dedim ki “Türkiye’de 38 gün esir olarak kaldım, ölmedim, burada Kıbrıs Turizm Örgütü mü öldürecek beni?” dedim. Cumhurbaşkanı’na bir mektup yazdım, tüm detayları da koydum mektuba… Yedi sene boyunca neler yaşadığımı, benden neler talep ettiklerini vesaire yazdım. Ve Kıbrıs Turizm Örgütü binası önünde açlık grevine gideceğimi belirttim. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı benim çılgın biri olduğumu ve söylediğimi yapacağımı bilirdi… Cumhurbaşkanı bana, “Bir şey yapma şimdi, dosyalarına bir bakalım” dedi ve üç ay sonra bana “Bu parayı senin yedi sene önce alman gerekirdi” dediler. Ve o parayı bana verdiler.
2017’de burasının açılışını yaptığımızda 800 kadar insan gelmişti ve tüm televizyon kanalları buradaydı, bir konuşma yaptım açılışta. Ve tuvaletlere izin için 12 sene bekletildiğimi anlattım, Kıbrıs Turizm Örgütü’nün yedi sene boyunca engellediği AB yardımını nasıl alamamış olduğumu anlattım ve ayrıca beş sene boyunca bu arazinin çevresine koyacağım çitler için izin beklediğimi aktardım… Arazimi çevrelememi beş sene boyunca engellediler, izin vermedilerdi! Ve bunları orada canlı olarak anlattığım halde, pek çok insan bu yaşadıklarıma inanmadı! Ve Cumhurbaşkanı da buradaydı bunları aktarırken ben…
Ve ben yolsuzluktan da bahsettim burasının açılış konuşmamda, hükümet görevlisi bazı insanların masanın altından para aldığından söz ettim… Kimsecikler Cumhurbaşkanı’na bu şekilde konuşmamıştı… Ve bilir ki çılgın bir insanım, bilir ki düşündüğümü söylemekten korkmam… Nereden korkacağım ki? Eğer ölüm kapımı çalsa, “Al beni” derim, “belki gece artık rahat uyurum…”
Ve benim için dün gece burada yapılan etkinlik çok önemliydi çünkü bazı insanlar oturup ne yazdığımı okudular. Çünkü Facebook’ta yazabilirsiniz bir şey ancak ardında yatan anlam nedir? Üç satırdır bu… Birincisi, bu ada için hissettiğim acıdır, torunlarımın geleceği için bu adada hissettiğim acıdır. Ben çok mutlu olmalıyım oysa çünkü rüyamı gerçekleştirdim… Çin’de benim yaptığım heykel vardır mesela… Olimpiyat Oyunları için yaptığım heykel… Lefkoşa’da bir bina için yapmıştım bu heykeli, bazıları “Bu binaya koymak için hiç da iyi değil bu heykel” demişti, ben de bu heykeli Çin’e gönderdim ve üç ay sonra Çinliler bana “98 ülkeden 3 bin sanatçı arasından senin heykelini seçtik Olimpiyat Oyunları’nı simgelemek üzere sergilemeye” demişlerdi…
Sonra da bana bu konuda verdikleri üç ödülden birini aldığımı söylediler… Eserim en iyi üç eser arasında ödül almıştı.
SORU: Çok şükür yarattıklarımızı, yazdıklarımızı, çabalarımızı takdir eden yabancılar vardır çünkü “yerliler”imiz kıskançlıktan yerin dibine batırırlar bizleri!... Bir keresinde değerli arkadaşımız Fatma Azgın yazmıştı bunu ifade eden şeyler…
FİLİPPOS YABANİS: Evet! Bir keresinde bir öğretmen gelmişti buraya, kendisi iddia ediyordu ki ben sanatımı ahaliyle paylaşmam… Oysa paylaşmaktaydım, size anlattığım gibi, çocuklarla yaptığımız etkinlikler vesaireyi… Bir keresinde geldi, içeriye girdi ve dedi ki, “Bak sen çok zenginsin…”
“Ne demek isten?” dedim.
“Bak bütün bu heykelleri eritsen ve okkaynan satsan, çok zengin olursun” dedi… Düşünebiliyor musun? Ve bu kadının maaşı ayda 5 bin Euro’dur…
Öğrenciler için üzgün değilim ama veliler için üzgünüm ki bu tip insanlara para öderler, altı yıl boyunca evlatlarına ders versin diye…
Sanatçı hiç metalin değerini mi ölçüp tartar?
Bunlar eseri yaratan sanatçının ruhunu ölçüp tartamaz yani…