KATHİMERİNİ Yazı İşleri Sorumlusu, araştırmacı gazeteci Andreas Paraskos, Maraş’tan “kayıp” yakını Ksenya Hacıbavlu’nun trajedisini kaleme aldı... Ksenya Hanım’ın dramı: Sekiz aylık hamileyken, tecavüzlere tanık olmuş, eşi ve kaynı öldürülmüş, BM Barış Gücü tarafından Stavroz mezarlığına gömülmüşler...
Kıbrıs’ın güneyinde haftalık olarak yayın yapan KATHİMERİNİ gazetesinin Yazı İşleri Sorumlusu, araştırmacı gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos, Maraş’tan “kayıp” yakını Ksenya Hacıbavlu’nun trajedisini kaleme aldı.
Geçtiğimiz Pazar günkü KATHİMERİNİ’de yer alan Paraskos’un röportajında, Ksenya Hanım’ın dramı dile getirildi: Ksenya Hanım, sekiz aylık hamileyken Maraş’ta kısılmış olduğu apartmanda tecavüzlere tanık olmuş, eşi ve kaynı öldürülmüş, BM Barış Gücü askerleri tarafından Stavroz mezarlığına gömülmüş olduklarını sonradan sora sora öğrenmiş...
Gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos’un bu konuda KATHİMERİNİ gazetesinde yazdıklarını, okurlarımız için özetle Türkçeleştirmeye çalıştık... Paraskos, şöyle yazıyor:
*** Ksenya Hacıbavlu, eşini kaybetti, kendisi tecavüzlere tanık olurken, BM Barış Gücü askerleri 19 Ağustos 1974’te eşini defnetmişler...
*** Maraş, 19 Ağustos 1974. Apartman binaları... Blok 10, iki numaralı apartman dairesi. Burada 30 yaşındaki Mihalakis Hacıbavlu 25 yaşındaki eşi Ksenya Hacıbavlu ile birlikte yaşıyordu, üç tane çocukları vardı. En büyük oğluları 4 yaşındaki Tomas, 2 yaşındaki Marios ve 3 yaşındaki Maria’yla birlikte ama Maria, Larnaka’da bir arkadaşlarının evindeydi. Ksenya, dördüncü çocuğuna hamileydi ve hamileliğinin sekizinci ayındaydı.
*** İşgal askerleri ve araçları Maraş’a girmişti... O sabah, Mihalakis, Ksenya’ya kendisinin çalışmakta olduğu otele, Otel Florida’ya gideceğini söylemişti... Gidip patates getirecekti otelden ki aç kalmasınlar... Patronları ona öyle demişler... Mihalakis, Florida Oteli’nde aşçı yardımcısı olarak çalışmaktaydı...
*** Ksenya Hanım, “Sonra eve döndükten sonra gidip çocuklara süt alacağını söyledi bana. Ben de ona, zaten iki paket sütümüzün bulunduğunu söyledim ancak gitmekte ısrarcıydı. Bende Pidarya’daki annesinden de geçip kardeşini de yanına alacaktı, bana böyle demişti...”
*** Sonuçta Mihalakis nereye gitmişti? Ksenya Hanım, şöyle anlatıyor: “Daha sonra öğreneceğim gibi Çukeros’un Stavroz’daki dükkanına gitmiş... Ancak geri dönmekte geç kalınca bizimle birlikte kalan kaynanama gidip onları arayacağımı söyledim. Aklımda Bay Panayotis vardı, o BM Barış Gücü2nde aşçı idi ve aynı zamanda apartmanların büfesini de çalıştırmaktaydı. Gidip onu buldum ve kocamı görüp görmediğini sordum. Bana oturmam için bir iskemle verdi çünkü sekiz aylık hamileydim...”
*** Ksenya Hanım, anlatımını şöyle sürdürdü: “Bay Panayotis bana kocamın başka birisiyle birlikte olup olmadığını sordu. Ben de ona kardeşi Kostakis’le birlikte olduğunu söyledim. Bay Panayotis bana Kostakis’i tarif etti, ben de evet, bu tarif ettiğin odur dedim. İşte o zaman bana BM Barış Gücü askerlerinin her ikisini de Çukeros’un dükkanı dışında öldürülmüş vaziyette bulduklarını anlattı... Onları almışlar ve Stavroz’un eski mezarlığına götürerek gömmüşler, mezarlık girişini geçer geçmez, hemen oraya gömmüşler... Ben onların buraya geçici olarak gömülmüş olduklarını anladım çünkü Bay Panayotis, kocamdan daha uzun boylu olan kaynım Kostakis’in bacaklarının mezarın dışında kaldığını anlatmıştı...”
“KIBRIS’IN UNUTULAN KSENYALARI...”
Gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos, “kayıp” yakını Ksenya Hacıbavlu’yla röportajının yanısıra, bir de yorum yayınlıyor 13 Aralık 2020 tarihli KATHİMERİNİ gazetesinde ve özetle şöyle yazıyor:
*** Kıbrıs trajedisi ve özellikle de “kayıplar”la ilgileniyor olduğum son otuz yıl içerisinde, pek çok görgü tanığından şoke edici tanıklıklar işittim ve bunlar beni pek çok gece uykusuz bıraktı...
*** Bu tanıklıklar arasında Girne’nin botanik bahçelerinde üç kez kurşuna dizilen ancak yine de hayatta kalan bir adamın tanıklığı gibi tanıklıklar vardı...
*** Kıbrıslırum kadınların ZOPAS ile Mia Milya (Haspolat) arasındaki Ayi Dimitris tepesinin eteklerinde vahşice nasıl tecavüze uğradıklarına ilişkin tanıklıklar dinledim... Palekitre’de (Balıkesir) kadınlara yönelik işgal ordusunun organize ettiği tecavüzlerle ilgili tanıklıklar işittim... Yipsu’da (İpsoz-Akova) kadınların toplama kampında yaşananlara ilişkin şoke edici öyküler dinledim...
*** Ancak hiçbir zaman Ksenya Hacıbavlu’nunki gibi bir tanıklık duymamıştım – Ksenya Maraş’taki apartman binalarında 15 gün boyunca kısılıp kalmıştı, sekiz aylık hamileydi, iki küçük çocuğu vardı kollarında... Burada tecavüzlerin görgü şahidi oluyordu, eşiyle kaynının öldürülmesi ardından inanılmaz derecede acı çekiyordu, kendi gözleriyle bizzat cenehheme tanık oluyordu...
*** BM Barış Gücü’nde çalışmakta olan bir komşusu, Ksenya’nın eşi Mihalis Hacıpavlu ile kardeşi Kostas’ın Türkler tarafından öldürülerek Stavroz’da Çukeros mağazasının dışındaki kaldırımda öylece bırakılmış olduğunu anlatacaktı. BM Barış Gücü’ne bağlı İsveç polisi, Türkler’den bu sokaktaki cesetleri alıp gömmelerini istemişti ancak herhangi bir yanıt alamamıştı. Böylece ertesi günü İsveçli BM Barış Gücü askerleri, bu iki ölü bedeni alıp Stavroz’un eski mezarlığına gömecekti...
*** Son 20 seneden beridir, BM Barış Gücü dosyalarında bulunan Maraş’taki ölü bedenlere ilişkin bilgiler hakkında yazı yazıyorum, BM Barış Gücü askerleri, günlerce açıkta kalan bu ölü bedenleri hastalık yayma riski taşıdıkları için toplayarak bahçelere, arklara vs. Gömmüşlerdi.
*** Bu konudaki ilk yazım 2003 yılında POLİTİS gazetesinde yer aldığı halde, ne Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarından, ne de BM Barış Gücü’nden herhangi bir açıklama ya da tepki gelmemişti. Görünen oydu ki Kıbrıs’taki BM bürokratları da, bu trajik yerdeki en trajik şeyin, hesap vermekten tümüyle muaf olmanın esas olduğunu çok iyi kavramışlardı... Pek çok kez yazmış olduğum gibi dokunulmazlıklar vardı... Ki bu tür dokunulmazlıklar sonuçta ülke kaynaklarının soyulup soğana çevrilmesine, yozlaşmaya ve Kıbrıs’ı uluslararası alanda küçük düşürmeye yol açmaktaydı...
*** “Kayıplar” adına kendilerine bir kariyer yontmakta olanlardan Maraş’ın “kayıpları” için bir süreç başlatma girişimime düşmanca davranmalarını bekliyordum elbette. Ancak beklemediğim şey, bunun BM bürokratlarından da gelmesiydi... Onlar da bu memleketin VIP turistleri olarak Kıbrıs’ı bir ucundan öbür ucuna kadar dolaşabilirler, işgal altındaki Karpaz’ın en güzel sahillerinde kamp kurabilirlerdi ve rahatlarını kaçırarak bilgi talep ettiğinizde derhal saf değiştirip ofislerine ulaşımınızı kesebilirlerdi. Geçtiğimiz yıllarda BM Barış Gücü Sözcüsü’yle konuya ilişkin yazışmalara giriştim ve nihayetinde taa Genel Sekreter’e kadar vardım, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon idi o zamanki genel sekreter...
*** New York’taki Birleşmiş Milletler sözcüsünden resmi bir yanıt aldım ve işte öylece bitti. Tüm bunlar yayımlandı ancak hiç kimse herhangi bir şey yapmadı. Şimdi Ksenya Hacıbavlu’yla röportajımla da, bunca yıldır ısrar etmekte olduğum bilgi bir kez daha teyit edilmiş vaziyettedir.
*** BM Barış Gücü yetkilileri ile Kayıplar Komitesi’nin BM temsilcisi olan üyeler birbiri ardına adadan ayrılıp şişkin emekliliklerinin tadını çıkarıyorlar, bizim buradakiler de öyle... Ksenya gibiler ise göçmen yerleşimlerinde sefil apartman dairelerinde unutulmuş vaziyette seslerinin çıktığı kadar bağırıyorlar ve sevdiklerinin kemiklerini geri istiyorlar, birer cenaze yapmak için, pek çok insanın cenaze töreni yaptığı gibi birer cenaze yani...
FOTİU’NUN TEPKİSİ...
Gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos, Kıbrıs Cumhuriyeti İnsani İşler Komiseri Fotis Fotiu’nun Ksenya Hacıbavlu’nun trajedisine ilişkin söylediklerine de yer veriyor. Paraskos’a göre, Fotiu, bu konuda özetle şöyle demiş:
*** “Sayın Andreas Paraskos’un bugünkü makalesi, bir kez daha arşivlere ulaşma ve bunları inceleme gibi esaslı bir konunun altını çizmiştir – özellikle de Türk ordusuna ait arşivlerde kayıplarımızın çoğunluğunun akibetine ilişkin bilgiler ve veriler bulunmaktadır. Ancak Türkiye’nin bu konuyu ele almayı reddetmesi, siyasi hedeflere hizmet eder ve bu konuda acı içerisinde bulunan kayıp yakınlarının insancıl ihtiyaçlarına terstir...”
*** “KATHİMERİNİ gazetesinin 46 sene sonra ortaya çıkardığı gibi, Bayan Ksenya Hacıbavlu, 15 gün süreyle Maraş’ta kısılmış, BM Barış Gücü kendisine eşi Mihalis ve kardeşi Kostas’ın Türk askerleri tarafından Stavroz bölgesinde Çukeru mağazası dışında 18 Ağustos 1974’te öldürüldüklerini aktarmıştır. BM Barış Gücü’nde çalışan bir Kıbrıslırum’un ertesi günü Bayan Ksenya’ya anlattığı gibi, BM Barış Gücü askerleri ertesi günü Türk ordusu tarafından öylece kaldırımda bırakılan eşi ve kaynını alıp Stavroz mezarlığına defnetmiştir. Bayan Ksenya iki küçük çocuğuyla Maraş’taki apartman dairelerine kısılmış vaziyette, cehennemi andıran günler yaşamış ve bir dizi tecavüze de tanık olmuştur. Ağustos sonunda Aşağı Derinya’ya transfer edilerek, Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarına verilmiştir. Pek çok kez yaptığı gibi Bayan Ksenya, eşinin kalıntılarının işgalin bir kurbanı olarak defnedilmek üzere kendisine verilmesini talep etmektedir...”
(KATHİMERİNİ – Andreas Paraskos – 13.12.2020 – Özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 14.12.2020)
BASINDAN GÜNCEL
“İspanya’da Franko kurbanlarının küçük hazineleri...”
El Pais gazetesinin 11 Aralık 2020’de yazdığına göre, faşist diktatör Franko dönemi öldürülerek toplu mezarlara gömülenlerin üstünden çıkarılanlar, yakınları tarafından küçük birer hazine gibi algılanıyor...
Natalia Junquera’nın yazısını okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik. Natalia, şöyle yazıyor:
*** 32 yaşındaki Maria Alonso, öldürüldüğü gün sol kulağında enfeksiyon olduğu için, tek bir küpe takıyordu sağ kulağına... İspanya’da Leon ölgesinde İzagre’de on kişilik toplu mezar açıldığı zaman, adli personel uzun süre ikinci küpeyi aradılar mezarda – bu on kişilik toplu mezarda dokuz erkek ve bir de Maria Alonso vardı... Ancak sonra 91 yaşındaki Josefina Alonso, kızkardeşinin küpesinin tekini evde bıraktığını anlattı. Josefina, “kayıp” kızkardeşinden geride kalan bu tek küpeyi bir yüzük yapmış ve parmağına takmıştı – “Bu yüzüğü asla hiç çıkarmadım” diyordu...
*** 2006 yılında Ambelio Anton, Burgos’un Lerma kentindeki bir toplu mezara gitmişti – bir saat arıyordu. Babasına son kez sarılmıştı yıllar önce, sonra da onu bir vana bindirip götürmüşlerdi, kolunda kol saati vardı.. “Parlak bir yüzü vardı babamın kol saatinin, çok güzeldi” diye anlatıyor.
*** 2006 yılında 68 yaşında bir Japon olan Toru Arakawa, iki çocuklarıyla birlikte kurşuna dizilmiş bir çiftin iskeletleri arasında bir nişan yüzüğüyle karşı karşıya kaldığı zaman ağlamaya başlamıştı... Eşine, Franko diktatörlüğü esnasında yaşanan İspanya İç Savaşı sırasında “kayıp” edilenlerin kalıntılarının bulunmasına yardım etmek istediğini söylediğinde, eşi çok şaşırmıştı... Bu diktatörlük 1939 yılından başlayarak Françisko Franko’nun 1975’te ölmesine dek devam etmişti... Birkaç yıl sonra da Toru Arakawa, Tarihsel Belleğin Kurtarılması Derneği’nin (The Association of the Recovery of Historical Memory – ARMH) en sevilen gönüllü üyelerinden biri olacaktı.
“O yüzüğü gördüğümde tüm o acıları anlamıştım...” diyordu. O yüzük 2008 yılında Faramantanos de Tabara’daki bir toplu mezardan çıkarılmıştı...
*** Tarihsel belleiğin kurtarılması, geri kazanılması hareketi 2000 yılında başlamış bulunuyor – bu hareket 13 Cumhuriyetçi’nin İspanya’nın faşist siyasi partisi Falanj tarafından öldürülerek bir toplu mezara gömülmeleri ardından, yıllar sonra 2000 yılında bu toplu mezarın açılmasıyla başlamış bu hareket.
*** Bu hareketin öncüsü, İspanyol gazeteci Emilio Silva – onun dedesi de bu toplu mezardaki kurbanlardan biriydi. Nihayetinde, akrabaları öldürülmüş olanlar da ona yaklaştılar ve kendi sevdiklerinin de bulunmasını istediler. ARMH böyle doğmuştu.
*** Bilimsel teknikler kullanılarak kazılan ilk toplu mezar kazısının yıldönümünde, Alibla adlı yayınevi “Las Voces de la Tierra” (“Yeryüzünden Sesler”) adlı bir kitap yayımladı – Franko’nun kurbanlarına ait 39 kişisel eşyanın fotoğraflarını içeren bir kitap bu... Bu kişisel eşyaların tariflerini de Antonio Gamoneda gibi şairler, Juan Diego Botto gibi aktörler ve Rozalen ile Miguel Rios gibi şarkıcılar yapmış kitapta...
*** Kitaptaki fotoğrafları çeken Jose Antonio Robes, “Başlangıçta toplu mezardaki kemiklerin imajı büyük bir etki yaratır ancak insanlar buna zamanla alışır” diye anlatıyor. “O nedenle ben kendi kendilerine konuşabilecek objelerin fotoğraflarını çekmeye karar verdim; bunları görenler, kendilerini kurbanların yerine koyabilecekti çünkü...”
*** Kazılarda kurşunlar da çıkarıldı ve bunlar da kurbanların nasıl öldürüldüğünü göstermekteydi ancak aynı zamanda nişan yüzükleri, dülger kalemleri, anahtarlar da bulundu toplu mezarlarda. Bunlar, seven, çalışan, dönecek bir evi olan gerçek insanlara yönelik kanıtlardı... Bu objeler fotoğrafçıya verildi ki böylece sahiplerinin öyküleri anlatılabilsin – bir şafak vakti evlerinden alınıp öldürülmeden önceki hayatlarının hikayeleri yani...
*** Alkibla Yayınevi’nin editörü Celemente Bernad, “Bunlar, demokrasinin ilk taşlarını koyanlara yönelik bir anıttır” diyor... Silva, tümünün de sivil olduğunu ve cephelerden ve düşman hatlarından oldukça uzakta vurularak öldürüldüklerini anlatıyor. Bunlardan birisi de 19 yaşındaki kurban Perfecto de Disis idi... Hayatının henüz başlangıcındaydı. 1950 yılında vurulmuştu. Tam altmış sene sonra, botları bir toplu mezardan çıkarılacaktı...
*** Kurbanların aileleri için bu kişisel eşyalar, kesin birer hazinedir... “Bize kemikleri verdiler fakat bizim için çok daha anlamlı olan, o çizmelerdi” diyor Mari Carmen de Dios... Babası kendi annesine ölmeden önce bir söz vermiş: Perfecto’yu bulacakmış ki annesiyle birlikte gömülebilsin Perfecto. “Bu çizmeler, gelecek kuşaklara onların kim olduğunu ve neden öldürüldüklerini anlatmaya yardım edecek” diyor Mari...
*** Kulağında tek küpesiyle öldürülen ve kalıntılarıyla birlikte küpesi de toplu mezarda bulunan Maria Alonso, bu küpeleri kızkardeşiyle birlikte çıktığı son seyahatinde almış – piyango kazanmışmış ve birlikte Madrid’e gitmişler: “Bir müzeye gitmiştik Madrid’de” diyor kızkardeşi Josepine. “Ve o bana resimlerin hikayelerini anlatmıştı... Okumayı çok seviyordu...”
*** 2011 yılında İspanyol İç Savaşı günlerinden kalma renkli bir şıngırdak bulunmuştu bir toplu mezarda. Bu oyuncak Martin de la Torre Munoz’a aitti – o günlerde dokuz aylıktı Martin. Annesi Catalina Munoz Arranz kurşuna dizilmişti. Ve oğlunun şıngırdağını mezarına götürecekti... Cervantes Ödülü sahibi Antonio Gamoneda, bu objeyle ilgili bir şiir yazmış: “Martin’i geride bırakmışlar çünkü henüz dokuz aylıkken onu vurmak çok erkenmiş ancak kim bilebilir ki?”
*** Leon’da 15 madencinin kalıntılarının bulunduğu toplu mezardan babasınınkine benzer bir saat çıkmış ve Miguel Rios bundan söz ediyor: “Ülkenin ortasında bir kalp durmuş...”
*** Adli uzmanlar, Franko diktatörlüğünün kurbanlarının açtıkları toplu mezarlarına ilişkin raporlar kaleme almışlar, adalet sistemi bu tür raporlara ihtiyaç duymasa dahi bunları yazmışlar. İspanya İç Savaşı ve Franko diktatörlüğüne uzanan toplu mezarların açılmasıyla ilgili mahkemelerde pek az başarı elde edilmiş. Aile üyeleri ve dernekler, bu suçların dün işlenmiş gibi ele alınmasını isteseler dahi böyle olmuş... Her halukarda biraz ilerleme kaydedilmiş, “Öldürmeyiniz, Sivil Hafıza” başlıklı kitapta avukat Eduardo Ranz’ın yazdığı gibi... Kitaba eski sosyalist başbakan Jose Luis Rodriguez Zapatero da önsöz yazmış.
*** Birkaç başarısız girişim ardından, 2016 yılında Ranz ilk kez bir mahkemenin “Düşmüşler Vadisi”nde ailelerinin onay olmaksızın gömülmüş olan Cumhuriyetçiler’in mezarlarının açılmasına onayını almayı başarmış... Bu bölge, Madrid’in kuzeyinde İspanya İç Savaşı kurbanlarına yönelik tartışmalı bir anıt içeriyor, Franko da daha önce buraya gömülmüştü... Ancak bu mahkeme kararı henüz uygulanmamış... Ranz’ın bir diğer savaşı da Frankocu sembollerin değiştirilmesi için verdiği savaş – sokak isimleri, onursal ünvanlar, plaklar gibi... Ve Tarihsel Bellek Yasası’nın ihlaline ilişkin 500’den fazla başvuru yapmış...
*** Franko Vakfı, Ranz’a “Robespierre’in çırağı” lakabını takmış – bir keresinde, Ranz’a kutuda dışkı göndermişler ve “İspanya’ya attığın dışkıların küçük bir örneğidir bu” diye mesaj vermişler.
(EL PAIS – Natalia Junquera – 11.12.2020 – Derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).