Zehra Beyli
zehra.beyli@gmail.com
Sevgili Maria,
Senin Kıbrıslı Rum olarak geçen çocukluğunla benim Kıbrıslı Türk olarak geçen çocukluğum arasında benzeşen ne çok nokta varmış meğer! Bu yüzdendir ki, senin yazmış oldukların bana çocukluğumdan kalan birçok şeyi yeniden hatırlattı.
Ben, 1980 ve 90’ların Lefkoşasında sınıra yakın bir evde yaşamanın her daim hazırlıklı olmayı gerektirdiğini düşünürdüm. Senin gibi, başıma gelebilecek herhangi bir şeye hazırlıksız yakalanmama telaşı içerisinde, her havai fişek gösterisi olduğunda, “bu sefer kesin savaş çıktı” diyerek ve korkudan titreyerek hazırladığım valizime çok sevdiğim mavi sabahlığımın yanında mutlaka aile fotoğraflarından da koyardım.
Senden farklı olarak bana ne Baf öğretildi ne Limasol, zira güneyde kalan Kıbrıs topraklarını anlatmazlardı okullarda. Sınırın ötesinde kalanlardı onlar nasılsa. Yıllar sonra gittiğim Baf’ta bir Osmanlı kalesi olduğuna şaşırıp bunu bilmediğim için utanmam da bu yüzden değil miydi?
Güneyde kalanlara dair kulağımda tek kalan annemden dinlediğim Larnaka hikayeleri vardı bir tek. İnanır mısın ben de senin gibi çocuk hayalgücümle gözlerimi kapatarak annemim anlattığı hikayeleri yaşamaya çalışıp, geride kalan Larnaka’yı hayal ederdim. Ne de olsa gidip göremezdik annemin orada kalan evini. Bu hikayelerin içlerinden ya bir kedi geçerdi, ya yakın akrabalar, ya komşular ama mutlak olarak her hikayede annemin doğup büyüdüğü deniz kenarındaki evi olurdu.
Ancak söylemeliyim ki benim 20 Temmuzlarım seninkilerden daha farklıydı. 20 Temmuzlarda anneannemin evinden, balkonundan baktığımı ve üzerimizden geçen uçakların gürültüsünden küçük bir çocuk olarak biraz ürktüğümü hatırlıyorum. Ancak etrafımdakilerin neyi kutladığını anlamaya çalıştığımı da anımsıyorum. Düşmandan korkmalıydık hepimiz. Ben gerçekten de düşman fikrinden ve olası bir savaştan çok korkardım ve hep düşünürdüm düşmanın neye benzediğini.
20’li yaşlarımın başındayden İngilterede karşılaştığım ilk Kıbrıslı Rum’a çocukluğumdan kalan önyargılarımla verdiğim garip tepki de bu yüzdendi zaten. Bu Kıbrıslı Rum, iki gözü ve iki kulağıyla benim kafamda yıllar içerisinde canlandırdığım “düşman” profilinden çok daha normaldi. Daha sonraki yıllarda, kimseden görmediğim desteği göreceğim birisi olacağını nereden bilebilirdim?
Bir gün geldi, bütün yaşananları çok sorguladım. Ben de senin gibi “karşı tarafın” dilini öğrenmek istedim. Çocukken izlediğim Rum TV kanallarından öğrendiğim birkaç kelime yeterli değildi karşı tarafı anlamaya. Bu yüzden Rumca derslere gittim, sözlükler karıştırdım. Öğrendikçe bazı şeyleri daha iyi anladım. Anladıkça da şaşırdım. Adamızda yer alan trajik olaylarda hayatını daha birçok kişinin kaybettiğini öğrenip üzüldüm ve de her hikayenin iki yüzü olduğunu, tek taraflı hikayelerin yarım kaldığını çok daha iyi anladım.
Sonra seni tanıdım, temiz kalbinle ve cesaretinle yazdıklarına bir cevap verip sana yalnız olmadığını söylemek istedim. Senin de dediğin gibi, geçen 41 senenin kısa insan hayatında çok uzun bir zaman olduğunu biliyor ve bunca sene iki halkın birbirine karşı duyduğu öfkenin de hiçkimseye bir faydası olmadığını açıkça görüyorum. Maria, dilerim ki bu öfke yerini memleketimiz ve halkımızın yeniden birleşmesi ve hep birlikte mücadele edebilmemiz için motivasyon haline gelsin!
*Bu mektup, Gaile’de 26 Temmuz 2015 tarihinde yayınlanan Maria Siakalli’nin yazısına cevaben kaleme alınmıştır.