“Mari’den Hüseyin’in öyküsü...”

Sevgül Uludağ

Aradan seneler geçtikten sonra iki arkadaşı birbirine kavuşturduk... Mari’den Hüseyin Emir ile Maraş’tan Mihalakis Çapparillas’ın öyküsü...

 

 

Mihalakis Çapparillas

“1948 yılında, dikenlerle ve pek çok yabani hayvanla dolu bir tepenin üstündeki bir köyde, yüksek duvarlarla çevrili taş bir evde Ebe Mariannu, Kalavason köyünden gelmişti... Ebe, Mari köyünü çok iyi bilmekteydi... Civar köylerden pek çok bebeğin doğumunda yardımcı olmuştu Ebe Mariannu... Atına binip çağrıldığı her yere uçarak giderdi Ebe Mariannu... İster Hristiyan, ister Müslüman olsun, ona göre tüm anneler yalnızca anneydi ve tüm çocuklar da Tanrı’nın kullarıydı... İsimleri de Hristo veya Muhammed olabilirdi... Emir ve Seniha’nın beşinci çocuğunu, kendi elleriyle böylece doğurtmuştu... Bu bebek, dedesi Hüseyin’in adını alacaktı...

KIBRISLITÜRKLER’LE KIBRISLIRUMLAR, BİRLİKTE ÇALIŞMAKTAYDI...

Bebeğin babası Emir, Vasiliku limanında çalışmaktaydı... Gemilere çıkıp ihtiyaç olan şeyleri almaktaydı... O günlerde Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler birlikte çalışmaktaydılar. Aynı işi yapıp aynı ücretleri alıyorlardı. Geçinmek için mücadele de ortaktı... Tıpkı bedenlerinden akıp giden terler gibi...

Emir, Mari’nin varlıklı ailelerinden birinden geliyordu. Onun dedesi Emir Ahmet zengin birisiydi ve bölgede saygı görmekteydi...

Aradan yıllar geçecek, Hüseyin köyündeki ilkokuldan mezun olacak, sonra da bir garajda makinistlik öğrenmeye gidecekti. Küçük yaşlardan arabalarla uğraşmayı severdi... Futbol oynuyordu... Erkek kardeşleriyle birlikte uçurtma uçuruyordu... Yaz aylarında denizde yüzüyordu... Babası da iyi bir dalıcı ve şahane bir yüzücüydü ve babasıyla birlikte balığa gidiyorlardı... Sessiz sakin bir hayat sürdürmekteydiler...

Sonra fasariyalar ve çatışmalar başladı. Herşey zorlaştı... 1963 yılında Emir, limandaki işini kaybetti. Ailesi genişlemişti – yedi oğlu ve iki kızı vardı... Oysa köyde pek az iş vardı... Pek çok zorlukla ve fakirlikle karşı karşıya kalmışlardı... Aynı zamanda Kıbrıslırumlar’ın kendilerine saldıracaklarına ilişkin korkuları da vardı. Emir ve en büyük oğluları, TMT üyesiydiler... Civar köylerden pek çok Kıbrıslıtürk, güvenlik için Mari’ye sığınmıştı. Bu bir emirdi.

MOSKOVA’DA EĞİTİM...

1968 yılında Hüseyin’e araba mühendisliği teknik okulunda öğrenim görmesi için Moskova’ya gitmesi tavsiye edilmişti. Orada, yapmakta olduğu maknistliği daha iyi öğrenebilecekti. Kendinden büyük abisi Yılper, onu buna ikna etmişti... Böylece yeni şeyler öğrenecek ve özellikle de köy gettosundan dışarıya çıkacaktı... Soldan insanların ve ailesinin gizlice yardımlarıyla, pasaportunu alabilmişti. Onunla buluştukları zaman ona gemi için biletlerini de vereceklerdi. Birkaç giysi koyduğu küçük bir bavulu saklamıştı son gecesinde... 2 Ekim’de ise Yılper’le birlikte Larnaka’ya gitmeden önce annesine sarılıp onu öptü, annesi buna şaşırmıştı ama Hüseyin annesine bir şey söylemedi. PEO’dan bir üye onları orada beklemekteydi. Arabaya bindiler ve Mağusa limanına doğru yol aldılar... Yılper abisi ona, eve döner dönmez durumu babasına izah etmeye söz vermişti... Babası ve tüm ailesi, silahlar ve düşmanlığın daha iyi bir hayat sağlamadığını kavradıkları zaman AKEL’in ve daha sonra da Kıbrıslıtürk solundan CTP’nin destekçileri olacaklardı...

İKİ ARKADAŞIN TANIŞMASI...

Pek çok Kıbrıslırum genç zaten “Baskiriya” gemisine binmişlerdi, onlar da yurtdışında öğrenime gideceklerdi... Bazıları iki yıllık teknik eğitime gidiyordu. Geminin güvertesinden aşağıya doğru eğilip ana-babalarına veda etmekteydiler... Hüseyin boş bir yer bularak genç bir adamın yanında durdu... Abisine ve abisinin arkadaşına veda etti. İçinde bir korku hissetti... Ana-babası için kaygılanıyordu... Bir süre sonra, yanıbaşında duran Kıbrıslırum ona dönerek, “Benim adım Mihalis’tir” demişti. O da bu genç Kıbrıslırum’a dönerek “Benim adım da Hüseyin’dir” demişti.

Genç Kıbrıslırum ona, “Sen Kıbrıslıtürk müsün?” diye sormuştu. Hüseyin de, “Evet, Mari köyünden...” demişti.

Aslında Mihalis, Mari köyünün nerede olduğunu bilmiyordu. Seneler sonra ilk kez bir Kıbrıslıtürk’le karşılaşıyordu... Bir zamanlar mahallesinde geceleri dolaşıp “Eho afga oftaa” diyen Ali ya da Mustafa vardı: “Ela, kiase, bu ise... Galan Ohinooo” diyen... Bunlar, mahallesinde yumurta ve yoğurt satmaya gelen Kıbrıslıtürk sokak satıcılarının sesleriydi...

Gemi limandan ayrılınca, yolcular da kabinlerine gitmişlerdi... Mihalis, Hüseyin’in ranzanın alt katında oturduğunu görünce şaşırmıştı... Birlikte kalacakları için mutluydu... Hüseyin biraz Rumca biliyordu... Her iki genç insan da eğitim yoluna çıkmışlardı, neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı.  Karşı ve uzak Moskova’da nasıl bir hayat bekliyordu onları?

 

ODESSA’DAN MOSKOVA’YA...

Beş gün sonra Odessa limanına varmışlardı. Oradan da trenle Moskova’ya götürüleceklerdi... Sonra da Mihalis, Yorgos, Dimitris ve Hüseyin’in büyükçe bir odada birlikte kalacakları yatılı okula götürülmüşlerdi... Bir sene boyunca birlikte yaşayacaklardı.

Sonraki gün GYM (Goom) adlı mağazaya götürüleceklerdi... Burası, Lenin’in mozolesinin karşısında Kızıl Meydan’da dört katlı bir binaydı... İkinci katta kalın paltolar, sıcak tutan yün kazaklar, eldivenler, kulaklarını kaplayacak kürk şapkalar ve çizmeler seçtiler. Tümü de ücretsizdi... Aşırı düşük ısılardaki Rusya kışını atlatmakta bu giysiler, onlara yardımcı olacaktı... Üçüncü ya da dördüncü kata çıkıp çıkamayacaklarını sordular ancak çevirmenleri gülümseyerek bu katlara gidemeyeceklerini söylemişti. O katlar, parti liderleri ve aileleri içindi...

Dersler başladığı zaman, Mihalis arkadaşına yardım ediyordu... Ona bazı sözcüklerin ya da cümlelerin anlamını açıklamaktaydı. Her ikisi de kısa sürede iyi Rusça öğrenerek birbirleriyle iletişim kurabiliyorlardı. Yakın arkadaş olmuşlardı ve birbirlerine karşılıklı olarak psikolojik destek sağlamaktaydılar...

AİLESİ MİLLİYETÇİLER TARAFINDAN SUÇLANMAKTAYDI...

Birinci yıl sona ererken, çoğu öğrenci, tatil için Kıbrıs’a dönmüştü. Ancak Hüseyin, Moskova’da kalmaya karar vermişti. Ukrayna’da bir tatil merkezine ücretsiz olarak gönderileceklerdi... Ancak Hüseyin ailesini ve arkadaşlarını özlüyordu... Kendisi “demir perde” altındaki Moskova’da öğrenim gördüğü için, köyü Mari’deki milliyetçilerin ailesini suçladıklarını biliyorlardı... Yani “anavatan Türkiye’nin düşmanı olan komünist bir ülkede” öğrenim görmekteydi... Ve köy kahvesinde üzerinde orak çekiç olan mektuplar gittiğinde, onlarla alay edilmekteydi...

SORGULANMAK ÜZERE GÖTÜRÜLECEKTİ...

Hüseyin, nihayetinde 1970 senesinde gemiyle Mağusa’ya gidecekti. Babası Emir onu aramaya gitmişti... Oğlunu kucakladı ve birlikte köye döndüler. Mari’ye gittiklerinde, köyün merkezinden geçip evlerine gittiler. Annesi ve kardeşleri onu kucaklayarak anlatacaklarını dinlediler. Bir süre sonra köylüler de Hüseyin’i görmeye gelmişlerdi... “Komünizm”den geri dönen Hüseyin’i... Bazı milliyetçiler ise Larnaka’daki TMT komutanını uyarmışlardı... Birkaç gün sonra, siyah bir landrover duracaktı evlerinin dışında. Sorgulamak için Hüseyin’i alıp gideceklerdi... Annesi ağlamaya başlamıştı... Çok şükür ona “milliyetçi bir eğitim” verdikten sonra kendisini serbest bırakmışlardı...

ROSTOV TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ’NDE EĞİTİM...

Mihalis, 1969 yılının Ekim ayında başka bir kente gidecekti... Üniversitede öğrenim görmeye başlamıştı. O günden sonra iki arkadaş, birbirlerinin izini kaybedecekti... Hüseyin, Rostov Teknoloji Enstitüsü’ne gidecekti... 1969 yılında abisi Yılper de elektronik eğitimi için Leningrad’a gidecekti. 1971 yılında Hüseyin güzel Liyuba'yla tanışıp onunla evlenecekti. İki çocukları olacaktı...

EOKA-B’CİLER AHMET’İ ALIP ÖLDÜRECEKTİ...

1973 yılının Ekim ayında sevgili kızkardeşi Leyla, Zigi’den Ahmet’le evlenecekti... Kıbrıs’ta hava barut kokmaya başlamıştı... Türk işgali gerçekleşecek, iki arkadaşları evlerini, kentlerini ve köylerini kaybedecekti... Hüseyin 1974 yazında öğrenimini tamamlamıştı ancak Kıbrıs’a uçuş yoktu. Ailesinin nerede yaşadığını bile bilmiyordu... Sonradan Leyla’nın eşi Ahmet’in, başka Zigililer’le birlikte EOKA-B’ciler tarafından tutuklanıp öldürüldüğünü öğrenecekti... Onları bulunamayacakları bir çukura atmışlardı... Elbette, Türk ordusunun ve bazı Kıbrıslıtürkler’in de Kıbrıslırumlar’a yaptıklarını da duymaktaydılar... Bilip sevdikleri Kıbrıs artık yitip gitmişti...

SOVYET VATANDAŞLIĞI ALAN İLK KIBRISLILAR’DAN BİRİ...

Sonra Hüseyin Sovyetler Birliği vatandaşlığı için başvuru yapacaktı. Zordu ama kabul edilmişti. Sovyet yurttaşlığı alan ilk Kıbrıslılar’dan birisi olacaktı. Rostov’da kaldı, eşiyle birlikte burada yaşıyordu. Kendi uzmanlık alanında bir iş buldu... 1976 yılında Kıbrıs’a geldiler. Burası artık tümüyle farklı bir yerdi... Kendilerine ait olmayan yabancı evlerde bulmuşlardı kendilerini. Mari’ye geri dönemiyorlardı...

Ailesini, anne-babası, kardeşleri ve akrabalarıyla tanıştırmaya getirmişti. Ailesi Mağusa’da yaşıyordu... Durumun ne olduğunu gördükten sonra, sonsuza dek “demir perde” altında kalmaya geri döndü. Orada hayat sessizdi...

İKİ ARKADAŞ BİRBİRİNİ BULDU...

Sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması başlamıştı. Ülke radikal biçimde değişmekteydi... Düzenli işini kaybetti. Emekliye ayrıldı ama aldığı emeklilik maaşı çok düşüktü... Her çeşit işi yapmak zorunda kalacaktı...

Mihalis, arkadaşı Hüseyin’i arıyordu – herkesi tanıyan Sevgül Uludağ’a sordu onu... Sevgül de derhal onun kızkardeşi Leyla’yı buldu... Leyla da Mihalis’e, abisi Hüseyin’in telefonunu verdı... O günden bu yana sık sık konuşuyorlar... Ülkelerini seven ancak doğup büyüdükleri, yürüdükleri, hayatlarının ilk 20 senesini geçirdikleri yerlere geri dönemeyen bu iki emekli telefonda sohbet ediyorlar... Binlerce diğer Kıbrıslı gibi, onlar da milliyetçilerin hataları ve tutkuları nedeniyle ağır birer bedel ödediler... Ve şimdi Ukrayna’daki savaş nedeniyle Hüseyin, bir kez daha göçmen olma riskiyle karşı karşıya... Çünkü Rostov kenti, Rusya-Ukrayna sınırındadır...”

İKİ ARKADAŞI KAVUŞTURMAMIZIN ÖYKÜSÜ...

Arkadaşımız Mihalakis Çapparillas, senelerdir temasta olmadığı arkadaşı Hüseyin’i bulmamızı istemişti bizden bir süre önce. Biz de Moskova’da geçmişte eğitim görmüş olanlardan sora sora, Mihalakis’in aradığı arkadaşı Hüseyin Emir’in aslında değerli arkadaşımız Leyla Kıralp’ın abisi olduğunu öğrendik ve Leyla’yla Mihalakis arkadaşımızı temasa geçirdik. Mihalakis arkadaşımıza abisi Hüseyin’in telefonunu verdi Leyla ve böylece onlarca yıl aradan sonra, iki eski arkadaş birbirlerini bulabildiler... Kendilerine yardımcı olabildiğimiz için mutluyuz...  Bu konuda bize yardım eden arkadaşlarımıza da çok teşekkür ederiz, en başta da Kıvanç Buhara arkadaşımıza...

 

(Mihalakis Çapparillas, ALITHIA gazetesinde 20 Mart 2022 tarihinde Rumca olarak yayımlanan yazısını bizim için İngilizce’ye çevirdi. Biz de okurlarımız için Türkçeleştirdik. Mihalakis Çapparillas’ın yazısını İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).