Hakan Karahasan
Girizgâh
14 Ocak 2017 tarihinde vefat eden İngiliz akademisyen ve müzik yazarı Mark Fisher, deyim yerindeyse, kısa ömrüne sığdırmış olduğu yazılar, yapıtlar ile arkasından gelen kişiler tarafından saygıyla hatırlanacak, çok daha önemli eserler beklenen bir akademisyendi. Aşağıdaki yazı, Fisher’in vefatı dolayısıyla, 2009 yılında yayımlanan ve Türkçeye 2010 yılında çevrilen Kapitalist Gerçeklik: Başka Alternatif Yok Mu? (Habitus 2010) kitabı üzerine, daha önce Mesele dergisinde yayımlanmış olan yazımın biraz geliştirilmiş bir versiyonudur. Böylece, bu yazı vesilesiyle Fisher’i tekrar anmak, yapmış olduğu parlak gözlemler ve yorumları tekrar hatırlatmanın faydalı olacağı kanısındayım. 2017 yılının ilk ayında olduğumuz bu günlerde, aradan geçen yedi yıl boyunca görülecektir ki, Fisher’in Kapitalist Gerçekçilik diyerek belirttiği durumun güncelliği hâlâ devam etmektedir. Umarım, Fisher’in eseri Türkçede daha geniş kitlelere, geç de olsa, ulaşır ve kapitalist gerçekçiliğin üzerlerimizde yarattığı bu kâbus hali, yavaşça olsa dahi dağılmaya yönelik bir noktaya ulaşır.
Fisher’in kitabından bahsetmeden önce, kapitalizm nedir? Nasıl işler? “Canlı bir organizma” mıdır? Ne işe yarar? Birkaç yıldır süregelen “kriz” acaba bize kapitalizmin “sonunu” mu muştuluyor? Jacques Derrida’nın (2011), “metin-dışı [içerik] yoktur” (s. 242) derken kastettiği gibi, içinde yaşadığımız dünyada, acaba ‘kapitalizm dışında başka içerik yok’ mudur?
Bu ve buna benzer soruları artırmak elbette mümkün. Mark Fisher’in Kapitalist Gerçeklik: Başka Alternatif Yok Mu? kitabı, salt başlığıyla dahi, okura daha “ilk bakışta” post-modern dünyada kapitalizmin nasıl içselleştirildiğini aktarması bakımından önemli bir “müdahale” sayılabilir.
Kapitalist Gerçekçilik=Umutsuz Son?
Kitap, son derece karamsar denebilecek bir “açılış”a sahip. Fisher (2010) ilk bölümde, Alfonso Cuarón’un Son Umut filminde var olan kitlesel afet sonucu bir kuşak boyunca tek bir çocuğun doğmaması ile bu büyük felaketin aslında hiç de yaşadığımız döneme uzak olmadığını anlatıyor. Bir metafor olarak kısırlık, Fisher’in (2010) Fredrick Jameson’dan aldığı biçimde söyleyecek olursak, geç dönem kapitalizminin bir ‘temsili’dir. Fisher (2010)’in deyişiyle: “Bir kültür yeni olmaksızın nasıl varlığını sürdürebilir? Eğer gençler, sürprizler üretme gücünden artık yoksunsa ne olur?” (s. 9).
Fisher’in (2010) sorduğu bu iki soru, kitabın ilerleyen bölümlerinde kendisinin kapitalist gerçekçilik dediği şeyin günümüzde ne olduğu, ne gibi anlam(lar) içerdiği ve bunun bir nevi dökümü olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar Fisher’in (2010) kapitalist gerçekçilik dediği şey ile Jameson’ın geç dönem kapitalizmi olarak adlandırmış olduğu post-modernizmin aynı şey olduğunu söylese de (s. 13), neden bu terimi kullandığı şöyle özetlenebilir:
- 1980’li yıllarda kapitalizme “alternatif”ler vardı (s. 13),
- post-modernizmin modernizmle hesaplaşma söz konusu idi (s. 14),
- Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra, kapitalist yapıyı artık ciddi anlamda sorgulama gibi bir durum pek kalmadı (s. 14-15).
Bu noktalardan hareketle, Fisher (2010), bir nevi, bu “yenilginin” ne boyutlarda olduğunu anlatıyor okuyuculara. Tabii, bunu yaparken tıpkı Žižek gibi, bol bol filmlerden ve İngiltere’deki eğitim sisteminden örnekler veriyor. Kitap boyunca karamsar bir tablo çizmesine rağmen, sonuca yaklaştıkça yapmış olduğu tahlili “yeni sol”un nasıl yapabileceği üzerine fikirlerle beziyor. Herşey yeterince kötü olsa da, bir yerlerde hala umut var Fisher’e (2010) göre. Kitabın sonların doğru, Orhan Veli’nin (2010) “Bir yer var, biliyorum; / Her şeyi söylemek mümkün” (s. 60) dizeleri geliyor aklına insanın. Ya da, Nazım Hikmet’in (2011) “Umut, umut, umut / umut insanda” (s. 153) deyişi...
Peki, nasıl oldu da bugünlere geldik? Fisher (2010), kapitalizmin son yüzyıldaki “gelişimini” anlatırken, ilginç bilgiler de aktarmıyor değil.
Bildiğimiz Dünyanın Sonu?
Fisher’e (2010) göre, “bildiğimiz dünyanın sonu” Marksist ekonomist Christian Marazzi’nin deyimiyle 6 Ekim 1979’dur (s. 143). Peki nasıl oluyor da 6 Ekim 1979 “bildiğimiz dünyanın sonu”nun geldiği gün oluyor?
“6 Ekim 1979. Bu, ABD Merkez Bankası’nın faiz oranlarını 20 puan artırarak, şu anda ağına yakalandığımız ‘ekonomik gerçekliği’ oluşturan üretimin önündeki tüm engelleri kaldırmaya dayanan ekonominin yolunu döşediği tarihti” (Fisher 2010, s. 143).
Marazzi ve Fisher’in Fordizmden post-Fordizme geçiş olarak aktardığı 6 Ekim 1979 tarihi, belki de, “üretim” dönemi olarak bilinen Fordizm’in artık “yeni piyasa koşulları”na “uyum sağlayıp”, değiştiği dönemin ta kendisidir. O değişim ki, kapitalizmin ‘şifozrenik yapısı’ neticesinde şekillenerek gittikçe karmaşıklaşan, bunu yaptıkça kendinden başka alternatif tanımayan bir yapı oluşmasına vesile oldu. ‘Somut olan herşeyin PR’da [halkla ilişkiler] eridiği’ (Fisher 2010, s. 54), piyasanın üretim yapmaktan çok ‘marka imajı’na yönelmesi sayesinde, ‘dünyanın sonunun geldiğini hayal etmek, kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay’ olmaya başladı (Fisher 2010, s.7-17). Böylece, artık şirketler Fordizmdeki üretim-odaklı anlayışın tersine, adına ‘marka imajı’ denilen ‘yeni bir pazarlama tekniği’ne başvurmak suretiyle Naomi Klein’ın söylediği şekilde ifade edecek olursak, “No Logo” dönemini başlatmışlardır (Klein 2001, s. 4).
İşte, belki de tam burada yatıyor ‘sorunun kaynağı.’ Özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve dünyanın tek kutuplu kalmış olması, insanları dünyanın sonunu hayal etmeyi mümkün kılarken, kapitalizmin sonunu tahayyül etmeyi neredeyse imkânsızlaştırmıştır. Neticede, Žižek’in deyimiyle, “...anti-kapitalizmin tohumları kapitalizmin içine geniş biçimde saçılmıştır” (Fisher 2010, s. 19). Bunda, Berlin Duvarı’nın yıkımından sonra, “yeni sol”un, bir türlü kapitalizme karşı ciddi anlamda alternatif bir dünya görüşü oluşturup, kitlelerle buluşturamamasında da büyük pay var kuşkusuz. 2008 yılından bu yana devam eden ‘dünyanın ilk küresel krizinin’ bir fırsat olarak algılanıp, yeni solun neoliberalizmin başaramadıklarından yola çıkmasının başlangıç olabileceği fikri, Fisher’e (2010, s. 87) göre, önemli olabilir.[2]
Kitap boyunca Fisher’in (2010) işaret etmeye çalıştığı bir diğer önemli nokta ise Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin magnum opusu diyebileceğimiz Kapitalizm ve Şizofreni adlı çalışmasına yapılan dolaylı göndermeler olsa gerek. Günümüzde İngiliz gençliği arasında yaygın bir sorun olarak gösterdiği depresyon ve diğer psikolojik rahatsızlıkların kaynağında günümüzde kapitalizmin (ve eğlence endüstrisinin) yol açmış olduğu yoğunlaşma ve odaklanma yetersizlikleri gösterilmekte (Fisher 2010, s. 31-40). William Gisbon’ın Neuromancer kitabından yola çıkarak yapmış olduğu tahlilde şöyle der Fisher (2010): “O halde, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu gibi bir durum bir patolojidir, geç dönem kapitalizminin bir patolojisi –hiper aracılı tüketim kültürünün eğlence-denetim devrelerine bağlı olmanın bir sonucudur” (s. 35). Fisher’e (2010) göre, günümüz kapitalizmine karşı mücadele yollarından bir tanesi de, kapitalizmin yol açtığı psikolojik rahatsızlıkları ortaya koymaktan geçmektedir.
Sonuç Yerine: Peki Ne Olacak?
Neden insanlar ısrarla, tüm krizler ve sorunlara karşın kapitalizm dışında bir dünya tahayyül edemiyor? Belki de, Ahmet İnsel’in (2009) “Sol Vesayet Rejimini İyi Teşhir Edemiyor” derken kast ettiği, Fisher’in (2010) demeye çalıştığı ve Ulagay’ın (2009) bize ‘paradigma bağımlılığı’ olarak söylediği şey temel olarak Louis Althusser’in ideoloji ve Antonio Gramsci’nin hegemonya dedikleri şeyden çok da farklı değil. Küresel düzeye ‘sıçrayan’ bankalar krizi, bir biçimde, bazı kesimlerin ilk başlarda beklediğinin aksine, karşı eylemlere rağmen, baskın paradigma olan kapitalizmin varlığına yönelik kitlesel anlamda temelden bir eleştiriye hâlâ uzak. Tabii ki medyanın buradaki rolü yadsınamaz bir şekilde önemli. Murat Aksoy’un küresel krizin gelişi ve sonrasında medyanın özeleştiri yapıp yapmadığına yönelik sorusuna verdiği cevapta Ulagay (2009):
“Krize doğru gidilirken ciddi uyarılar yapılıyordu ama bu uyarılar sistemin işleyişi içinde halinden memnun olanları rahatsız ediyor ve bu uyarıları yapanlara pek kulak asılmıyordu. Medya olaya tamamen kayıtsız kalmasa da, yaklaşan tehlikeyi öne çıkaran bir tutumu benimsemiyordu...” (s. 40).
‘Peki ne olacak?’ sorusuna gelince... Ulagay’ın (2009) vermiş olduğu cevap, bir bakıma, sanki Fisher’i (2010) haklı göstermek için verilmiş gibi. Küresel krizin yeni bir alternatif sisteme yol açabilme ihtimali sorusuna Ulagay’ın (2009) yanıtı bıçak gibi keskin: “Kapitalizmin yerine kolektif mülkiyete dayalı, piyasa mekanizmasını reddeden, tamamen farklı bir ekonomik sistemin geçmesini ise ancak hayal edebiliriz. Küresel kapitalizmin, küresel meşruiyet de kazanacak tarzda geliştirilmesi yolundaki arayış ise mutlaka sürecektir” (s. 51). Başka bir deyişle, mevcut durumda kapitalizm yerine alternatif bir sistem arayış(lar)ı olsa dahi, bunları yine kapitalizm içinde aramak, şu an itibarıyla, en gerçekçi tutum. Tıpkı, ilk başlarda Žižek’in anti-kapitalizmden bahsederken söylemiş olduğu gibi...
Ulagay’ın (2009) bıraktığı noktadan Fisher (2010) ile devam edersek: “Kapitalizme güvenilir ve tutarlı bir alternatif olmaksızın, kapitalist gerçekçilik siyasal-ekonomik bilinçdışında hükümranlığını sürdürecek” (s. 86).
Fisher’in (2010) göstermiş olduğu bu karanlık resim, her ne kadar değiş(e)meyecek gibi görünse de, solun geçmişte var olan anlayışlarından silkinip kendine gelerek anti-kapitalizm anlayışını kapitalizme bir tepki olarak değil, ciddi anlamda alternatif üretmesi suretiyle, ‘tarihin sonunun uzun ve karanlık gecesi, muazzam bir fırsat olarak yakalanabilir.’
Kaynakça
Jacques Derrida. Gramatoloji. Çev. İsmet Birkan. Ankara: BilgeSu, 2011.
Mark Fisher. Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok Mu? Çev. Gül Çağalı Güven. İstanbul: Habitus Kitap, 2010.
Ahmet İnsel. “Sol, Vesayet Rejimini İyi Teşhir Edemiyor.” Stefo Benlisoy & Emin Alper. Ahmet İnsel’le Söyleşi. Mesele. Temmuz 2009, Sayı 31, s. 18-24.
Nazım Hikmet. “Umut.” Yeni Şiirler (1951-1959): Şiirler 6. İstanbul: YKY, 2011, s. 151-153.
Naomi Klein. No Logo. London: Flamingo, 2000.
Orhan Veli. “Anlatamıyorum.” Bütün Şiirleri. İstanbul: YKY, 2010, s. 60.
Osman Ulagay. Küresel Çöküş ve Kapitalizmin Geleceği. Murat Aksoy ile söyleşi. İstanbul: Özgür Yayınları, 2009.
[1] İlk olarak Mesele’de (Sayı 64, Nisan 2012, s. 39-40) yayımlanan yazının giriş kısmı ile birlikte biraz genişletilmiş bir versiyonudur.
[2] 2008’de patlak veren ve ABD’de bankalar krizi olarak başlayıp tüm dünyayı kasıp kavuran krizi dünyadaki ‘ilk küresel kriz’ olarak tanımlama fikri Osman Ulagay’dan alınmıştır. Daha fazla bilgi için, bkz: Osman Ulagay. Küresel Çöküş ve Kapitalizmin Geleceği. Murat Aksoy ile söyleşi. İstanbul: Özgür Yayınları, 2009, s. 24; s. 29.