Ulus Irkad
Geçen hafta MASDER’in 18nci doğumgününde konser veren Kıbrıslırum hanımefendi arkadaşımız Keti İkonomidu (Katie Economidou) hakkında birşeyler kaleme almak istedim çünkü Keti’yi 30 yıldır tanımaktayım ve o, her zaman barış özlemini dile getirdi.
Evet, Keti’yi 30 yıldır tanımaktayım. İlk karşılaşmamız Ledra Palace Otel’de, Öğretmenler Gurubu’nun toplantısında olmuştu. Ben o sene, yani 1994 yılında, ABD’nin Connecticut Ünversitesi’nde 2 aylık bir kursa katılmış, geri geldiğimde de Fulbright, Ledra Palace’ta olan bu gruba katılmam için bana davetiye göndermişti. İşte Keti arkadaşımla orada karşılaşmıştım. Aklımda kalan sözleri arasında Beyrut Üniversites’inde 1980’lerde mezun olması ve arkadaşları arasında da Turgay Avcı’nın olmasıydı. Keti o zamanlar da gene o Nana Muskuri’yi andıran güzel sesiyle şarkılar söylüyordu. Hatta BM’nin o yıllarda Ledra Palace’ta düzenlediği birkaç festivalde de konserler vermiş ve gene işadamlarının buluştuğumuz Mağusa’daki bir gezisinde Mimoza Otel’de de şarkılar söylemişti (1994 veya 95 de olabilir.) Aslen akademisyen olan arkadaşımız Keti, güzel sesiyle şarkılar söyler ve geleceğe, geleceğin barışçıl Kıbrısı’na hepimiz gibi özlemler belirtirdi.
ABD ELÇİLİĞİ’NDE BİR SERGİ VE S-300’LER...
Keti ile öncelikle düzenlediğimiz bir Sergi’de, Güney Kıbrıs’ta ABD elçiliğinde olacak olan bir sergiydi ki, bu sergi karma bir sergi olacaktı. Maalesef o dönemlerde Müteveffa Kıbrıslırum Cumhurbaşkanı Glafkos Kleridis “S 300”ler sorununu açmış ve bu silahların Güney Kıbrıs’a getirilmesi tartışmasını açmıştı ki, Türkiye de bu silahları getirildikleri anda Güney Kıbrıs’ı bombalayacağı ihtarı veya tehdidinde bulunmuştu. Sergiyi şimdi adını açıklamayacağım bir rahmetli öğretmenimizin stüdyosundaki resimlerle açacaktık ama bu öğretmenimiz de resimleri vermeyi reddedince, (S 300 sorunu büyürse resimlerin kaynayacağını ve zarar göreceğini öne sürüyordu) tam donakalmıştık. Çünkü ABD elçiliği daha resimler Elçiliğe gelmeden sergiyi ilan etmiş ve davetiyeleri de çıkarmıştı. Bu durumda hem Kıbrıslırumlar hem de Kıbrıslıtürkler çok zor durumda kalmıştık.
DEĞİŞEN SERGİ...
Bereket Kuzey Kıbrıs’ta rahmetli Taylan Oğuzkan, Zühre Özkaraman Hocanım ve Güney Kıbrıs’ta da Ümit İnatçı ile gene birçok amatör sanatçımız yardımımıza koşmuş ve son anda onların resimlerini sergiye yetiştirme operasyonuna girişmiştik. Bu konuda Keti ve mütevvefa Mihalis Kirliçça arkadaşlarımız Güney’den her türlü fırsatı değerlendirmişler (Ümit İnatçı’nın etkisi de es geçilemez) ve görünmez bir yıldırım operasyonla, o zamanlar yasak olmasına rağmen çok titiz bir şekilde resimleri ABD elçiliğine ulaştırmıştık. Tabii sergi başarıya ulaşmış, hatta amatör bir hanım sanatçılarımızdan birinin birkaç eseri Güney’de alıcı da bulmuştu.
ÖĞRETMENLER İÇİN KARŞILIKLI ZİYARETLER...
Keti, ben, Nikos Anastasiu, Bayan Argiru ve Mihalis Kirliçça’nın bir başka büyük bir projesi de, bir gün Kıbrıslırum öğretmenleri Kuzey’de, ertesi gün de Kıbrıslıtürk öğretmenleri Güney’de misafir etmemizin projesini gerçekleştirmek oldu. Bu arada aklımda kalan gene rahmetli-mütevvefa birkaç arkadaşımız da var; Güney Kıbrıs’tan mütevvefa Yolanda Hristoforu, mütevvefa Michael Kirliçça gibi arkadaşlarımızla rahmetli Mehmet Tabanca gibi arkadaşlarımızın emeklerini de unutamam. Gene Fatma Azgın Hanım’ın (Ve tabi ki Bekir Azgın Bey’in) da emekleri küçümsenemez zaten onların ta başından beri bizlere katkıları büyüktü.
HAİN VE CASUS İLAN EDİLMELER, ÖLÜM TEHDİTLERİ...
Kıbrıs’ta ilk defa o zaman ve şartlarda Yeşil Hat’ta adım atmanın zor olduğu, izinlerin en az iki hafta önce yapıldığı ve genelde reddedildiği, müracaatlarının yapılıp geçiş için izinlerin son anda geri alındığı, tehdit, şantaj ve ölüm tehditlerinin havada uçuştuğu, o dönemlerde polis kovuşturmaları, rahatsızlık vermeler ve açık açık televizyonlarda kampanyalarla casus ve hain ilan edildiğiniz bir zamandı. Pile’de (İkinci barış eylem yerimiz-Plan B derdik) peşinize onlarca polis gönderilirdi. Keti ve Güney’deki arkadaşlarımız genelde bizim taraftaki şartlar çok daha zor olduğu için devamlı bizlere dayanışma sağlamaktaydılar. Tabi Güney’deki aşırı fanatikler onları da devamlı tehdit etmekteydiler.
Buna rağmen birçok zorluğu birlikte yendik ve 2003 yılında kapıların açılmasıyla işte bu zor şartların badirelerinden geçtik. 2003 yılında 23 Nisan’da kapılar açıldığında ben 15 yıl hapis cezasıyla yargılanırken, barikatların açılması, barış ve çözümü desteklediğimden ötürü ağır bir şekilde cezalandırılmak istenmekteydim. Kapının açıldığı gün bile mahkemede barikatların açılmasını izliyordum…
Geçen gün MASDER’de konser veren arkadaşımız Keti’nin bizim gözümüzdeki değeri işte böyleydi…
Keti İkonomidu, MASDER Başkanı Serdar Atai ile etkinlikte...
Keti İkonomidu, MASDER etkinliğinde şarkılar söyledi, güzel sesiyle herkesi etkiledi...
“Gençler barış umudu için birarada...”
Varduhi Balyan/AGOS
Fransa merkezli ‘Une Terre Culturelle’ [Bir Kültür Ülkesi] derneğinin Alman, Ermeni ve Türk ortaklarıyla işbirliği içinde yürüttüğü projenin ikinci aşaması 20-27 Nisan arasında Diyarbakır’da yapılıyor. Dört ülkeden gençleri bir araya getiren proje, Fransız-Alman Gençlik Ofisi OFAJ/DFJW ve Erasmus+ Fransız ajansının desteği sayesinde hayata geçiyor.
Dört aşamadan oluşan projenin ilk ayağı, Klubhaus Spandau’nun ev sahipliğinde, Berlin’de oldu. Şu an Diyarbakır’da devam eden projeye Rengarenk Umutlar Derneği ev sahipliği yapsa da, projenin resmî partneri Yenirenk Derneği. Proje katılımcılarının yıl içerisinde Marsilya ve Vanadzor’da bir araya geleceği planlanıyor. Projenin parçası olan dört ülkenin de ekibi ağırlamasına önem veren proje, bu ülkelerdeki önyargılı bakış açılarını kırmayı, yeni işbirliği ve dostlukları teşvik etmeyi ve komşu ülkeler arasında uzun vadeli barışçıl ilişkilerin sağlanmasını amaçlıyor.
“Aramızda önyargı olmadığını gördüm”
Ermenistan ve Türkiye’den gelen proje katılımcılarının neredeyse hepsi iki ülke arasında yapılan bir diyalog programında ilk kez bu proje sayesinde yer alıyor. İstanbul’dan Cem (21), daha önce yer aldığı projelerin iklim krizi, sürdürülebilirlik ve cinsiyet eşitliği gibi konulara odaklandığını aktardı. Bu proje sayesinde Ermeni arkadaşlar edindiğini söyleyen Cem, projeden önce Ermenilerin Türklere karşı öryargılı olabileceğinden endişelendiğini belirtti: “Bu şekilde politik konular içeren bir projeye ilk kez katılıyorum. İlk buluşmamız projenin Berlin aşamasında oldu. Açıkçası daha önce Ermeni arkadaşım hiç olmamıştı, ve bir Ermeni’yle hiç tanışmamıştım. Ermenilere karşı bir önyargım yoktu ama, onların bize karşı öryargılı olabileceğine yönelik bir önyargım vardı. Berlin’de tanıştıktan sonra aramızda öyle bir önyargının olmadığını, tamamıyla medyanın veya geçmişten bize dayatılanların göstergesi olduğunu gördüm. Aslında hepimiz birbirimize benziyoruz ve birbirimize çok saygılıydık.”
Proje kapsamında yapılan kültürel aktivitelerde dansların ve yemeklerin benzediğini gördüğünü anlatan Cem, şu sözlerle devam etti: “Dansları olsun, yemekleri olsun kendi kültürümüze benzettim. İkimizde de sucuk var, pastırma var. Yemekler hemen hemen aynı ama farklı tatlar. Benzer kelimeler duyup, şaşırıp ‘Aa, siz de mi bunu kullanıyorsunuz?’ dediğim durumlar oluyordu.”
“Ermenistan’ı çok merak ediyorum”
Cem, Ermenilerin Türklere önyargılı olabileceğini düşünmesinin sebeplerini şu şekilde aktardı: “Geçmiş ve günümüz olayları olabilir. Mesela Ermeni Soykırımı, Ermenistan ve Azerbaycan arasında Karabağ savaşından dolayı olabilir. Türkiye destek verdi Azerbaycan’a ve [Ermenilerin] biraz daha endişe ile yaklaşabildiklerini düşünüyordum. Bu konu üzerine konuşmuştuk buradaki Ermeni arkadaşlarla. Onlara Ermenistan’da Türk olduğumu söylediğimde sorun olup olmayacağını sormuştum. Onlar da Türkiye’de de benzer olduğunu düşündüğünü söyleyip şöyle cevap vermişti: ‘Biraz daha yaşlı insanlar daha milliyetçi ve bu tür konuları milliyetçi bir bakıştan görüyorlar fakat yeni nesil, gençler daha rahat ve dışarıya dönükler.’ Amcalara ve teyzelere Türk olduğumu söylediğimde de çok bir şey olmayacağını, belki bakışlarının biraz değişeceğini söylemişlerdi. Ermenistan’ı çok merak ediyorum.”
“Umarım bu tür projeler artar”
Projenin Ermenistan’daki ortağı, Vanadzor şehrinde 2009 yılından faaliyet gösteren ‘Barış Diyaloğu’ isimli sivil toplum kuruluşu. Burada proje koordinatörü olarak çalışan Marianna (28), öncesinde Ermenistan-Azerbaycan arasında diyalog projelerinde yer aldığını söyledi. Bu projede belirgin bir çatışma yaşanmadığını, yaş olarak biraz daha büyük grupla bellek ve çatışmanın etkilerinin daha belirgin olacağını düşündüğünü paylaştı: “Bence bu, yeni neslin bunların üstesinden daha kolay gelebildiğini gösteriyor. Burada Ermenistan ve Türkiye katılımcılarında tereddüt gözlemlemedim. Bu çok olumlu bir gösterge. Diyarbakır’da Kürt katılımcılar Ermenistan’dan gelenlere kucak açtı ve birden bir yakınlık kuruldu. Diyarbakır’dan projeye katılanlar Berlin’deki ilk aşamaya katılamamıştı, ona rağmen onlarla da hemen yakınlık kuruldu.”
Buna benzer diyalog projelerinin önemini vurgulayan Marianna, “Umarım bu tür projelerin sayısı artar. Dışarıdan bir göz için anlaşılması zor, alışık olunmayan deneyimler oluyor çünkü. Katılımcılarımızdan bazılarının çevresi, Türkiye’ye geleceklerini öğrendiklerinde dikkatli olmalarını tembihlemişler. İlginçtir, Türkiye’de Diyarbakır’a gidiyoruz yerine Batı Ermenistan’a, Tigranakert’e gidiyoruz demiş olsalardı sevinçle karşılanacaktı. Bu, anlatının nasıl algılandığıyla ilgili. Buraya gelen grubumuzun bu anlatıdan özgürleşmiş olduğunu görmek beni mutlu ediyor” diye konuştu.
“İnsanlara sarılıp bağrıma basmak istiyorum”
Ermenistan-Türkiye arasında yapılan ilk diyalog projesine katılan Mariam (29), Diyarbakır’da kendisini nasıl hissettiğini sorduğumda, “Bu soru karşısında duygulanıp ağlayabilirim çünkü kendimi çok iyi hissediyorum burada” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Hiç yabancılık çekmiyorum. Kültürlerimiz farklı ama aynı zamanda çok yakın. Türkiye’nin diğer bölgelerinde nasıl hissedeceğimi bilemiyorum ama burada yardımseverliği, dayanışmayı görüyorum ve bundan dolayı burada kendimi çok güvende hissediyorum. Sokakta insanlar Ermeni olduğumu öğrendiğinde çok olumlu karşılıyorlar, tanışmak istiyorlar. İnsanlara sarılıp onları bağrıma basmak istiyorum.”
“Özlem, hüzün hissettim”
Mariam, bu duyguların yanı sıra çelişkili duygular yaşadığını da ifade etti: “Kendimi yurtsever olarak tanımlamıyorum ama Dicle Nehri’nin kenarına gittiğimizde çok tuhaf hissetmiştim. Benim atalarım Diyarbakırlı değil ama bu bölgeden göçmüşler ve bir nevi özlem, hüzün hissettim. Aynı zamanda kendimi evde hissediyordum. Dediğim gibi, çelişkili. Buraya gelirken endişem yoktu, aileme de rahat olmaları gerektiğini söylüyordum. Ancak ilk defa geliyordum ve bu rahatlık gördüklerimden ziyade duyduklarıma dayanıyordu. Fakat buraya geldiğimde güvende olduğumu hissettim ve bu duygu kanıtlandı.”
“Ermenilerden burada çok miras kaldı”
Projeye Diyarbakır’dan katılan Rodi (20), Kürt katılımcıların Berlin aşamasına dahil olamadığı için ortama yabancı kalacaklarını düşündüklerini ancak ilk günden beri Ermenistan ekibiyle birlikte zaman geçirmeye başladıkların ve birçok ortaklığın olduğunu gördüklerini aktardı: “Sürekli dilsel ve kültürel benzerlikleri keşfediyoruz. Bizim için çok önemli olan ‘azad’ (özgür) kelimesinin ortak olduğunu duyunca grup olarak çok mutlu olmuştuk. Daha bugün dört ortak kelime daha keşfettik. Ermenilerden burada miras kalan çok şey var: Kuyumculuk, bakırcılık, buranın ünlü kadayıfı.
Marsilya’da yapılacak üçüncü aşama için çok heyecanlıydım. Burada Ermeni katılımcılarla kurduğumuz dostluktan dolayı şimdi Ermenistan’daki aşama için çok daha heyecanlıyım. Şimdiden Ekim’deki ziyarete hazırlanıyorum.”
(AGOS – Varduhi BALYAN – 30.4.2024)