4 Kasım 2011’de bu sayfalarda yayımladığımız “Maşera’da bir mezardan notlar” başlıklı yazımın devamı şöyle:
“Herkes onları başka yerlerde ararken, Maşera’da bulunmaları bir tesadüf olmasa gerek...
Burası hala daha çok ıssız bir yer – bir de bundan 47 yıl öncesini düşünün...
Maşera, Maşera Manastırı’yla meşhur... Bu köyler “EOKAcı köyler” olarak biliniyor. Hatta Afksentiyu da bu bölgede İngiliz sömürge yönetimi tarafından diri diri yakılarak öldürülmüş...
Litrodondas köyü de az ileride... Litrodondas’ın girişinde, yol kenarında, efgalipto ağaçlarının yakınında, bir zeytin ağacının dibinde, geçtiğimiz yıllarda dört “kayıp” Kıbrıslıtürk daha bulunmuştu: Hasan Yılmaz Ahmet, Hasan Ahmet Skordo, Erdoğan Ahmet ve Hasan Mehmet’ten geride kalanlar, burada bir toplu mezarda gömülü olarak bulunmuştu...
Burayı infaz ve gömü yeri olarak seçen katiller, herhalde bu bölgeyi EOKA döneminde İngilizler’e karşı savaşlarında saklandıkları, sığındıkları, güç topladıkları bir alan olarak avuçlarının içi gibi bildiklerinden seçmişler... Herhalde burasının ıssızlığını, herşeyden uzak oluşunu, kimseciklerin bu bölgede araştırma yapmayı akıl edemeyeceğini de hesaba katmışlar. Yollarda kurdukları barikatlarda topladıkları sivil insanları parti parti buralara getirip öldürmüşler, gömmüşler...
Skordo ve onunla beraber öldürülen üç Kıbrıslıtürk olan Hasan Yılmaz Ahmet, Erdoğan Ahmet ve Hasan Mehmet’i araştırırken, bu bölgede, özellikle Litrodondas köyünde yaşayan bazı Kıbrıslırumlar’ın bu konuda geniş bilgi sahibi olduklarını fakat susmayı tercih ettiklerini keşfetmiştim. Skordo zaten bilinen bir kişiydi – Kıbrıslırum rakipleri onu yok etmek için zaten fırsat kolluyordu... Ancak bazı Kıbrıslırumlar – hatta Baf’tan bir Kıbrıslırum okurum dahi – hep genç bir öğretmenden söz ediyordu... Onu çok iyi hatırlıyorlardı... Skordo’yla aynı araçta bulunan ve Eylence barikatında tutuklanan, bazı Kıbrıslırumlar’ın “genç öğretmen” diye bahsettikleri şahıs, aslında Hasan Yılmaz Ahmet’ti. Hasan Yılmaz Ahmet, öğretmen değildi – eşi Lurucina’da öğretmendi... Ama Kıbrıslırumlar onu “genç bir öğretmen de vardı” diye hatırlıyordu... Demek ki Litrodondas ve civarındaki insanlar, neler olup bittiğinden haberdardı ki aradan onlarca yıl geçmiş olmasına karşın, “genç bir öğretmenin” de öldürülüp bu bölgeye gömülmüş olduğunu hatırlıyorlardı... Hasan Ahmet Skordo, Hasan Yılmaz Ahmet, Erdoğan Ahmet ve Hasan Mehmet’in gömü yerini bulan, Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis olmuştu... 22 yılını “kayıplar”ın araştırılmasına adayan Kallis’in bu gömü yerini bulmuş olduğunu, “kayıplar”la ilgili yazılarımın henüz ilk yıllarında, o günlerde Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk üye yardımcısı olan Ahmet Erdengiz’den duymuştum... Erdengiz, “Kallis bu konuyu çok araştırdı” diyordu...
Oldukça sert bir bölge olan Maşera’da bu konularda herhalde araştırma yapmak o kadar da kolay değildi... Hele hele “kayıplar” konusunun şimdi nisbeten daha alışılageldik bir konu olduğu günler gelmeden önce bu bölgede araştırma yürütmek herhalde oldukça yürekli olmayı gerektirirdi...
Bu bölgede ikisi bir yerde, üçü de başka bir yerde gömülmüş olan “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in olası gömü yerlerini yine Kallis buluyor.... İki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün bulunduğu yer, iki çam ağacının arasıydı... Bir yamacın üzerindeydiler... Maşera’ya bu beş “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten ikisinin bulunduğu günlerde ilk gidişimde, bu mezardan yaklaşık birkaçyüz metre ileride şiro kazı yapıyordu...
Kazı yerine varmak için dönemeçli yollardan geçiyoruz – bu yol da zaman zaman rallilerde kullanılmaktaymış... Ama bu bir orman yolu – asfalt değil... Yangınlara karşı açılmış bir yolmuş bu...
Kazı yerine varıyoruz...
Buraya ilk gelişimizde yamacın aşağısında şironun kazı yapmakta olduğunu görmüş olduğumuz yerin yakınında bir çukurda arkeologlar çalışıyor... Deniz, Yusra, Güliz, Sofia, Angeliki ve Yannis üç kişilik bir “kayıp” grubu oldukları tahmin edilen ancak şu ana kadar ikisinden geride kalanların bulunduğu yeri “manuel” olarak yani elle kazıyorlar... Angeliki, sekiz aylık hamile... Malayla, küçücük çapalarla çıkarılan topraklar kovalara dolduruluyor ve Angeliki bu toprakları elekten geçiriyor... “Cutter” dedikleri bir makasla bitki köklerini keserek, mezarı açmayı sürdürüyorlar... Güliz büyük bir ağaç makasına benzeyen bir makasla, yamacın kenarındaki kökleri kesiyor...
Deniz, Yusra ve Yannis, Hulu’daki kazıdan buraya Maşera’daki ekibe yardıma gelmişler: Maşera’daki ekip Güliz, Sofia, Angeliki...
Güliz “Bu alanda kazmadık yer bırakmadık” diyor... Buraya ikinci bir Kıbrıslırum şahit gelmiş ve “Ladca ağacının altına bakın” demiş... “Ladca” dedikleri, Kıbrıs’a özgü bir meşe ağacı, 10 metreyi geçmeyen, yeryüzünde yalnızca Trodos dağlarında yetişen, Latince adı Quercus alnifolia olan, “Altuni meşe” diye de tabir edebileceğimiz bir meşe ağaççığı... Bu ağaççık Kıbrıslırum parlamentosu tarafından 2006 yılında “Kıbrıs’ın milli ağacı” ilan edilmiş çünkü yeryüzünde yalnızca Kıbrıs’ta yetişiyor...
“Genişleyelim dedik” diyor Güliz “Ve onları bulduk...”
Aslında burası bir dere yatağı... Burada bulunan Kıbrıslıtürkler, infaz edildikten sonra buraya gömülürken, şiroyla falan gömülmemişler, üzerlerine küreklerle toprak atılarak gömülmüşler...
Gelişigüzel fırlatılmışlar çukura: birisinin başı güneye, birisinin başı kuzeye bakıyor ve üst üste gelecek şekilde yatıyorlar...
Yüzümden kan çekiliyor, ellerim buz kesiyor: O kadar çaresiz biçimde yatıyorlar ki bu çukurda...
Arkeologlar, çukurun içine diz çökmüşler, yere oturmuşlar ve usul usul, sabırla, fırçacıklarla, malalarla, küçük çapalarla mezarı açıyorlar...
Güliz, “Şu ana kadar iki kişi bulduk, üçüncü kişiyi de bulmak için aşağıya doğru genişleyeceğiz” diyor...”
DEVAM EDECEK