4 Kasım 2011’de bu sayfalarda yayımladığımız “Maşera’da bir mezardan notlar” başlıklı yazımın son bölümü şöyle:
“Çukurun hemen yanıbaşında kazı yapabilmek için kesilmiş yabani bir mersin ağaççığı var, üzerinde minicik mor meyvecikleriyle... Bu mersin ağaççığı, buraya gömülen “kayıp” Kıbrıslıtürkler’e bunca yıldır eşlik etmiş... Birkaç dal yabani mersin koparıyorum, götürüp evde bir vazoya koymak için...
Bulunan “kayıplar”dan birisinin üzerinde hala cüzdanı var, içinde de herhalde kimlik kartı ama 47 yıl ardından yazıları tümüyle silinmiştir... Cüzdanı cebinde öldürülmüş, bu çukura fırlatılmış, kim olduğu, nasıl bir insan olduğu, masum olduğu, yalnızca hayatta kalmaya çalışan bir insan olduğu önemsizmiş belli ki tetiği çekenler için... Cüzdanıyla, içindeki kimliğiyle gömülmüş bu ıssız ormana, çamların altına, Kıbrıs’a özgü altuni meşenin altına... “Kim olduğun önemli değil, yeter ki bir Kıbrıslıtürk öldürelim da gitsin” der gibi katiller, onu cebindeki cüzdanıyla gömmüşler... Tıpkı bazı Kıbrıslıtürk katillerin, bazı masum Kıbrıslırumlar’ı kurşuna dizip onları toplu mezarlara tıkıştırdıkları gibi, burada da nasıl bir insan olunduğu önemsizleşmiş. “Türklük” ve “Rumluk” uğruna öldürülmüşler, bu yüzden kanım donuyor, ellerim buz kesiyor, öylece kalakalıyorum bu mezarın başında, uzaktan arkeologları izliyorum... Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Antropolog Okan Oktay, küçük bir piknik ocağında bize koyu birer kahve pişiriyor: On tane kahve de içsem, içim ısınmayacak bugün... Bugün bu mezarın başında kanım donmuş olarak kalacağım, gecelere kadar içim ısınmayacak, ne yapsam, ne etsem o cüzdan aklımdan çıkmayacak, insanın insan olduğunun unutulmuş olduğu bir yerde duruyorum çünkü... İnsanın insanlıktan çıktığı bir yerde duruyorum... Kıbrıs’ın işte böyle böyle kana bulandığı bir noktada duruyorum ve içimi inanılmaz bir hüzün kaplıyor... Şair Neriman Cahit’in dediği gibi “Bir sizden, bir bizden derken...” işte bugünlere kadar vardık...
Öldürülenler hep masum insanlar oldu – öldürenler hep baş tacı edildi, zengin oldu, güçlü oldu, milyoner oldu, dokunulmaz oldu... Masumlar ne uğruna öldürüldü? Katillerin hanesine “şu kadar insan öldürdük” yazılsın diye mi? Masumlar neden öldürüldü? Her iki taraftan belli bir kesim zenginleşsin diye mi? Masumlar neden öldürüldü? Ne uğruna kanlarla sulandı bu topraklar ve ne uğruna bu çukurda böyle çaresiz yatıyor bu insanlar? Trahoni’de yani yeni adıyla Düzova’da bir muluhiya tarlasında cellabiyasının içinde dokuz aylık bir bebek ve annesi ve kızkardeşi ve nenesi ve dedesi ve bütün ailesi ne uğruna öldürüldü? 11 kişilik bu masum Kıbrıslırum aile, niçin yok edildi bir anda? Dokuz aylık bir bebeğin kanıyla sulanmış muluhiya tarlasını size bağışlasalar, altınla kaplasalar ne yazar? Onca masum insanın kanının bulandığı bu topraklarda, masumiyetin katledildiği bu topraklarda insanların mutlu olabilmesi, huzurlu olabilmesi mümkün mü? Tüm bunlara gözlerimizi kapayıp, olmamış gibi yapıp bir yerlere ulaşmamız, herhangi bir geleceğe ulaşmamız mümkün mü?
Arkeologlara veda edip geriye dönüyoruz... Dönüş yolunda Hasan Ahmet Skordo’nun, Hasan Yılmaz Ahmet’in, Erdoğan Ahmet’in ve Hasan Mehmet’in bulunmuş olduğu toplu mezarın yanında duruyoruz... Litrodondas girişinde, yol kenarında bulunan bu toplu mezardan geride kalan yalnızca şiro izleri... Yakından bakıldığında şiro izleri hala duruyor, toprak yumuşak... Buradaki bir zeytin ağacından zeytin dalları koparıyorum, eve götürmek için...
Keşke bütün adayı tütüdebilsek zeytin yapraklarıyla, keşke öldürülmüş olan bütün masum Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum insanlar için ortak bir anıt yapabilsek, buraya hepsinin isimlerini, yaşlarını yazabilsek... Keşke katledilmiş bu masumiyeti sanatçılarımız, heykeltraşlarımız, ressamlarımız cisimleştirebilse, neler yaşanmış olduğu asla unutulmasın diye... Masumiyeti taşlara kazıyabilsek, silinmesin, unutulmasın diye... Keşke adamızda bir daha masum insanların katledilmemesi için ortak düşünceler geliştirebilsek, Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar ve adamızın tüm diğer toplumları olarak birbirimizin gözlerinin içine bakarak “çok üzgünüm” diyebilsek... Keşke bu adayı cehenneme değil cennete çevirmenin yollarını birlikte arayabilsek... Keşke böylesi ıssız tepelerde, muluhiya tarlalarında, domates tarlalarında, deniz sahillerinde öldürülmüş, kuyulara atılmış, yakılmış, tüketilmek istenmiş tüm masum Kıbrıslılar için yüreğimizde bir damlacık göz yaşı için yer bulabilsek tüm ada halkı olarak... Keşke düşmanlıktan vazgeçebilsek ve kucaklayabilsek birbirimizi, çocuklarımız adına, torunlarımız adına çünkü bu kanlı miras, onları da esir alacak eğer şimdi biz birşeyler yapamazsak...”
Yarın yani 30 Ocak 2015 Cuma günü saat 10.00’da Girne Nurettin Ersin Paşa camisinde “kayıp” Abdullah Haşim için cenaze namazı kılınacak, ardından Karaoğlanoğlu mezarlığına defnedilecek. Sevdiklerinin acısını paylaşıyoruz”.