Yaşamını Avustralya’da sürdüren Tserili Spiro Konstantinu, 1958, 1963 ve 1974’ten hatıralarını anlattı…
Spiro Konstantinu’nun, Masumiyetini kaybeden Kıbrıs’ın geçmişiyle ilgili röportajımızın devamı şöyle:
SPİRO KONSTANTİNU: İngiltere’deyken kalbimde bir sorun olduğundan emindim… Böyle oturup konuşurken aniden kalbim hızlanıyor ve duruyordu! Bir süre sonra yeniden kalbim atmaya başlıyordu.
Semmeris Hastanesi’ne gittim Londra’da ve doktora “Kalbim rahatsızdır” dedim.
Doktor bana baktı – henüz 21 yaşındaydım…
“Neden kalbinin rahatsız olduğunu düşünüyorsun?” dedi bana.
“Çünkü semptomlar bunu gösteriyor” dedim.
“Kalbini muayene edeceğim” dedi bana
“Bu bir eğitim hastanesidir, birkaç öğrenci de çağırabilir miyim?” demişti.
“Tabii” demiştim, “umurumda değil, yeter ki kalbimi muayene edin çünkü kalp hastasıyım ben…”
Bir makineyle kalbimi muayene etti ve “Senin kalbin normaldir” dedi bana.
“Ama normal değil ki! Şimdi siz buradasınız diye böyle” demiştim.
“Nerelisin sen?” demişti bana.
“Kıbrıs’tanım” demiştim.
“İngiltere’ye ne zaman geldin?” demişti.
“Birkaç hafta önce” demiştim.
O zaman doktor bana “Oğlum” demişti, “burada savaş yoktur! Sakin ol! Rahatla…”
Doktora kızmıştım çünkü söylediklerimi dikkate almadığına inanmıştım!
“Ama doktor bey!” demiştim, “bu her gün oluyor!”
“Rahatla oğlum” demişti bana doktor, “bu altı aya kadar böyle devam edebilir… Hatta bazılarında iki sene da sürebilir… Ama sen bunu altı ayda atlatırsın!”
Oradan çok büyük bir düşkırıklığı içinde ayrılmıştım… Çünkü kalp hastası olduğumdan emindim!
“Belki de bir kalp krizi geçirip öleceğim ve doktor da haksız çıkacak” diye düşünüyordum.
O günlerde her gün Kıbrıs için gösteriler yapılmaktaydı…
O kadar öfkeliydim ki gösterilere her katıldığımda polisle mutlaka bir kavgaya karışıyordum! Ve tutuklanıyordum!
Bir kere tutuklanmıştım, iki kere, üç kere… Bizi suçluyorlar sonra da serbest bırakıyorlardı.
Ben gösterilere katılıyordum, bulunduğum kolejdeki Kıbrıslılar örgütünün başkanlığına seçilmiştim. Ondan sonra da gösterilere ben öncülük etmekteydim… Ancak tüm bu gösterileri Londra’daki Amerikan Büyükelçiliği’ne karşı yapıyorduk çünkü herşeyin olup bittiği yerdi orası.
SORU: Mastermind…
SPİRO KONSTANTİNU: Evet… Türkiye Büyükelçiliği’ne gitmiyorduk, Amerikan Büyükelçiliği’ne gidiyorduk gösteri yapmak için kendilerine karşı…
Bir gün böylesi bir gösteride, Hyde Park’ta konuşma yapmıştım – birisi benden birkaç söz söylememi istemişti, ben de konuşmuştum.
O günlerde amcamın evinde kalmıyordum artık, başka bazı arkadaşlarla bir apartman dairesi kiralamıştık… Günün birinde kapı çalmıştı… Kapıyı açınca karşımda iki tane sivil giyimli polisi bulmuştum… İngilizdiler…
“Sen Spiro Konstantinu musun?” demişlerdi.
“Evet” demiştim.
“Tutuklusun” demişlerdi, “bizi takip et…”
Aman Tanrım! Kıbrıs’ta yaşadıklarımı gene yaşıyordum işte burada!
“Ne yaptım ki?” diye sormuştum kendilerine.
Rover marka bir araba bizi bekliyordu, bir şöför vardı, arkaya iki polisin arasına oturtmuşlardı beni, bir polis de öne oturmuştu. Dört polis vardı arabada benimle birlikte! Holborn’daki polis karakoluna götürmüşlerdi beni.
Beni sorguya aldıklarında bunun herhalde Kıbrıs’la ilgili olduğunu düşünüyordum.
Bana “Londra’daki bağlantıların kimlerdir?” demişlerdi.
Ben de “Ne bağlantısından söz ediyorsunuz?” demiştim.
“Nereden bahsettiğimizi biliyorsun” demişlerdi.
Çavuşa baktım, “Nereden bahsettiğinizi bilmem” dedim.
Bu arada beni soymuşlar, sadece iç çamaşırımla bırakmışlardı… Giysilerimi bir sepete koymuşlar, beni bir hücreye tıkmışlardı iç çamaşırlarımla…
“IRA’yla bağlantın var mı?” dediler.
“Kim?” dedim, “IRA mı???”
“Evet” dediler.
“Hayır!” dedim, “ama fena bir fikir değil bu!”
“Komik değil bu” dediler.
“Ben de komik olmaya çalışmıyorum” dedim. “Neden IRA’yla bağlantım olsun ki?” dedim.
O günlerde IRA’nın Londra yer altı trenlerini bombalayacağı yönünde tehditler vardı… Ve bunlar da bizim onlarla bağlantılı olduğumuzu sanmışlardı…
“Çavuş” dedim oradaki çavuşa, “benim IRA’yla bağlantım yoktur çünkü uzun süredir burada değilim ben… Ve ben her zaman IRA’nın İrlanda’da olduğunu sanırdım… Londra’ya gelmiş olduklarını bilmiyordum” dedim. “Bizim herhangi bir toplantımıza da katılmadılar…”
Ben solcuların, Troçkistlerin, Marksistlerin falan toplantılarına katılıyordum… Bizi tek destekleyenler onlardı o zamanlar ve açıkçası aralarında bunların casusları olmalıydı… Böylece nerede oturduğumu öğrenmişlerdi.
Bana “Sınırdışı edileceksin” dediler.
“Ne yaptım ki ben?” demiştim.
“Çünkü sen bu ülke için tehlike arzediyorsun” dediler.
“Çavuş, dinle beni… Bugünlerde siz 100 mil kare toprağa sahipsiniz Kıbrıs’ta, bunlar İngiliz üsleridir. Sizin orada olmaya neden hakkınız var ve neden benim burada olma hakkım yok?” dedim. “Siz izah edin bana, bizimkisi gibi küçük bir adada neden sizin için yer açmak zorunda kaldık? Ve siz benim için alan açamıyorsunuz... Ben size ne yaptım?”
“Kararları ben vermiyorum” dedi bana. “Ama eğer IRA’yla bağlantın varsa…”
Böylece beni tehdit etmeye başlamıştı…
“Sana söylediklerimi duymadın mı?” demiştim. “IRA’yla hiçbir bağlantım yoktur. Herhangi bir şeyle bir alakam yoktur…”
Sorgu böylece devam edip durdu.
Sonra bana “Londra’da başka birisini tanıyor musun?” demişti.
“Evet, yeğenim var” demiştim.
“Yeğenini sormadık sana” demişti.
“Ama yeğenim kimdir, bilir misiniz? Sue Konstantinidis’tir” demiştim.
SORU: Aman! Sue’nun yeğenisiniz demek!
SPİRO KONSTANTİNU: Evet! Babalarımız kardeştir…
SORU: Vay be! Çok uzun yıllardır tanırım Sue Konstantindis’i, annemin de iyi arkadaşıydı… Benim çok iyi bir arkadaşımdır…
SPİRO KONSTANTİNU: Evet, birinci yeğenimdir.
“Numarasını biliyor musun?” demişti bana.
“Evet” demiştim.
Böylece polis, Sue’ya telefon etmişti.
Suzy olmasaydı, sınırdışı edilecektim!
Polis karakoluna gelmişti Sue ve beni oradan çıkarmıştı.
Sue’nun babasıyla babam kardeşti – Sue’nun babası İkinci Dünya Savaşı’na katılıp savaşmıştı… Çok saygı gören birisiydi Sue – hatta Saray’dan bile takdir almıştı… Bunu biliyor musun bilmem ama Prens Charles ona bir takdirname vermişti…
O günlerde İçişleri Bakanlığı’nda irtibat memuruydu – İçişleri Bakanlığı’nda bir ofiste pasaportlara bakarak kimin göçmen olduğuna, kimin olmadığına karar vermekteydiler, Sue da işte orada irtibat memuruydu. Yönetimin güvendiği bir şahıstı Sue. Beni oradan çıkardı ve bana “Dinle” dedi, “biraz sakin ol… Aksi halde bilirsin ne olacak… Bu insanların sorunları vardır, başlarında IRA sorunu var, sen varsın, başkaları var… Şimdi yaptıklarını aynı şekilde yapmaya devam edemezsin” demişti…
“Tamam” demiştim. Ondan sonra da öyle davranmıştım çünkü düşünmüştüm ki eğer beni sınırdışı ederlerse nereye gidecektim, ne yapacaktım? Üniversite eğitimimin ortalarındaydım, bir kez sınırdışı edilirsem yarım kalacaktı eğitimim, geri dönemeyecektim… Ailem o günlerde Avustralya’ya göç etmişti – ben de Avustralya’ya gitmek için başvuru yapayım bari diye düşünmüştüm…
Böylece başvuru yapmaya başlamıştım.
Sonuçta 1978’de Avustralya’ya gitmeyi başarmıştım… İşte bu da benim Britanya polisiyle yaşadığım deneyimdi… Çok tuhaf bir deneyimdi bu çünkü neredeyse sınırdışı ediliyordum. Ama hayat bu, ne yapabilirsin ki?
Avustralya’da yıllar sonra Avustralya Kıbrıs İçin Adalet Komitesi Başkanlığı’na seçilmiştim. Başkan olunca, birkaç toplantılarına gitmiştim, neler söylediklerini dinlemiştim… Birinci yıl, pek çok milliyetçi şey söylüyorlardı. Ancak komitenin adı “Kıbrıs İçin Adalet Komitesi”ydi… İkinci yılda “Bazı şeyleri tartışmamız lazım, bu laflar yerine” demiştim. “Anlamlı tartışmalar yapmamız lazım” demiştim.
“Ne yapmak istiyorsun?” demişlerdi.
“Eğer Kıbrıs İçin Adalet’ten söz ediyorsak, burada neden Kıbrıslıtürkler yoktur?” demiştim.
Gülmeye başlamışlardı! Bana gülüyorlardı, beni naif buluyorlardı!
“Bir dakika, neden gülüyorsunuz?” demiştim.
“Çünkü hiçbir Kıbrıslıtürk gelmez buraya” demişlerdi. “Kıbrıslıtürkler gelip de bize mi destek verecekler?” demiştiler.
Ben de “Tamam da hiç davet ettik mi herhangi bir Kıbrıslıtürk’ü?” demiştim.
“Eh, tanıdığın biri varsa buraya gelecek, davet et kendini bakalım” dediler.
Her Ağustos ayında Kıbrıs’ta, yurtdışında yaşayan göçmen Kıbrıslılar’ın toplantısı yapılır, Kıbrıs’a gelmiştim o yaz. RİK’te bir röportaja katılmıştım, bir arkadaşımla birlikteydim. Oradayken bir kadın kendini tanıtmıştı bana, bir Kıbrıslıtürk’tü bu. Ben de onu Avustralya’ya davet etmiştim… Ona kim olduğumu söylemiş, kartımı vermiştim. “Tamam,” demişti, “geleceğim Avustralya’ya…”
Ben bunu çok ciddiye almamıştım… Ertesi sene Brisbane’de yıllık toplantımızı yapıyorduk ki bu yaşadığım yerden binlerce kilometre uzaktadır, bu Kıbrıslıtürk kadın Brisbane’e gelmişti! Adı, Aydın Mehmedali idi…
Bu arada Kıbrıs’tan atanan Yüksek Komiser değişmişti… Yeni bir Yüksek Komiser (elçi) vardı. Yüksek Komiser her zaman bu toplantılara katılırdı ancak bir konuk olarak katılırdı. Çünkü bunlar Avustralyalı örgütlenmelerdi.
Ben toplantıyı, Aydın Mehmedali’ye “Hoşgeldiniz” diyerek açmıştım…
Yüksek Komiser de orada oturuyordu. Bana bakarak “Bu da kimdir yahu?” demişti.
“Dur da daha sonra öğrenecen kimdir” demiştim.
“Hayır, hiç da sonra öğrenmeyecem” demişti bana.
“Neden? Sorunun nedir ki?” demiştim kendisine.
“O, odadan çıkmazsa ben çıkacam buradan” demişti.
“O buradan çıkmayacak çünkü benim konuğumdur” demiştim.
Sonra da Aydın’a seslenerek konuşması için söz vermiştim.
Aydın da Türkçe konuşmaya başlamıştı. Birkaç dakika Türkçe konuştuktan sonra, “Neden mi Türkçe konuştum? Esas sorunumuzu ortaya koymak için” demişti… “Ki o da iletişim sorunudur” demişti. “Dil engeli” demişti. Ve güzel bir sunuş yapmıştı İngilizce olarak.
Benimle Yüksek Komiser arasında oturan şahıs, Avustralya’daki tüm toplumların komitelerinin oluşturduğu federasyonun başkanıydı ve bir avukattı, Avustralya doğumlu bir avukat. Bu avukat baha doğru eğilip “Bir ara vermelisin bu oturuma” demişti… “Konuşmamız lazım…”
Böylece oturuma on dakika ara vermiştik.
Dışarıya çıkınca Yüksek Komiser bana “Şimdi içeriye döndüğümüzde sana karşı bir güvensizlik önergesi verilecek” demişti. “Ve sen artık Kıbrıs İçin Adalet Komitesi Başkanı olmayacaksın çünkü bu göreve uygun değilsin” demişti.
“Yüksek Komiser, senin güvensizlik önergesi vermeye hakkın yoktur” demiştim. “Sen burada sadece bir konuksun… Olanları beğenmediysen, kapı oradadır, evine dön” demiştim.
Yüksek Komiser de bana “Sen neler olup bittiğinin farkında değilsin” demişti. “Seni devirecek oylar bendedir” demişti. “Sana güvensizlik önergesi verecek insanlar elimin altındadır” demişti. “Ve sen devrileceksin… Bu toplantıya başkanlık edemeyeceksin…”
Komitelerin başkanı bana “Spiro” dedi, “içeriye girene kadar istifanı ver” demişti. “Bittin artık…”
DEVAM EDECEK