Yaşamını Avustralya’da sürdüren Tserili Spiro Konstantinu, 1958, 1963 ve 1974’ten hatıralarını anlattı…
Spiro Konstantinu’nun, Masumiyetini kaybeden Kıbrıs’ın geçmişiyle ilgili röportajımızın devamı şöyle:
SPİRO KONSTANTİNU:Bu olaydan bir ay kadar önce köyümüzden nişanlı bir gençle bir başka adam bir Vespa’yla seyahat ediyordu… Bu iki insan herhangi bir orduya veya askere dahil değillerdi, sivil insanlardı, köyden Vespa’yla ayrılıyorlardı… Eğer bir “hat” varsaydı, bu “hattın” nerede olduğunu da bilmiyorlardı… Palluryotissa yakınlarındaydılar. Yolda giderken birisi motorun önündeki şahsı vurmuş, kurşun karnından geçip arkasındakini de yaralamıştı. Motorun önündeki şahıs ölmüş, yaralanan şahıs da hastaneye kaldırılmıştı.
SORU: İsmini hatırlıyor musunuz?
SPİRO KONSTANTİNU: Evet, biri hala hayattadır ve Tseri’de yaşıyor. Ancak hiçbir zaman tam olarak iyileşemedi bu adam. Yaralarından ötürü çok acı çekti – hiçbir zaman tam olarak işe dönemedi o tarihten sonra. Yannis Pelekanidis’tir adı.
Ölen şahıs Strovulolu’ydu, Tseri’den bir kızla nişanlanmıştı – bu olaydan kısa bir süre sonra o kız da depresyondan ötürü vefat etti… Üzüntüsünden öldü kızcağız…
Ölen şahsın adını hatırlamıyorum ama onu tanıyordum çünkü makinistti bu genç adam ve babamın traktörlerini tamir ederdi. Yani kim olduğunu biliyordum. Babama çok saygı duyardı, köylümüz bir kızla nişanlıydı, bu kız onu o kadar çok severdi ki bir yıl geçmeden bu kız öldü – hastalıktan falan değil, doğrudan üzüntüsünden öldü. Annesi, babamın yeğeniydi.
Onu her gün mezarlıkta görürdüm…
Birisini gömeceğiniz zaman kilisede beş çocuk olur, mumları falan taşırlar… Ben o çocuklardan birisiydim. İki mum olur, ortada bir haç ve Rumca’da “Eksapteriga” dedikleri şeyi taşırlar.
Ben de bunları taşıyan beş çocuktan biri olduğum için, onu gömdüklerinde oradaydım ve nişanlısı olan bu kız, onunla birlikte gömülmek istiyordu. Kimse bu kızı yatıştıramıyordu…
Bu beş çocuk, birisi gömülürken kazılan mezarın başında dururlar – mezara konan tabutu görürler… Bu olay beni travmaya uğratmıştı – bugüne kadar bu travmayı taşıyorum…
Bu kızın annesinin adı Morgya idi – “Omorfia”dan gelir bu… Babasının adı da Teohari idi. Bu kız nişanlısı öldürüldükten sonra bir yıla varmadan ölmüştü ve ben ilk kez bir insanın üzüntüden öldüğüne tanık olmuştum… O kadar seviyordu ki onu, ölmek istemişti…
SORU: Bu öldürme olayları köyde nasıl bir duygu yaratmıştı?
SPİRO KONSTANTİNU: Öldürme ve ateş açma olayları herkesin tehlikede olduğumuzu anlamasını sağlamıştı – tehlike büyüktü ve inanılmaz büyüklükte bir korku vardı… Köyümüzden her gün Lefkoşa’ya giden beş otobüs vardı. Bu otobüsler Lefkoşa’da çalışmaya giden köylülerimizle dolar taşardı. Ve tüm bu insanlar artık tehlikedeydi…
1958’de köyümüzden bir başka insanla ilgili olay da vardır – bu adamın Ermu Caddesi’nde dükkanı vardı ve EOKA yıllarında bu adam bazı Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüştü.
Bazı bombalama olayları olmuştu Türk tarafında ve o dönem EOKA’yı suçlamışlardı – ben bugüne kadar bunu yapanın İngiliz gizli servisleri olduğuna inanıyorum. Ancak galeyana gelen Kıbrıslıtürkler gidip Ermu’da bazı dükkanları yakıp yıkmışlar ve dükkan sahibi bazı Kıbrıslırumlar’ı da öldürmüşlerdi… Öldürülen insanlardan birisi de işte bu köylümüzdü. Bu adamın soyadı Salidis idi… Kumaş satıyordu dükkanında…
Bu olay olduğunda yani 1958’de ben beş yaşındaydım ancak biz bu olayı bilerek büyümüştük çünkü geride iki evladı kalmıştı – öksüz bir kız ve öksüz bir oğlan…
Ancak EOKA yılları bitmişti… EOKA yılları bittiğinde rahat bir nefes almıştık. Artık daha az korku vardı ve herşey normale dönüyordu. 1960’taki bağımsızlıktan ötürü kutlamalar falan yapılıyordu. 1960 ile 1963 yılları arasında tümüyle farklı bir atmosfer vardı. Bunlar iyimserlikle dolu yıllardı. Ve bu gerçekti de – elektriğe sahip olmayan bizim köy dahil pek çok köy elektriğe kavuşmaya başlamıştı. 1963’te elektriğimiz vardı. İlk kez televizyonla tanışıyorduk. Herkes köy kahvesinde toplanıyordu çünkü köydeki tek televizyon o kahvehanedeydi. Her gece üç saat televizyon seyrediyordu herkes kahvede… Çok heyecan verici bir dönemdi bu! Mesela “Bonanza”yı izliyorduk ve dizide güzel bir şey olduğunda hep beraber alkışlıyorduk bu olayı! Bunlar masum yıllardı… Politize edilmemiştik, barışçıl düşünüyorduk – 1963’e kadar…
1963’ü nasıl yaşadık biz? Politikayı bir yana koyun – aniden varlığımızın tehdit altında olduğunu hissettiğimiz derin bir korkuyla yaşamaya başladık… Sonraları büyüdüğümde ve geri döndüğümde, neden bu kadar çok korku duyduğumuzu düşünmeye başladım… Çünkü mantıklı değildi böylesi bir korku… Duyulan bu korku, daha çok Kıbrıslıtürkler’in bizi öldüreceklerine yönelik bir korku değildi – bunun çok ötesindeydi bu korku. Bize “Türkiye işgal edecek ve tüm Kıbrıslırumlar’ı temizleyecek, 1922’de olduğu gibi” denmesinden kaynaklanan bir korkuydu. Okulda durum bize böyle tarif ediliyordu, radyoda yayımlanan röportajlarda durum bize böyle tarif ediliyordu – konuşma yapan tüm politikacılar bu durumu böyle tarif ediyordu. 1963’ü, 1922’de olup bitenler gibi tarif ediyorlardı, etnik temizlikten söz ediyorlardı… Kıbrıslırumlar, ada nüfusunun yüzde 80’ini teşkil ediyor olsa dahi adadan tümüyle temizleneceğimiz yönündeydi korkumuz… 1922’de İzmir’de, İstanbul’da olduğu gibi temizleneceğimiz yönünde… Tümüyle bir etnik temizlik… Bu korkuyu bana birisi henüz geçen hafta ifade etti! Çok üst düzey bir parti lideriydi bu… Yani bu, o dönem meydana gelip de bitmiş bir şey değildir. Bugün aklı başında, eğitim görmüş bazı insanlar vardır ki bunlar Türkiye’nin Kıbrıs’ı tümüyle almak istediğini söylüyorlar. Bunu neden söylüyorum? Çünkü bu insanların korkuları gerçektir. Tıpkı benim 1963-64’teki korkumun gerçek olduğu gibi çok gerçektir bu korkuları. Bu şekilde düşündüğünüz zaman yani böylesi bir korkuya dayalı düşündüğünüz zaman, yapacağınız her şey o korkuya dayanacaktır. Herhangi bir Kıbrıslıtürk’le veya Türkiye’den bir Türk’le karşılaştığınızda, o zaman “Bu insanlar bana tehdittir” diye düşünmekten kendinizi alamazsınız eğer bu korkuya dayalı düşünüyorsanız… İşte o noktadan sonra meydana gelen herşeyin temelinde bu vardır. Bize bu şekilde açıklanıyordu ve bizim de onların yaptıklarını kabul etmemiz gerekiyordu. Bizi bu “korku”dan “korumaya” çalışmak üzere harekete geçenlerin “eylemleri”ni böylece kabul ediyorduk.
Sonra öldürme olaylarının meydana geleceği ortaya çıkmıştı… Eğer bir Kıbrıslıtürk köyüne saldıracak olurlarsaydı bir takım silahlı insanlar, onları “suçlu” olarak göremiyorduk, bizleri bu “tehlike”den korumaya çalışanlar olarak görüyorduk… Bizi bu “korku”dan “korudukları” için onlara “müteşekkir” oluyorduk!
SORU: Böyle “haklı” çıkarıyorlardı hareketlerini…
SPİRO KONSTANTİNU: Evet… Korku çok gerçek bir şeydi ama aynı zamanda bir araçtı da – bir kadın ve çocuğunu öldüren birisine “kahraman” dedirtecek bir araçtı bu…
Birilerinin Lefkoşa’da bir öldürme olayını anlatmasını hatırlıyorum – çocukları da öldürmüşlerdi…
Adını balmumundan alan köy: Tseri…
Lefkoşa’nın güneyinde, Lefkoşa’dan sekiz kilometre uzaklıkta olan Tseri, Strovulos, Latça ve Deftera ile Lakadamya ve Analyonda, Makri ve Koççat’a sınırları olan bir köy…
Tseri köyünün ilk kayıtları 1190’lara dek uzanıyor – o günlerde tarihçi Mas de Latris, Tseri’nin John de Lidro’ya verilmiş olduğunu söylüyor ve bu onbeşinci yüzyılın ortalarında meydana gelmiş ancak köyün 1190 yılından beri var olduğunu söylüyor…
Tseri’yle ilgili daha yakın geçmişe ait kayıtlar da var Tseri Belediyesi web sayfasına göre… Köyde Kıbrıslırumlar yaşarken, 1861 yılında bazı Kıbrıslıtürkler de köye yerleşmişler… Osmanlı döneminde Tseri, Değirmenlik (Kythrea) idaresi altındaymış – Sofya Milli Kütüphanesi arşivlerine göre bu dönem Türkler kendi aralarında bu köyü birbirlerine devretmişler…
Köyün adı Tseri “tzierin” yani balmumu ya da mumdan geliyormuş çünkü bölgede pek çok kişi bal ve balmumu üretimiyle uğraşmaktaymış…
Bir diğer söylenti de köyün adının önceleri Xeri (Kseri) olduğu, bunun da bölgedeki su kaynaklarının kıtlığından kaynaklandığı yönünde…
Farklı dönemin kaynaklarında hem Tseri, hem de Xeri isimlerini görmek mümkün…
Köyün ilk yerleşimcileri çobanlarmış ve çiftliklerini 1750 civarında buraya kurmuşlar… Uzunca bir süre köylüler zeytin yetiştirerek geçimlerini sağlamışlar… Maşera ormanından yabani zeytin getirip köyün güneydoğu bölgesine eken Tserililer ayrıca sesta ve süpürge üretimiyle de uğraşıyormuş, kendine özgü tığ işleri ve nakışlar da geliştirmişler…
Köylüler ayrıca hellim üretimi ve diğer tarımsal faaliyetlerde de bulunmaktaymışlar…
300 kadar bir nüfusa sahip olan Tseri zamanla 9 bin kişilik nüfusa ulaşarak 2011’de belediyeye dönüştürülmüş…
1949 yılında köyün iki kilometre kadar güneydoğusunda, Almiros deresine yakın bir yerde Romalılar’dan kalma antik bir yer altı yapısı bulunmuş… Kireçtaşından yapılmış 40 basamakla inilen bu yer altı yapısında bulunan çanak çömleğin Milattan Önce 800-480 yıllarına ait olduğu söyleniyor…
(Devam edecek)