Yaşamını Avustralya’da sürdüren Tserili Spiro Konstantinu, 1958, 1963 ve 1974’ten hatıralarını anlattı…
Spiro Konstantinu’nun, Masumiyetini kaybeden Kıbrıs’ın geçmişiyle ilgili röportajımızın devamı şöyle:
SPİRO KONSTANTİNU: Bilir misiniz nasıl kurtuldu babam?
Çünkü kapının dışında bölgemizin EOKA sorumlusu duruyordu… Bugün hala hayattadır bu adam. Bu hikayeyi teyit edecektir – adı Doros İlias’tır. Babamı tanırdı bu adam. İçeriye girmeden babamın söylediklerini dinledi, kapının hemen dışındaydı. Ve içerideki maskelileri dışarıya çağırarak “Onu rahat bırakın” demişti.
Babam biliyordu ki bölgedeki ilk “işadamı” olduğu için bazı insanlar kıskanırdı kendisini, bazıları düşmanlık beslerdi bu yüzden… Ve bunu kendisine karşı kullanıyorlardı, ona missilleme yapmak için…
İşte bu nedenle 1963-64’te babam çok dikkatli davranıyordu.
1963’teki bir başka deneyimim de şuydu: Büyük bir kamyon gelmişti köye, çok büyük bir kamyondu bu ve eşya yüklenmişti. Televizyonlar, masalar, sandalyeler, iki şiline, beş şiline satılıyordu bu eşyalar. Bir televizyon, 2-3 Kıbrıs
Koşarak babama gitmiş ve “Baba, elektrik geldi köyümüze ama bir televizyonumuz yok! Bunlar ikinci el televizyonlar, kullanılmış ama çok ucuza satılıyor!” demiştim.
Babam bana bakmış ve “Be! Bunlar çalıntı eşyalardır!” demişti.
Ben henüz on yaşındaydım, “Nedir yahu bunu söylediği?” diye düşünmüştüm. “Köyün ortasında nasıl olur da çalıntı mal satılır?” diye düşünmüştüm.
Kamyon şöförüne gittim ve ona “Bu eşyalar neredendir?” diye sormuştum.Kamyon şöförü de “Türkler’dendir” demişti…
“Hangi Türkler’den?” demiştim.
“Omorfita’dan (Kaymaklı)…” demişti.
“Omorfita mı?” demiştim.
Ganimetin sonucuydu bu… Ganimetti bu eşyalar ve açık açık gidip köylerin ortasında bunları satıyorlardı!
Babam bunları almayı reddetmişti çünkü bunlar çalıntı eşyalardı ama başkaları gidip aldı bunları. Kamyon şöförü, tüm kamyonu olduğu gibi boşaltmış, hepsini satmıştı! Bir liraya satamıyorsa, on şiline satıyordu!
SORU: Kamyon şöförü sizin köyden değildi…
SPİRO KONSTANTİNU: Hayır, değildi. Yani bunlar yaşadıklarımızdı… Ve bilir misin? Omorfita (Kaymaklı) neredeydi? Bunu bilmiyordum ben. Şöför “Omorfita” deyinceye kadar böyle bir yer olduğunu dahi bilmiyordum, sanki de yurtdışından bir yerden söz ediyordu! Bize komşuydu bu köy ama biz bilmiyorduk.
Yeğenimle evli olan bir şahıs da Omorfita’daki olaylara katılmıştı – nişanlanmıştı, sonra da onun izini kaybetmiştik. Köyden ayrılmış ve ondan sonra onu görememiştik, nişanlısını terkettiğini sanmıştık. Sonra köye geri döndü ve “Lefkoşa’daydım” demişti, “Organize gruplara katıldım…” Ve bize Lefkoşa’da olup bitenleri anlatmaya başlamıştı, böylece Lefkoşa’da neler olduğunu ondan öğrenmiştik. Bu şahıs hala hayattadır.
Ancak bize ulaşan hikayelerin çoğu, Kıbrıslırumlar’ın nasıl öldürülmüş olduğuna ilişkin hikayelerdi. Çünkü bu insanlar ateş açtıklarında öteki tarafta kaç kişinin öldüğünü bilmiyorlardı. İlerleyip ölenleri toplamıyorlardı. Ateş ettiklerinde biri düşüp ölmüşse ve bunu görmüşlerse ancak o zaman birisinin öldüğünü anlıyorlardı.
Bu şahısla her konuştuğumuzda “Beş kişi öldürdüler, altı kişi öldürdüler” diyordu. “Sekiz kişi öldürdüler” diyordu. Öldürülenlerden kastı, Kıbrıslırumlar’ın öldürülmüş olduğuydu. Hiçbir zaman “Biz da şu kadar insan öldürdük” denmiyordu. Haber bültenleri de hep böyleydi… RİK’in bültenlerinde öteki taraftan kaç kişinin öldüğüne dair herhangi bir haber verilmiyordu. Tek bir tarafın ölülerinden bahsediliyordu sadece haberlerde, o da Kıbrıslırum ölüleriydi… Yani eğer bir çocuksaydınız ve bunları dinliyorsaydınız, ne düşünebilirdiniz? Size söylediklerinin doğru olduğuna inanırdınız… “Birileri hepimizi öldürmek istiyor” diye düşünürdünüz… Ve kanıtı da işte buydu! Her gün Kıbrıslırumlar’ı öldürüyorlardı!
Rasyonel olarak düşünecek olursanız, tüm bunlar pek anlamlı gelmez. Ancak bugüne kadar içtenlikle inanıyorum ki bana korkularını ifade eden siyasi liderlerin ve diğer insanların korkuları gerçektir.
Yapmamız gereken şeyin bir bölümü, o korkuyu kafalarından çıkarmalarını ve olaylara başka bir gözle bakmalarını sağlamaktır.
Bunu yapabilecek herhangi birisi yoktur, bunu yapabilecek olanlar bir tek Kıbrıslıtürkler’dir. Kıbrıslıtürkler, “Sizi öldürmek isteyenler biz Kıbrıslıtürkler değiliz, bizim başımıza gelenler de vardır ve geliniz size bizim tarafta neler olduğunu detaylı biçimde anlatalım…” demelidir. “Size her iki tarafta da neler olduğunu gösterelim, işte o zaman neden bazı Kıbrıslıtürkler’in neden Temmuz 1974’te bayram ettiğini anlayabilirsiniz…”
Ben EOKA-B tarafından tutuklanmıştım, dövülmekteydim…
SORU: Ancak oraya geçmeden önce, ilk tanıştımızda bana Deftera’yla ilgili bazı şeyler anlatmıştınız, Tseri’yle ilgili ve Tseri’de burada adından söz etmeyeceğim başka bir şahısla ilgili, K. ile ilgili - onların üstünde duralım önce…
SPİRO KONSTANTİNU: Kahvehanede o hikayeyi anlatan K. idi…
SORU: Şimdi Aretyu’daki Kıbrıslıtürkler tutuklanarak Deftera polis karakoluna götürülmüşlerdi. Nasıl olup da Tseri’de öldürülmüşlerdi? Aradaki bağlantı neydi? İlişkileri neydi? Bu işler nasıl yürütülüyordu?
SPİRO KONSTANTİNU: O günlerde bir “ordu” yoktu. Yani polis de fakto ordu haline gelmişti. Ve polisin sayısı da bunun için yetersizdi.
Böylece eski EOKA’cılara gidiyorlardı ve onlardan “yardım” istiyorlardı.
İki nedenle bunu yapıyorlardı: Nedenlerden birisi, bu eski EOKA’cılar, silah kullanmayı biliyordu. O nedenle çok fazla eğitime ihtiyaçları yoktu. İkinci nedense, büyük olasılık bunlar zaten yardım etmeye gönüllüydüler, istekliydiler.
Böylece sağın tanınmış kişilerine gidiyorlardı – nereseyse tümüyle sağcıydı bunlar – ve onlardan gelip polise yardım etmelerini istiyorlardı. Onları böyle dahil ediyorlardı, “Polise yardım etmeleri” için… Bunlar “paramiliter güç” olarak falan görülmüyordu – bunlar “polisin yardımcıları” idi. Landrover, polise ait bir landroverdi, büyük olasılıkla landroverde bir veya iki polis de vardı – ancak landroverin arkasında silah tutan dört-beş kişi vardı ki bunlar o sivillerdi, o eski EOKA’cılar…
Bunların bazılarını yüzlerinden tanıyorduk, köyümüzden olan bazılarını tanıyorduk ancak başka köylerden de vardı. Bazılarının zaten bir ismi vardı, “şu adam şudur, bu adam budur” diyerekten… Ve onlara karşı bir korku ve “saygı” duyuyorduk. Çünkü sana o korkulardan bahsetmiştim ya, bunlar kendilerini bizi “korumaya” adamışlardı.
Yani eğer birkaç gün önce bize ateş açılmışsa ve bunlar da silah alıp da bir Kıbrıslıtürk köyüne gidiyorlarsaydı, o zaman onlara bakıp “İyi ki bunlar var da bizi korurlar” diyordunuz. Böylece bunlar defakto liderliğe dönüştüler. Seçeneğiniz yoktu başka. Başka nereye gidebilirdiniz? Eğer korkunuz ya bir sorununuz varsa, nereye gidebilirdiniz? Bunlar defakto liderliğe dönüşmüştü ve otomatik olarak siyasi bir statü kazanmışlardı. Çünkü bakan da, üst düzey hiyerarşiden insanlar da bunlara “teşekkür” etmekteydi. Onların yaptıklarına “saygı” gösteriyorlardı. Ve onlara erişim sağlıyorlardı…
SORU: Zaten Yorgacis’in “Örgüt”ü vardı…
SPİRO KONSTANTİNU: Evet, tamam…
SORU: Ve bu “Örgüt” çerçevesinde insanlara silah eğitimi vs. veriliyordu… Yani o kadar da “kendiliğinden” olmuyordu bunlar…
SPİRO KONSTANTİNU: Ben size bu “Örgüt”ü nasıl gördüğümü ve neler olduğunu anlatayım…
Sana bir apandisit ameliyatı geçirdiğimi anlatmıştım. Kliniğin bulunduğu yerde neredeyse yolun tam karşısında İçişleri Bakanlığı dedikleri yer vardı. Yorgacis’in ofisiydi bu. Ben klinkteyken, annem de balkondaydı… Karşıya baktığında, daha önce sözünü ettiğimiz köyümüzden Bay K.’yu gördü… Yorgacis’le tavla oynuyordu K.!...
O zamanlar Yorgacis, büyük bir isimdi – oturup onunla tavla oynayabilmek için, ona çok yakın olmanız gerekirdi… “Güç” budur… Cumhurbaşkanı’nın yanında duran birisi gibi…
Yani köyümüzden bu adam oturmuş, Yorgacis’le tavla oynuyordu!
Annem içeri girdi “Falan oradadır” dedi bana, “Yorgacis’le tavla oynar!”
Ve onu izleyen günlerde hep oraya geliyordu K. Sürekli geliyordu… Sana anlattığım gibi bu 1963’teydi…
EOKA döneminde bu adamın bir “tim”i vardı ve bunları evinde saklıyordu. Yerde kazılmış bir sığınağı vardı, evinin içinde ve bu EOKA timini orada saklıyordu. Yani İngiliz askerleri gelecek olursa, K.’nun evinde saklanıyorlardı, yeraltı sığınağında. Gizli bir sığınaktı bu. Bugüne kadar oradadır bu sığınak. Köyde bunlardan iki tane vardı.
Bir başka şahıs vardı, arada bir içerdi ve her gün bisikletiyle Lefkoşa’ya işlemeye giderdi… Bu adam bir gün biraz sarhoş olmuştu ve birşeyler söylemişti – o zaman bu adamın evinin karşısında EOKA’cıların bir sığınağının olduğunu bildiğini sanmışlardı. Ne oldu dersiniz? Bu adamın altı tane çocuğu vardı, benim yaşlarımda bir oğlu vardı, aynı okula giderdik. Evleri iki odacıktan oluşuyordu. Bir odada bütün aile uyurdu… EOKA gidip adamın kapısını çaldı, kapıyı açınca bu adamı karısı ve çocuklarının gözü önünde öldürdüler… Yatağın altına girmişti adam, yatağı kaldırıp onu vurdular, vurdular, vurdular… Sonra bir tahta parçası alarak kapıya çivilediler. Tüm aile, çocuklar falan evin içindeydi ve kapıyı bir tahta parçasıyla çakıp kapattılar… Adam ölüyordu, can çekişiyordu ve bunlar kapıyı çakmışlardı… Adam ölmemişti, aileye sabaha kadar evden çıkmalarının yasak olduğunu söyleyip kapıyı çaktılar. Bunu yapanlar hala hayattadırlar. Hiçbir zaman mahkemeye çıkarılmadılar.
SORU: Bu şekilde ailesinin gözü önünde öldürdükleri adamın adı neydi?
SPİRO KONSTANTİNU: Garaguşis… Çocukları bu infazı çok iyi hatırlıyor… Bu infaz, bizim evin yakınında meydana gelmişti. İşte bu nedenle babamın EOKA yıllarından korkuları olduğunu anlatmıştım sana… Bu adamların şakası yoktu. Gelip seni öldürürlerdi. Çok kolaydı gelip öldürmeleri…
SORU: Aynı köyden miydi bu tetikçiler?
SPİRO KONSTANTİNU: Bu olayda karmaydılar. Hiçbir zaman katillerin kim olduğu açıklanmadı çünkü maske takıyorlardı… Ancak biz kim olduklarını biliyoruz. Bugüne kadar “Bu bir sırdır” diyorlar. Sır değildir bu çünkü kimler olduklarını biliyoruz. Ve bir de tuhaf rastlantı vardır burada – çünkü 1974’te bunlardan birisi kardeşimle birlikteydi Mia Milya’da – kardeşim de kendisine “Türkler gelmeye başladığı zaman seni vuracam, kalaşnikofunu da alacam” demişti ve bu adam bunun gerçek olduğunu sanarak buna inanmıştı! O dakikadan sonra çok korkmaya başlamıştı! “Bu adamın silahı var, tek kurşunla işimi bitirecek” diye düşünmüş ve çok korkmuştu!
O günlerde yani 1950’lerde yasa falan yoktu yani… Kimse bunlara “Neden bu adamı öldürdünüz?” diyemezdi… “Şahit” falan olamazdı… Vururlardı ve biterdi…
Bu adam kimlerin kendisiyle birlikte olduğunu biliyor. Bu karar alındığı zaman orada olan bir başka şahsı biliyorum ben – infaz timinin içinde değildi bu şahıs ancak o sığınakta saklananlar arasındaydı.
Yorgacis’in “Örgüt”üne dönecek olursak, Yorgacis’le tavla oynayan, evinde bir “sığınak” bulunan K.’nin köyde küçük bir timle bağlantılı olduğunu biliyorduk. Çünkü mesela kahveye hep birlikte geliyorlardı, beraber oturuyorlar, sadece kendi aralarında konuşuyorlardı, hep beraber kalkıp gidiyorlardı. O küçük masadaki o adamların “Örgüt”ten olduğunu biliyorduk. Bunların işi neydi? Bunların işi kahvehanede söylenen herşeyi takip etmekti! Ve sonra da rapor etmeliydiler bunları… Sürpriz, sürpriz, sürpriz! Raporları Kıbrıslıtürkler’le ilgili değildi! Raporları, “komünizm tartışmaları” ile ilgiliydi! Bunların ana amacı, kimin “komünist” olduğunu anlamaktı!
DEVAM EDECEK