Matruşka hayatlar

Tümay Tuğyan

Yaklaşık bir buçuk aydır devam eden izolasyon döneminin, bize yüklediği her türlü olumsuzluğa rağmen, kendi kendimize biraz daha ‘yukarıdan’ bakabilme fırsatı yaratması bakımından değerli olduğunu düşünüyorum.

Hayatımız bizden uzaklaştıkça ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak biz kendimize yabancılaştıkça, o ‘yabancıyı’ daha öznel bir şekilde sorgulayabilme imkanını da yakaladık birçoğumuz sanırım.

Uzak kaldığımız her şeyin, hayatımız içindeki gerçek yeri kendiliğinden belirginleşti bu süreçte.

Hayatımızın vazgeçilmez parçaları sandığımız kimi alışkanlıklarımız, sosyal angajmanlarımız, ilişkilerimiz…

Yaşamın rutin akışı içerisinde normalleştirdiklerimiz, aslında gerçekten de ‘normal’ mi?

***

Küçük bir ülkede yaşamanın olağan bir sonucu olarak, sürekli kapalı devre olan bir sosyal dünyamız var.

En tepedeki belirleyen olan siyasi dünya görüşlerimizin bize açtığı şemsiyelerin altında toplaşan irili ufaklı ‘sürücükler’ halinde sürdürülen yaşamlar…

Aynı şeyleri konuşan, aynı şeyleri düşünen, aynı şeylere öfkelenip, aynı şeylere sevinen, hemen her konuda aynı zevkleri paylaşan ve bu ‘aynılaşmayı’ başardığı oranda, görünmeyen ellerce çizilen ‘muteberlik’ mertebesine yükselen, birbirinin irili ufaklı kopyaları, Matruşkalar…

Dinlediğiniz müziğin, okuduğunuz kitapların, izlediğiniz filmlerin ‘sınırlarının’ dahi o görünmeyen el tarafından belirlendiği dünyanızda, o sınırların dışına çıkma arzunuzun kabardığı her anda, büyük bir günah işliyormuşsunuz duygusuna kapılmanız, sizce normal mi?

***

Peki bu bir ‘körlük’ hali değilse, ne olabilir?

Bizi çevreleyen sosyal yapılanmanın bize hep bir ‘üstten üstten’ bakıp, gerektiğinde ‘höt’ deyip gerisin geri nizama soktuğu bu yaşam döngüsü içerisinde yaptığımız seçimler ve tercihlerin, ne kadarı gerçekten bize ait olabilir?

Seçimlerimiz ve tercihlerimizin ne kadarı bize, ne kadarı ise ‘olmamız istenilen’ o insana aittir?

Haftalardır bizi evlerimize ve devamla kendi ‘içimize’ kapatan bu salgın süreci bize, bizi gerçekte neyin mutlu edeceğini yeniden düşünmemiz, sorgulamamız adına, çok önemli bir fırsat sunuyor.

Biz bu hayatın içerisinde mutlu muyuz?

Bu süreçte elimizden alınanlar olmadan hayatta kalabilir, mutlu olmaya devam edebilir miyiz?

***

Yoksunluk, en büyük sınavdır!

Neyin değerlenip, neyin değerini yitirdiğini, neyin yokluğunun bizi eksiltip, neyin varlığının bizi güzelleştireceğini daha salim bir kafayla görebilmek için, bu fırsatı değerlendirin derim ben.

Bu sınavda terlemeyi göze aldığınız anda, her birinizin içinden, özlediğiniz yeni ‘ben’ler çıkacaktır çünkü şüphesiz.