Ada’nın bir yarısı var;
Kıbrıs’ın kuzeyi…
Adını da koymuşlar;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
Kimilerine göre Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti…
Buranın bir de hükümeti var…
O hükümetin adı da UBP-YDP-DP Hükümeti…
Bu hükümetin adını kim koydu?
Yani bu partileri kim yan yana getirdi?
Büyük partinin başkanını, dolayısıyla başbakanı, bakanlarını kim atadı?
Kim olduğu önemli mi? Yani kimin atadığı?
Önemli olan atanmış olmaları…
Seçilmiş olsa da bazıları, atanmamışsa görev alamıyor…
Bazıları ise üyesi onay vermemiş olsa bile Başbakan olarak da atanabiliyor…
Peki onay vermeyen üye/delege ne yapıyor şimdi?
Hiç. Daha doğrusu o onay vermediği başkanın kapısında iş takibi yapıyor…
İşte böyle adına ‘hükümet’ denilmiş bir kurum ile hasbelkader demek ne kadar doğru ama Meclis’te iş yapmaya çalışıyorsunuz… Veya Meclis dışında muhalefet, sivil toplum örgütlerinde faaliyet, bireysel çalışma yapmaya veya olaylar karşısında tepki koymaya çalışıyorsunuz…
Karşınızda biri var mı peki? Sesinizi duyacak, karşılık verecek, “u bardon be gardaş bu yaptığımız yanlış” diyecek, taleplere yanıt vermeye çalışacak, yasaları uygulayacak bir oluşum var mı?
Yok.
Onlar görmüyor, duymuyor, konuşmuyor.
Birileri promptıra birşey yazarsa okurlar veya “bunu söyleyin” derlerse onu söylerler…
Bunlar onlar ki Ercan’ı bir 13. maaş uğruna sattılar, pandeminin içinde yasa dışı birilerini getirerek Lapta Marina’yı pazarlamaya çalışıp dosyası kayıp Jet Krizi yarattılar, Öğretmenler Günü’nde öğretmenleri mahkemeye çağırdılar, çadırlarda eğitim vermeye çalışırken Külliye inşaatını sürdürüyorlar, sahte reçeteler nedeniyle hastaları mağdur etmeye devam ediyorlar, arsaları hatta arsa olmayan yerleri pazarlıyorlar, “Rum’a bir karış toprak vermem” diyerek yabancılara dünya kadar mal, arazi, toprak sattılar…
Sonunda ne yaptılar?
“İhalesiz yakıt alacağım da elektrik ucuzlayacak” diyerek Kıb-Tek’i 24 milyon dolar zarara uğrattılar…
Ve başka ne yaptılar;
Ulusal Birlik Partisi, yapacağı Kurultay için bile Türkiye’den icazet aldı. “İzninizle Kurultayımı şu tarihte yaparsam uygun olur mu” diye sordu.
Başka bir vekil, bu güzide! Partinin başkanlığına talip olması beklenen (olur mu, oldurulur mu belli değil) eski bir bakan da aslında tam olarak öyle denmese de “Bu ne ki! Ben Cumhurbaşkanı yardımcısıyla görüştüm, herşeyi konuştuk” diyerek aslında acizliğini, bir üstünlükmüş gibi satmaya çalışıyor…
Sonra “biz egemen eşit devletiz” derken utanmıyorlar, yüzleri kızarmıyor.
***
İşte böyle bir memlekette böyle bir acizlik hükümeti ile mecliste yasa yapmaya çalışıyor, devleti veya memleketi koruması beklenen hükümete karşı siz mecliste de meclis dışında da o hükümetten memleketi korumaya çalışıyorsunuz.
Peki Meclis’ten mi kaçalım?
Hayır, günü gelene kadar orada mücadelemizi verelim, günü geldiğinde de bu acizliğin bitmesi için birlikte çalışalım. Birlikte çalışamazsak, çalışacak olana destek olalım.
Belki zararlıları Meclis’ten kovabiliriz…