MEDYA VE SERMAYE İLİŞKİLERİ KISKACINDA KİŞİLİK HAKLARI(1)

MEDYA VE SERMAYE İLİŞKİLERİ KISKACINDA KİŞİLİK HAKLARI(1)


Can Azer can.azer@emu.edu.tr

Demokrasi teorisi içerisinde, görsel-işitsel iletişim kuruluşlarının bağımsız hareket edebilme güçlerinin olması öngörülmektedir. Medyaya ve özellikle son yıllarda ileri derecede gelişim göstermesinden dolayı medyanın bir dalı olan görsel ve işitsel yayın kuruluşlarına “dördüncü kuvvet” denilmektedir. Bu şekilde nitelendirilmesinin nedeni, diğer üç erk konusunda toplumu bilgilendiren ve bir bakıma onların eksikliklerini, yanlış ve doğru yönlerini görmemizi sağlayan bir işlev görmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca kamuoyunun oluşmasında oynadığı etkin rolün de böyle düşünülmesinde etkisi büyüktür.
Dördüncü kuvvet denilmesi, görsel-işitsel iletişim kuruluşlarının, bazı hukuki  yetkilere sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Dördüncü kuvvet ifadesiyle, görsel-işitsel iletişim kuruluşlarının topluma karşı imtiyazlarının, ayrıcalıklarının değil, topluma karşı olan görev ve sorumluluklarının belirtilmesi yoluna gidilmektedir. Önemli olan, görsel-işitsel iletişim kuruluşlarının, demokratik gereklere göre, demokrasinin ve sosyal sistemin işlemesinde üstlendiği rolün vurgulanmasıdır.

Bütün bu işlevleri yüklenmiş olan görsel-işitsel iletişim kuruluşlarında son yıllarda ciddi bir şekilde sermayesel değişiklikler olmaktadır. Gazetecilik mesleğinin “cazip” bir hal alması, bu alanda yaşanan sorunlarda farklılaşmaya başlamıştır. Başta kurumsallaşma olmak üzere, tekelleşme veya biz buna oligopolleşme de diyebiliriz, medya sahiplerinin medya dışı işlere girmesi ya da medya dışında olan sermayenin bu cazibeye kapılıp medyanın içerisinde yer alma çabaları toplumu yakından ilgilendiren tartışmalara neden olmaktadır. Medyanın biraz önce bahsettiğimiz dördüncü güç olmaktan çıkıp güçlerin medyası haline dönüşmesi veya birinci güç haline gelme çabası içerisinde olması medyanın değişen haber verme anlayışının ya da yayınlama anlayışının bir göstergesi olmaktadır. Özellikle manipülasyon amaçlı haber, özel hayatların gizliliğinin ihlali, kişisel çıkarlar, kamu yararının göz ardı edilmesi gibi çok ciddi “mesleğe özel” sorunlar baş göstermeye başlamıştır.

Medyadaki bu ciddi sermaye yapılanmalarının ve anlayış değişikliğinin yarattığı en önemli sorunlardan bir tanesi medya yoluyla yapılan kişilik hakları ihlalleridir. Bu konu üzerinde durmadan önce yine bununla bağlantılı olarak; medyadaki değişen sermeye yapısının nedenlerine kısaca değinmenin gerekli olduğunu düşünmekteyim.
Devlet tekellerinin yıkılıp, özel teşebbüslerin bu alana kaymasında, liberal söylemlerin ve serbest piyasa ekonomisi ilkelerinin büyük etkisi olmuştur. Ancak, izlenen bu liberal politikalar ve bu politikalara göre tam rekabet ve serbest girişim koşulları içerisinde çalışması gereken görsel-işitsel iletişim sektöründe, oligopolleşmeye doğru hızlı bir kayış olduğu da muhakkaktır. Başka bir tabirle, sonda söylenecek şeyi belki de başta söylemek adına, kapitalizmin -bazılarının söylediğinin tersine- etik davranmayı sağlamak yerine gazeteciyi kontrol etmenin aracı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu alanda Türkiye, dünya ve KKTC medyasına bakıldığında, medyadaki bu sermaye yapılarının oluşmasında ekonomik ve siyasi  nedenlerin ön planda olduğu açıktır.

Geçmişten beri bu alanda faaliyet gösteren ve asıl işleri basın-yayın olan küçük işletmelerin yerini, bu alandan olmayan büyük sermayenin alması ve medya alanında da kâr amacına yönelimin artmasından, üretim maliyetlerinde görülen artışa, devlet teşviklerinin eşitsiz dağıtımına kadar çok çeşitli ekonomik nedenler sayılıp bunların üzerinde uzun uzun durulabilir.

İletişim kuruluşları ile devlet arasındaki ilişkilerin de gerek iletişim özgürlüğü gerekse de kişilik hakları üzerindeki etkileri yadsınamayacak derecededir. Özellikle görsel-işitsel iletişimin kitleler üzerindeki etkileri, devletle bu kuruluşların sahipleri arasındaki ilişkileri sürekli sıcak tutmuştur.

Medyadaki  yapısal sermaye değişikliklerinin görsel-işitsel iletişim özgürlüğü açısından etkilerine gelecek olursak, liberal öğretinin savunduğunun tam tersine, bu tarz bir sermaye sarmalının içerisine giren ister istemez dahil olmuş olan görsel-işitsel iletişim araçları, tam bir ayna vazifesi yapmamaktadır. Bu araçlar sadece istediklerini veya bazı güçler tarafından istenileni yansıtan bir “ayna” konumundadırlar. Karşımıza sadece istediği yönde, istediği yayını yapan, halkın isteklerini göz ardı eden bir medya ortamı çıkmaktadır. Buna en yakın örnek olarak, Koalisyon Güçleri ile Irak Devleti arasında yakın zamana kadar süren savaşta görev yapan bazı görsel-işitsel iletişim kuruluşlarını gösterebiliriz. Liberal öğretinin ana vatanı olarak kabul edilen ve her zaman basın özgürlüğünden, iletişim özgürlüğünden bahseden ve hatta bu konuda Türkiye Cumhuriyeti’ni defalarca uyaran ABD medyası, savaşla ilgili haberleri kendi toplumuna tarafsız bir şekilde yayınlamayarak sınıfta kalmıştır. Üstelik ABD ve İngiltere medyasının yaptığı bu taraflı yayınlar, bütün dünya kamuoyunu etkilemektedir. Bunun sebebi de, bu iletişim kuruluşlarının ellerinde bulunan çok geniş imkanlardan diğer iletişim kuruluşlarının da faydalanmaları ve bunları kendilerine referans almalarıdır.

“Kişilik hakkı”nı, kişinin, toplum içerisindeki saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini temin eden öğelerin tümü üzerindeki hakları olarak tanımlamak mümkündür(2). Bu açıdan, kişinin onur ve saygınlığını yitirmesine neden olacak tüm saldırıları, kişilik hakkına saldırı olarak kabul etmek gerekecektir. Kişiyi kişi yapan değerlere karşı yapılabilecek saldırıların tümünün, bu çerçeve içerisinde düşünülmesi gerekmektedir. Kişilik hakkı tek ve bütün bir çerçeve hak olup, kişiye ilişkin haklar, değerler ve varlıklar bu bütünü oluşturur.

Özel yaşam ve özel yaşamın gizliliği de, çerçeve hak olan kişilik haklarının içerisinde yer almaktadır(3). Kişi, kendisini ilgilendiren bir olayın ya da bilginin başkası tarafından bilinmesini istemeyebilir. Bu nedenle, kişinin hayatının özelliğine ve gizliliğine müdahale, kural olarak hukuka aykırıdır. Özel yaşam, kişinin gizli tutmakta çıkarı bulunan hususlardır. Özel yaşamın gizliliğinin ihlali ise, kişinin belirtilen nitelikteki yaşamının gizlilik niteliğinin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.

Önemli olan özel yaşamın ve kapsamının ne olduğu, ikincisi de özel yaşam ile bilgi edinme hakkından hangisinin duruma göre “üstün değer” taşıdığının tespitidir. Yani, haber verme hakkının özel yaşamın gizliliği karşısında “üstün bir değer” taşıyıp taşımadığı, burada üzerinde durulması gereken konuların başında gelmektedir. Genelde haber verme hakkı özelde de habercinin bilgiye ulaşma hakkı ile özel yaşamın gizliliği arasındaki çatışmanın kaynağı, bireylerin bilgi edinme hakkının mı (ya da kamuoyunu aydınlatma görevinin mi), yoksa özel yaşamın gizliliğinin mi hukuksal korunmaya değer olduğu sorusudur. Daha açık olması bakımından bu çatışma şu şekilde açıklanabilir: Kişinin özel yaşamına ilişkin bilgilerin, bilgi edinme hakkı aracılığıyla kamuoyuna servis edilmesi ve bu yolla bilgilerin kitle iletişim araçlarıyla kamuoyuna duyurulması, kişilik haklarına aykırı olacaktır. Buna karşılık, bilgi, kişinin özel yaşamını ilgilendirdiği için, bilgi talebi reddedilen kişinin, habere ulaşma hakkı engellenmiş olacaktır. Görüldüğü üzere, bu haklardan birinin kullanılması, diğerinin ihlal edilebilmesi gibi bir sonuç doğurabilecektir.

Netice itibarıyla hukuk düzeni bir taraftan bireyin maddi ve manevi kişisel değerlerini tanıyıp koruma altına alırken, diğer yandan da düşünce ve ifade özgürlüğü ve bunun uzantısı olan basın özgürlüğüne (Anayasa md. 24, 26) de yer vermektedir.

Kişi Hakları İhlalinde Hukuki Korunma Yolları

Basın hürriyeti de bunun özü olan ifade hürriyeti de KKTC Anayasası’nda düzenlenmiştir. Ancak aynı şekilde kişisel haklar da Anayasa’da düzenlenmekle beraber ifade hürriyetinin ve basın özgürlüğünün sınırlarından bir olarak düzenlenmiştir.

• Fasıl 148 Haksız Fiiller Yasası
Medya kuruluşlarınca yapılan yayınlar ile kişilik haklarına bir saldırı, şeref ve haysiyet yaralayıcı yayımlar yayınlar yapılması halinde olayın mağduru olan kişiler, Haksız Fiiller Yasası’ndan hareketle maddi ya da manevi tazminat davası açabilmektedirler. Bunun yanı sıra ayrıca, Mahkemeler Yasası’nın 41. maddesinden hareketle söz konusu yayınların durdurulmasını mahkemeden talep edebilmektedir. Ancak burada üzerinden durulması gereken konu, bazı mahkeme kararlarında dava konusu edilen olayın doğruluğunun araştırıldığı, olayın doğru olmasının yayının yapanın haklılığı için yeterli sayıldığı görülmektedir. Bu yaklaşım özellikle özel yaşamın gizliliği meselelerinde sıkıntı yaratabilecek bir durumdur.

• Fasıl 154 Ceza Yasası
Ceza Yasası’nda da yine müfsit gaye içeren yayınlarla, zemmedici yayınların cezaları belirtilmiş bunun yanı sıra hangi durumlarda radyo, televizyon ve gazete yayınlarının bu suçları oluşturmayacağı belirtilmiştir.

• Kişisel Verilerin Korunması Yasası
Kişisel Verilerin Korunması Yasası’nda kişisel verilerin yasadaki düzenlemelere aykırı bir biçimde açıklanması, nakledilmesi, kullanılması suç olarak kabul edilmiş ve 15 bin Türk lirası para ve 5 yıla kadar da hapis cezası öngörülmüştür.

• Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanlarının Korunması Yasa Önerisi
Meclise sunulan söz konusu yasa önerisi ile, haberleşmenin gizliliğinin ihlali yerinde bir düzenleme ile suç olarak düzenlenmiş, ayrıca haberleşmenin içeriğinin basın yoluyla ya da sosyal medya aracılığıyla işlenmiş olmasının da ağırlaştırıcı unsur olarak düzenlenilmesi öngörülmüştür.
Ayrıca, yine bu öneriyle görüntü ve ses kaydı alınması ve bunların basın ya da sosyal medya aracılığıyla yayılması da suç olarak öngörülmüştür. Ancak burada, hiçbir kimse ile ilgili olarak ses ve görüntü kaydının alınıp alınamayacağı sorusu akıllara gelmektedir. Kamuoyunun gündemini çok meşgul eden (moda tabirle kamuya mal olmuş) bir kişinin kamuya açık alandaki görüntüsü acaba bu kapsam içerisinde sayılacak mıdır? Bu gerek yasa önersinin çalışmaları sırasında gerekse de mahkeme kararları çerçevesinde şekillenmesi gereken önemli konulardan bir tanesidir.
Söz konusu öneri yine, kişisel verilerin rıza dışı kaydedilmesini ve bunların yayımlanmasını yasaklamaktadır. Ancak yine söz konusu öneri 2007 yılında kabul edilmiş olup halen yürürlükte olan ve biraz önce de değinilen Kişisel Verilerin Korunması Yasası ile farklı hükümler içermektedir. Bu konunun bir kafa karışıklığına yer vermemesi adına, yapılmak istenen düzenlemenin yürürlükte olan yasada değişiklik biçiminde yapılması daha yerinde olurdu kanaatindeyim.

• Cevap ve Düzeltme Hakkı
Cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla ilgili kişi ve kuruluşlara, aynı araçlardan yararlanarak düşüncelerini açıklama, kendilerini savunma, yanlış beyanları düzeltme imkanı tanıyan bir haktır.
Basın Yasası’nın 24. maddesi de cevap hakkına yer vermeyip düzeltme hakkını düzenlenmiştir. Buna göre, ilgili kişi düzeltme yazısını gönderdikten sonra yayın kuruluşu bunu en geç ikinci baskıda yayımlamak zorundadır. Aksi bir durumun para ve/veya hapis cezası ile cezalandırılacağı hükme bağlanmıştır. 
Görsel-işitsel iletişim alanını düzenleyen Kamu ve Özel Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Yasasının 35. maddesi de, görsel işitsel alanda yapılan yayınlardan ötürü cevap ve düzeltme hakkını tanımıştır.
 

• Medya Etik Kurulu
Bir anlamda tamamen gönüllük esası üzerine, birçok sivil topum kuruluşu ile basın yayın organının rızası ve imzaladıkları deklarasyonla hayata geçen medya etik kurulu bu alanda önemli bir eksikliği kapatmıştır. Zaten, bu ve bunun gibi kuruluşların devlet yapısından bağımsız bir şekilde kurulmaları basın özgürlüğü açısından son derece önemlidir. Ancak burada önemli olan bir başka nokta basın yayın kuruluşlarının da söz konusu kurulun almış olduğu kararlara itibar duymaları ve kurulun “motivasyonunu” bozmamasıdır. Ancak ne yazık ki, kurul çok yeni olmasına rağmen kurulu tanımadığını ve kurulun taraflı kararlara imza attığını söyleyenlerin sayısı hiç de az değildir. 

--------------------------

Notlar ve Kaynaklar
1. 20 Aralık 2013 tarihinde Prof.Dr. Esin Konanç anısına  gerçekleştirilen “ Mediya Etiği ve Kişilik Hakları” konulu sempozyumda sunulan aynı başlıklı bildiriden derlenerek ve kısaltılarak hazırlanmıştır.
2. Gürsel, ÖNGÖREN, Televizyon ve Radyoda Kişilik Haklarına Saldırılara Karşı Hukuki Başvuru Yolları, Der Yayınları, İstanbul, 1996, s. 17; Erhan, GÜNAY, Yayın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı ve Basında Sorumluluk, Seçkin, Ankara, 1999, s. 22-23.
3. Jonathan, COPER, “Özel ve Ailevi Yaşama Saygı”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İdari Yargı, Türkiye Barolar Birliği Sempozyumu, Yayın no:97, Ankara, 2003, s. 118.

Dergiler Haberleri