Demokrasiyi özümsememiş toplumlarda özgür medyadan, eleştiriden hoşlanmayan yöneticilerin başvurdukları en bilinen klasik yöntemlerden birisi, gazetecilere akreditasyon uygulamaktır. Türkiye’de akreditasyon uygulaması maalesef hep muhalif medyanın aleyhine işlemiştir. Uzunca bir süre, Genelkurmay Başkanlığı, muhalif medyaya mensup gazetecileri akredite etmemiş, düzenlediği basın toplantılarına, basın gezilerine muhalif medyanın mensubu gazetecilerin katılmasına engel olmuştur. Özellikle 28 Şubat sürecinde islamcı ya da muhafazakâr kimlikleriyle bilinen Zaman, Bugün, Vakit, Yeni Şafak gibi gazeteler ile Samanyolu, Kanal 7 gibi televizyonlar akreditasyon yasağı altındaydılar. Kürt medyası ile sosyalist medya zaten hep yasaklıydı.
AK Parti de akreditasyon uygulamasını medyaya ayar vermenin bir aracı olarak gördü ve görmeye de devam ediyor. İlk yasak haberi 2008’de gündeme gelmişti, yanlış hatırlamıyorsam. TC Başbakanlığı, Hürriyet, Milliyet, Akşam ve Evrensel gazeteleriyle Star TV’nin Başbakanı izleyen muhabirlerine akreditasyon yasağı getirmişti. Başbakan Erdoğan, yasağın nedenini soran bir muhabire, “Arkadaşlar, muhabirler yalan yanlış haber yapıyorsa akreditasyonları iptal edilebilir. O medya organı veya grubu bir başkasını göndersin. Yalan yanlış haber yapanlarla biz yola devam etmeyiz. Bizim ölçümüz o. Yalan yanlış haber yapmayacak" demişti.
İkinci önemli yasaklama, 2012’de yapılan AK Parti Kongresi sırasında yaşandı. Kongreyi izlemek için başvuran Cumhuriyet, Evrensel, Aydınlık, Sözcü, Birgün ve Yeniçağ muhabirlerine akreditasyon verilmemişti. Bir basın açıklamasıyla tepki gösteren Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de, “İktidar, yayın politikasından hoşlanmadığı gazetelerin çalışanlarının mesleklerini yapmalarını engellemektedir. Halkın bilgilenme hakkını da yok saymaktadır. TGC olarak bu yanlıştan artık dönülmesini bekliyoruz” demişti. Türkiye Başbakanı Erdoğan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Mecbur muyuz? Her gün hakaret edeceksin, biz buna rağmen davet edeceğiz. Neymiş, medyaya engel konulmazmış. Yine salonda bize hakaret edenler yok muydu? Biz bunlardan bazılarını almadık içeri. O medya bize saygısızlık ettiği zaman ona haddini bildirmek de bizim cevabımızdır.“
Son yasaklama ise, biraz tuhaf görünse de, Demokratikleşme Paketi’nin açıklandığı basın toplantısında yaşandı. Daha fazla demokrasi vaat eden paketin açıklandığı toplantıya, Evrensel, Birgün, Özgür Gündem, Aydınlık, Sözcü, Sol ve Yeniçağ gazeteleri ile Halk TV, Hayat TV ve İMC TV’nin muhabirleri çağrılmadı. Gerekçe olarak da “yer darlığı” gösterildi. Ama zaten katılanlara da soru sorma imkânı tanınmamış, gazetecilere “konu mankeni” muamelesi yapılmıştı.
Yenidüzen’e ve Kanal Sim’e ayrımcılık
Bu türden, basın özgürlüğünü kısıtlayan uygulamalar sadece Türkiye’de olmuyor. Geçen Çarşamba günü (9 Ekim), UBP Genel Başkanı Hüseyin Özgürgün, Kıbrıs Türk medyasının “üst düzey yöneticileri”nin davetli olduğu bir basın toplantısı düzenledi. Yenidüzen Genel Müdürü ve Yazı İşleri Müdürü Cenk Mutluyakalı ile Kanal Sim Genel Yayın Yönetmeni Sami Özuslu’nun yazdıklarından anladığım kadarıyla, bu toplantıya ne
Yenidüzen ne de Kanal Sim davet edilmişti.
Basın toplantısına kimlerin davet edildiği ve kimlerin katıldığı bilgisine ulaşmam mümkün olmadı. Merit Lefkoşa’nın facebook sayfasındaki fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla geniş bir katılım olmuş. Ertesi günü gazeteler bu toplantıyı TAK haberini kullanarak duyurdu. Aynı haber Yenidüzen’de de yayımlandı. Yenidüzen, toplantıya davet edilmediği halde habere neredeyse iki tam sayfa ayırmıştı. Habere hiç yer vermeseler de eleştiri hakkımız olmayacaktı bu durumda.
Okur temsilcisi olarak bir yıldan fazla bir süredir, Yenidüzen’de yapılan haberler üzerinden değerlendirmeler yapıyor ve gerektiğinde gazeteyi ve muhabirleri eleştiriyorum. Daha kısa bir süre önce (30 Eylül), bizzat Hüseyin Özgürgün’ün konu edildiği bir haberden dolayı gazeteyi eleştirmiştim. Ancak, UBP’nin Yenidüzen’e ve Kanal Sim’e yönelik bu dışlayıcı uygulamasını görmezlikten gelemeyiz. Çünkü basın özgürlüğünün olmazsa olmazlarından birisi, bu özgürlüğü halk adına kullanan medya kuruluşlarının habere erişim haklarının güvence altında olmasıdır. Demokratik ülkelerde siyasetçiler gazetecilere tahammüllü olmalı, sevmedikleri medya kuruluşlarını dışlamaktan uzak durmalıdır.
İzleyebildiğim kadarıyla bu ayrımcı uygulamaya gazeteciler Özcan Özcanhan, Ali Tekman ve Levent Özadam’dan tepki geldi. Özadam, “Bal gibi ambargo” başlıklı köşe yazısında (10 Ekim), Özgürgün için şu ifadeleri kullanıyordu: “… kalkıyor, sırf kendini eleştirdiler diye bir takım basın organlarına aklınca ambargo uyguluyor… Kimbilir belki de orada yüzleşmekten korktuğu için… Oysa, bilakis kendini eleştiren basın mensuplarını yanına oturtsa ve onların yayınlarına cevap verse herkesin gönlünü kazanacak…” Levent Özadam, yazısında “Medya Etik Kurulu bu işe ne diyecek?” diye de sormuş. Başkanlığını üstlendiğim Medya Etik Kurulu, gazetecilerin haber alma özgürlüğünü zedeleyen her türlü müdahalenin karşısında olacaktır, olmak da zorundadır.
Özgürgün’den açıklama: Kasıt yok
Gelen tepkiler üzerine Kıbrıs Postası’na bir açıklama yapan Hüseyin Özgürgün, konunun bilgisine sonradan geldiğini, Yenidüzen ve Kanal Sim’in yöneticilerinin davet edilmemesinin yanlış olduğunu, “yaşanan olayda bir kasıt aranmaması gerektiğini” söylemiş. Özgürgün, ayrıca, Aysu Basri’nin Genç TV’deki programında da “davetlerde bir karışıklık olmuşsa özür dileriz” demiş Cenk Mutluyakalı’nın yazdığına göre. UBP Genel Başkanı Hüseyin Özgürgün’ün en azından yaşanan hadiseyi hata olarak nitelemesinin ve bundan sonraki toplantılarda daha titiz davranacaklarını söylemesinin iyi niyetli bir düzeltme olduğunun altını çizelim. Medya, sahip olduğu özgürlüğü toplum adına kullanan bir güçtür, dost ya da düşman olarak görülmemelidir.
Yakın geçmişten bir medya ambargosu
Kuzey Kıbrıs’ta yakın geçmişte medyaya yönelik en ciddi ambargo olayı 2007 yılında yaşandı. Kısaca aktarayım. 1 Nisan 2007 tarihinde BRT, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü sahibi “Duvarımız” isimli belgeseli yayımlama gafletine (!) düştü. Niyazi Kızılyürek ile Panikos Hrisantos’un birlikte hazırladığı belgesel 1993’te yapılmıştı aslında. Alman ZDF kanalında, Fransız ARTE kanalında gösterilmiş, film festivallerinde izleyiciyle buluşmuştu. BRT’de ancak 2007 yılında yayımlanabildi, yayımlandığında da kıyamet koptu. BRT Müdürü’nün istifası istendi ve sonunda da Müdürlükten ayrılmak zorunda kaldı. İşte bu çalkantılı günlerde Gazimağusa’da Haziran 2007’de bir askeri tatbikat gerçekleştirildi. BRT’nin bu tatbikatı izlemesine izin verilmedi. Ancak, ambargolu olan sadece BRT değildi. Kıbrıs, Yenidüzen, Afrika, Kıbrıslı ve Star Kıbrıs gazeteleriyle Kıbrıs TV ve Genç TV de akreditasyon alamamıştı. Bu, Genelkurmay’ın geçmişte Türkiye medyasına uyguladığı yasaklardan farksızdı. Tek farkı, yasağın KKTC’de, Kıbrıs Türk medyasına yönelik olmasıydı.