Mehmet Aziz “kayıp” edildiğinde altı çocuğunun göbek bağcıkları cüzdanındaydı…1

Sevgül Uludağ

 Ambeligulu Mehmet Aziz 1964’te “kayıp” edildiğinde 11 yaşlarında olan kızı Necla Beysoydan, yedi çocukla hayatta kalmaya çalışan annesi Samiye Hanım’ın verdiği çetin mücadeleyi, yaşadıkları acıları anlatıyor… 

 

Mehmet Aziz, 1964 yılının Ocak ayında, Mustafa Salih Paşa’yla birlikte “kayıp” edildiği zaman, Necla Beysoydan henüz 11 yaşında, altı kardeşten biriydi… Sevgili anneciği Samiye Hanım, yedinci çocuğuna yedi aylık hamileydi…

Eşi “kayıp” edildikten sonra yedi çocukla birlikte hayatta kalmaya çalışan Samiye Hanım, “kayıp” kocasının akibetini araştırmak için inanılmaz bir gözüpeklikle, inanılmaz bir cesaretle adımlar attı – Ambeligu’da altı çocuğunu evde bırakarak yedi aylık hamile haliyle Ksero’ya, Kıbrıslırum tanıdıklarına eşinin bulunması için yardım istemeye gitti… Yedi aylık hali ve altı çocuğuyla, eşeciklerin üstünde Ambeligu’dan Lefke’ye doğum yapmaya gitti, Hüseyin Tremeşeli adlı iyi kalpli bir tanıdıklarının çok değerli yardımlarıyla…

Lefke’de doğum yaptıktan sonra orada kalmadı – Kızılhaç’a ait bir araçla, ölüler ve yaralılarla birlikte Lefkoşa’ya gitti…

Lefkoşa’da en büyük kızları Necla ve Melahat’a, diğer beş kardeşçiklerini bırakarak, “kayıp” eşinin izini sürmek üzere evden çıktı, hep aradı eşini, hep aradı, sordu, soruşturdu…

Lefkoşa’da bütün kapılar sımsıkı kapalı olduğu halde, bir yolunu bulup evlatçıklarını da yanına alarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı Yorgacis’in kapısına dayandı. Onu Yorgacis’le görüştürmek istemediler, ısrar etti, avluda bekledi… Evlatlarının birinin eline bir taş vererek, “Git o arabaya taş at!” dedi… Yorgacis’in arabasıydı bu… İstedi ki bir olay çıksın ve Yorgacis’in dikkatini çeksin, onunla konuşabilsin, kocasının akibetini sorabilsin…

Öyle de oldu, sonuçta Yorgacis, “Bırakın geçsin” dedi ve yanında evlatçıklarıyla Yorgacis’ten eşini bulmasını talep etti…

“Eğer sağsa” dedi Yorgacis, “onu bulacağım, sana haber vereceğim…”

Lefkoşa’nın Türk kesimine dönünce kıyametler koptu elbette:

“Nasıl geçtin? Nerden geçtin?”

“Ben kocamı aramaya gittim” dedi onlara…

Bir daha onu geçirtmediler, gidip Rum tarafında soruşturma yapmasının önünü kestiler…

Olağanüstü bir yoksulluk içerisinde, sosyal yardımlarla hayatta kalmaya çalışan Samiye Hanım, bir süre göçmenlerle birlikte Atatürk İlkokulu’nda kaldı… Necla Hanım o günlerde, çöpten karpuz kabuklarını toplayıp yediklerini hatırlıyor, açlıktan… Durum bu kadar vahim olsa da, Samiye Hanım direndi, umutsuzluğa kapılmadı, eşinin yolunu gözledi…

“Babanız gelecek… Gelecek babanız… Geldi gelecek” dedi durdu…

Eşi Mehmet Aziz, kahverengi bir takım diktirmişti, Samiye Hanım içinden giysin diye kahverengi yünden ona bir fanella işledi, “kayıp” eşinin hiçbir zaman giyemeyeceği kahverengi bir fanella…

Lefkoşa’da Poliklinik binası yeni yapılmıştı, ona yan yana iki odacık verdiler, içinde kalsın diye, yedi çocuğuyla birlikte…

Lefkoşa’da bu iki odacıkta yaşarken, bir gün dışarıda otururken aniden kocasının sürdüğü kamyon, tam karşıdaki karargaha gelip durdu!

İçinden mücahitler indi…

Samiye Hanım çıldırdı! Koşup kamyona bindi, dümeni kucakladı, saçını başını yolmaya başladı!

Evlatçıkları koşup kamyonu kucakladılar, babalarının sürdüğü kamyondu bu…

Rum ustasının kamyonuyla Ksero’dan Mağusa’ya kereste taşıyordu Mehmet Aziz ve Ksero’dan Lefkoşa’ya geldiğinde dışarıya çıkamamış, Mağusa’ya gidememişti… Kamyon, kütükler, kendisi, Lefkoşa’da kısılı kalmıştı…

Bu kamyonun burada ne işi vardı?

Mücahitler, “İn abla aşağı” diyorlardı, Samiye Hanım inmiyordu kamyondan…

“Kamyonu sizde madem, kocam nerede?”

Böyle diyordu mücahitlere…

Onu yatıştırmak mümkün değildi…

En nihayet o karargahın komutanı Celal Bey’i getirdiler…

Sordu, soruşturdu, “Kamyonu Boğaz’da mücahitler kullanıyormuş” dedi…

Samiye Hanım’a, bir iki ay maaş verdiler, sonra bu parayı kestiler.

Samiye Hanım hesap sormaya gitti:

“Parayı neden kestiniz?” diye sordu.

“Kan parası ödendi… O kan parasıydı” dediler…

Aradan yıllar geçtikten sonra ancak ona “kayıp” kocası nedeniyle ufak bir maaş bağlayacaklardı… Yıllar sonra…

Yedi evladını bağrına taş basarak, dişiyle tırnağıyla mücadele ederek besledi, büyüttü, yetiştirdi, evlendirdi…

“Kocam bulunursa, yanıma gömün ha kendini” diye vasiyet etti evlatçıklarına…

Ve bu dünyadan göçtü gitti, “kayıp” kocasının geri dönüşünü bekleye bekleye, onun adını sayıklaya sayıklaya…

Zamanında sosyal yardım görevlileri onu tekrardan evlendirmeye çalışmışlar, o bunu kesinlikle reddetmişti…

O, “kayıp” kocasının dönüşünü bekleyecekti…

Bekledi de…

Bekleye bekleye göçüp gitti aramızdan…

Bekleme sırasını evlatlarına devretti…

Bu nasıl korkunç bir düzendir ki, “kayıplar”, aradan 55 yıl geçtiği halde “bulunamıyor”…

Bu nasıl korkunç bir sistemdir ki bu işler incir ipi gibi uzatıla uzatıla aradan yarım asrı aşkın bir süre geçiyor ve kimsecikler bir şey bilmiyor, duymuyor, konuşmuyor!

Bu nasıl korkunç bir merhametsizliktir ki, “kayıplar”ın acılarından kendine “kar” çıkaranlar, bu acıları kullananlar senelerce insanları bekletip, bildiklerini de hasır altı ediyor ve hiç kimsecikler, hiçbir konuda, hiçbir hesap vermeksizin yaşayıp gidiyor, sanki hiçbir şey olmamış gibi…

Necla Beysoydan’la bunları konuştuk…

Babasını Kıbrıslırumlar da “kaybetmiş” olabilir, Kıbrıslıtürkler de…

Soru işaretleri olduğu gibi ortada duruyor…

Necla hanımın kafasındaki soru işaretlerinden biri de “Acaba babam Rum ustasının kamyonunu vermemek için diretti da mı öldürüldü?” şeklinde... Söylentiler, Mehmet Aziz ile Mustafa Salih Paşa’nın Chevrolet marka bir arabayla Lefkoşa’nın çıkışında bazı Kıbrıslırumlar tarafından öldürülüp “kayıp” edildikleri şeklinde... Mustafa Salih Paşa’yla ilgili oğlunun anlattıklarını daha önce bu sayfalarda yayınlamıştık...

Necla Beysoydan yaşadıklarını anlattı, bizi şoke etti – birlikte ağladık…

Oturup röportaj bandını çözebilmem için aradan zaman geçmesi gerekti – çünkü şoktaydım ve bunları bizzat ben yaşamamış olduğum halde, sadece bunları işitmek bile derinden sarsmıştı beni…

Bu röportajın üstünden tam yedi ay geçtikten sonra, bandı çözme cesaretimi toplayabildim ve bir solukta oturup çözdüm ses bandını…

Mehmet Aziz eşini, evlatçıklarını çok severdi… “Kayıp” edildiğinde cüzdanında altı çocuğunun altısının da göbek bağları, bir pamucuğun içerisinde durmaktaydı… Yedinci çocuğu dünyaya gelemeden “kayıp” edilmişti, cüzdanında evlatlarının göbek bağlarını taşıyarak…

Ambeligulu Mehmet Aziz 1964’te “kayıp” edildiğinde 11 yaşlarında olan kızı Necla Beysoydan, yedi çocukla hayatta kalmaya çalışan annesi Samiye Hanım’ın verdiği çetin mücadeleyi, yaşadıkları acıları anlatıyor…

Necla Beysoydan’la röportajımız şöyle:

SORU: Necla Hanım, Ambeligulusunuz…
NECLA BEYSOYDAN:
Evet, ben Necla Mehmet… Ambeligulu’yum, babamın ismi Mehmet… şimdiki soyadım Cevdet Beysoydan… Mehmet Aziz’in kızıyım Ambeligu’dan…

SORU: Kaç yaşındasınız?
NECLA BEYSOYDAN
: 66 yaşındayım.

SORU: Ambeligu, karma bir köydü…
NECLA BEYSOYDAN:
Evet…

SORU: Hatta orada bir “kayıp” vardı ve onu buldum ben, gömü yerini, okurlarımın yardımıyla… Koçços…
NECLA BEYSOYDAN:
Esas annem, Dipbaflı’dır. Babam Bağlıköylü’dür (Ambeligu). Annemin adı Samiye… Babamın da Mehmet Aziz…
Annem gelin gitti köye…

SORU: Nerden nere taa Baf’tan Ambeligu’ya?
NECLA BEYSOYDAN:
Esasında babam başka biri için görücü gittilerdi Baf’a, beğenmediydi onu! Çok şişmanmıştı… Annem da birayak oynarmıştı yolda, görmüş annemi. Demiş “Bak bu kıççaççık ne güzeldir!”
Demişler kendine, “Tamam, konuşalım…”
Annem işte… Kısmet idi, oldu… Bir müddet Baf’ta oturdulardı. Ondan sonra babamın işi Lefke tarafındaydı, Bağlıköy’de, Kambos  (Gambo) tarafında işlerdi. Şöför idi… Kamyon şöförüydü, odun taşırdı, kütükler taşırdı.

SORU: Birinin yanında çalışırdı, yoksa?
NECLA BEYSOYDAN:
Yok. Rum’un yanında çalışırdı.

SORU: Hatırlarsınız adını?
NECLA BEYSOYDAN:
Hatırlarım ya… Loizi… Sodiris Loizi’nin yanında çalışırdı.

SORU: Ne yaparlardı tam?
NECLA BEYSOYDAN:
Orada işte kütükleri keserlerdi, yüklerlerdi kamyona, babam götürürdü Mağusa’ya, limana… Bilmem nereye götürürdü…

SORU: Kasa falan yaparlardı acaba?
NECLA BEYSOYDAN:
Her şeyi yaparlardı çünkü fabrikaları vardı.

SORU: Yani narenciye kasası falan da…
NECLA BEYSOYDAN:
E bilmem onu ama esas taşıdığı kereste, Ksero’da kereste makinesiydi… Orada çalışırdı babam.

 

DEVAM EDECEK