Ölümlerden anladığım artık şu oluyor; ne kadar anı biriktirmişsen o kadar acır yüreğin.
Mehmet İslâmoğlu arkadaşımın vefat haberini de alınca işte böyle burkuludu, acıdı yüreğim. Çünkü onunla o kadar çok anımız var ki...
Ta çocukluktan, Limasol’daki İlkokul yıllarımızdan başlayan beraberliğimiz, Girne’ye göç ettikten sonra müzikle de buluşturdu bizi. Ortaokulun birinci yılından itibaren arkadaşlığımızın, kardeşliğimizin merkezine müzik de girmişti. Müthiş bir yetenekti. Santana’nın şarkılarını inanılmaz bir şekilde deyimi yerindeyse “plak gibi” çalıyordu. Sadece Santana mı? Dire Straits, Pink Floyd ve niceleri. Bir kez bir parçayı dinlemesi yeterliydi. Attığı solo, kayıttaki solonun aynısı olurdu.
Ben ortaokul birinci sınıftan itibaren ilk kez Ali Selenge hocamızın orkestrasında davul çalmaya başladığımda Mehmet’le de yol aldık bu dünyaya. Ortaokul öğrencileri olarak ben, Mehmet, Niyazi Nasıfoğlu, İbrahim Belevi hocamızla birlikte Dome Hotel orkestrası olarak nice yıllar geçirdik. Anafartalar Lisesi orkestrası olarak da birçok konserler vermiş, yarışmalara katılmıştık.
Ardından gelen ilk grup isimlerimizden “Blue Bombers”, sonrasında Girne Gelişim. Bir dönem de değerli müzisyen Tezer Esenyel abimizin kurduğu “Cosmic Dance” grubunda nice konserler verdik birlikte. Ya o Mare Monte Beach Party’leri... o kadar güzeldi ki o günler.
Okulda da neredeyse sher yıl ınıf birincisi gelecek kadar da çalışkan ve disiplinliydi. Sonrasında üniversite yıllarına başlaması, hatırladığım kadarıyla Gazi Eğitim Müzik Bölümü’ne girmişti. Gitarcılığı yanında kabiliyetini viyolensel’de de göstermeye başlamıştı diyordu hocaları. Ama hayat kimimize şans ve mutluluk getirirken, kimisine şansızlık, mutsuzluk getirmektedir.
Kalbinin güzelliği ve duygusallığı, zaman zaman psikolojisini etkilemeye de başlamıştı. Ama yine de her yan yana geldiğimizde kahkahalarla güldüğümüz çok olmuştur. Belki de esprilerle gülüşü bir kaçıştı yüreğindeki sıkıntılardan. Kimse bilemezdi bunu. Ve hayat acımasızlığını dayatmaya başlamıştı kendisine.
En yakın arkadaşlarındandık ama hayat hepimizi de dağıtıyor, bir birimizden uzak düşürüyordu. Çok kez eskiden apartmandaki daireme gelir dertleşirdik, kahvemizi içer, eskilerden bahseder ve eski komik olayları anlatır katıla katıla gülerdik.
Babasını kaybetti önce. Ardından ablasını genç yaşta toprağa verdi. Annesi (nur içinde yatsın) Zekiye ablamız son gününe kadar yanındaydı. Peşinden yürüyerek oğlunun bazı mekanlarda gitar çalmasına yardımcı oldu. Oturdu bekledi program sonrası da birlikte evlerine döndüler.
Mehmet psikolojik olarak iyi olmadığı zamanlarda Zekiye abla beni telefonla arar, “Mehmet iyi değil biraz konuşabilir misin kendisiyle Eralp” der telefonu Mehmet’e verirdi. Eski hatıralaramızdan açardım konuyu her zaman olduğu gibi, o da anlatmak istediği ne varsa anlatırdı. Ben hep dinlerdim. Sonra Zekiye abla da tek başına verdiği böylesi bir mücadeleye yenik düştü. Onu da hakkın rahmetine yolcu ettik.
Ve Mehmet’in yalnız başına kaldığı bu dünyada, Devlet sahip çıkarak Kalkanlı’daki sosyal tesise yerleştirdi onu. Kendisini orada bir kez bile gidip ziyaret edememek içimde hep bir acı. En son üç-dört ay önce konuşmuştum kendisiyle. Kalkanlı tesisinde Bakanlık bir yenileme yapmış oranın açılışı için Bakan Gardiyanoğlu telefonla beni arayıp Mehmet’i telefona vermişti. Açılışta ben, Mehmet ve Osman Cankoy’la birlikte bu açılış için birkaç şarkı çalalım diye düşünülmüştü. Bakanımızdan haber bekleyerek telefonu kapatmıştım. Maalesef bu proje gerçekleşemedi. Bu bizim son sahnemiz olacaktı halbuki. Kim bilebilirdi ki...
Ve onun da acı haberi geldi geçtiğimiz Pazartesi günü. Müzik camiası, Limasollular Girneliler onu “Mehmet Kedi” olarak kaydetmişlerdi belleklerine. Ve ben de onu hep “bizim Mehmet Kedi” diyerek yüreğime gömüyorum. Huzur içinde uyu kardeşim...