Mektup 24

Eralp Adanır

 

 

Kendime söz vermiştim artık sana cevap yazmayacağım diye.
Dayanamadım...
Masamın üstünde nice mektupların birikmişti, renklerini git gide solgunluğa havale ederk.
Hiçbirini bugüne kadar açıp okumadım,istemedim.
Ama hep orada durdular, her odaya girişimde gözüme takılarak açılmaları için dürtseler de beni, kendime hakim oldum.
Bu girdapta artık dönmek istemiyordum.
Ama olmadı.
Son gelen mektubunu açıp okudum.
Sonra bir önce geleni, sonra onun öncesini, öncesi, önce, ön... kendime bir eşlikçi de buldum: “il Divo”.
Ruhuma hitap eden bir grup. Seslerindeki tonlar, yükselişler ve düşüşler sanki beni, seni anlatıyor gibidir.

“yazmak beni ya yaşatır ya öldürür...” demiştin son mektubunun bir yerinde.
Ve devamını şöyle getirmiştin:
“...ya öyle ya böyledir hayat işte.
Tıpkı yazılarım gibi; yaşamak için yazılanlar, ölmek için geride bırakılacak bir anı.
Her ikisinde de sözlerin yerini alıyor yazılar.
İnsan: ne kadar ‘buraya kadar!’ demiş olsa da yaşam süreci içerisinde, bir türlü kurtulamıyor devinimlerden, derinliklerden, denilenlerden, yüreğini delenlerden, denemelerden, dertten, ‘de’ ve ‘da’ eklerinden.
Yeniden başlayım demekle olmuyor hayat.
Ya sensin kendi düşmanın ya çevren, ya da her ikisi de.
İşte yine kaçamadım “da” ekini kullankatan.
Sanki hayata yapışan yapışkan birşey gibi şu ‘de-da’lar...”

Sen hep çırpınıyorsun birşeyler için.
Tutunmak...
‘hayata’ desem, bazan öyle şeyler yazıyorsun ki pek de yaşamı sevmediğini anlarım.
Demek ki yaşamaktan ötedir tutunmak istediklerin.
Düşündükçe, seni okudukça anlıyorum ki merkezinde belki çok basit bir sözcük gibi görünse ve süzülse de dudaklarımızdan, pek fazla yaşayamadıklarımızdandır: “mutluluk”...
Evet seni kemiren; bir türlü tam manasıyla yakalayamadığın, ya da geçmişte belki yakalamışsındır da şimdilerde unuttuğun o sihirli dünyayı bulamamaktır seni darmadağın eden.
“mutluluk”... herkes anlık mutluluklar yaşar kuşkusuz.
Belki bazılarımız daha bir şanslıdır; uzun süreli yaşamıştır-yaşamaktadır.
Ama senin gibiler “anlık mutluluklar” yerine “anlık mutsuzluklar” yaşamak isteyenlerdir. Biliyorum... zaten sen de satıraralarında bu mesajı veriyorsun:

“...az ile yetinmelidir insanoğlu deriz birbirimize de, hep çoğu ararız nedense.
Daha fazla mutluluk, daha fazla aşk, daha fazla huzur, (kimisine göre) daha fazla lüks ve daha fazla para.
Uzayıp gider ‘daha fazlalar’.
Sonra bir bakıyorsun sadece elinde kalabilecek olan ve tüm bunların üzerinde olabilecek tek bir istençtir hedef; ‘huzur-mutluluk’.
İnsan ölürken bile böyle ölmeyi yeğler; huzur içerisinde.
Böyle ölmüş ya da ölmemiş olsa da yine ardından ‘huzur içinde uyu’ demekten kendimizi alamayız.
Demek ki gözümüzü yummazdan önceki saniyelerin tek bir beklentisi var; ‘huzur içinde uyumak’...”

Biliyrorum, birşeyleri sürekli düzeltmeye, yenilemeye yeniden başlamaya çalışıyorsun.
Beki yapıyorsun da.
Sonra birşey oluyor, yeniden karanlıklara, derinliklere sürükleniyorsun.
Sanki başardığın-yakaladığın huzuru devam ettirmene engel olmak isteyen bir güç var.
Ama inadın inat gördüğüm kadarıyla.
Düşüyorsun, kalkıyorsun, mutlu olabilmek ve bu mutluluğu etrafındakilere de yansıtabilmek için yeni birşeylere girişiyorsun yine.
Yaşam bu olsa gerek.