“kimisi akan bir suyun şırıltısından şikayet ederken baş ağrısı yaptığı gerekçesiyle, kimisi de ruhunu dinledirdiğini söyler.
Böylesi ikilemlidir insan ruhu işte.
Kimisine göre huzur kimisine göre rahatsız edici olur su sesi...”
...diye başlamıştın mektubuna.
Sanki ilk önce su-insan ilişkisini işleyecekmişsin gibi bir duygu uyandırmıştın bende.
Hani her yazının başından itibaren sonunu tahmin etmek zor ya benim için, yine yazının sonlarını merakla beklemeye koyuldum.
“kimisini acı besler, yazdıklarına kelimeleri oluşturur, kimisini mutluluk yazdırır.
Mutluluğu yazmak zor gelmiştir bana.
Sanki mutluluğu betimleyecek şeyler, mutsuzluğu betimleyeceklerden daha az gibi.
Acı dedim mi; bir yığın şey geliyor aklıma.
İnsanoğlunu acıyla sözlemişler gibi... bir başarıya imza atıyorsun örneğin, bu bir mutluluk, ama etrafında paylaşmak istediğin en yakınlarına baktığında, artık yaşamadıklarını fark ediyor, mutluluğun acıya dönüşüyor.
Hani bir çocuğun yaptığı bir resmi, aldığı başarıların karnesindeki mutluğu paylaşmak istediği ama paylaşamadığı insanların yokluğuyla karşılaşması gibi...”
Anlaşılan bugünkü konumuz; paylaşılmazlıklardan doğan mutsuzkuklar olsa gerek.
Ama söylediğin bir şey çok doğru: sana mutsuzluk yarıyor, çünkü yazmanı tetikliyor...
“Akvaryumun su şırıltısı kulağımda.
Bu sesin huzur verenlerindenim ben.
Sanki çınlayan her damla, yüreğimin derinliklerine akan bir huzur gibi.
Düşündüm de; yüzyıllardan beri konakların iç avlularında, şatolarda ya da evlerin bahçelerinde de küçük fıskıyeli havuzlar vardı.
Eskiden beri insanoğlu ruhunun derinliklerine inebilmek için hep araçılar aramıştır; su, ney, mistik sesler gibi.
Ruhumuz kirlendikçe daha bir aradık huzuru ve daha bir yalnızlaşmaya başladık.
Çevremiz; mutsuzluğumuzun kaynağı oldu artık.
Ve sosyalleşmeden uzak bir yaşama doğru adım atıyoruz, ‘sosyal paylaşım’ diyerek kendimizi kandırdıkça.”
Aslında yalnızlaşan insanın bir dışavurumu olmakta sanki sosyal paylaşım siteleri.
Sadece yalnızlaşanların mı?
Söylemek isteyip de söyleyemediklerin, göstermek isteyip de gösteremediklerinin bir yeri oluverdi.
Ve sırasında bir başkaldırının kıvılcım yeri olurken, diğer tarafta herkesin içinin dışına döküldüğü, neredeyse saklının kalmadığı bir “paylaşımcı” akım olmuştur.
Halbuki “saklamak”, ayaklı tüm canlıların varoluşunun gereklerinden biridir.