Uykusuz bir geceydi.
Gözlerim şiş, elimde kahvem, cam kenarı koltuğuma geçtim.
Tan ağarıyor, insanlar karıncalar gibi yuvalarında çıkmış, günün kendileri için ne sürprizler hazırladığından bir haber, kalıplaşmış bir şekilde yapması gerekenlerin peşinde yol almaya başlamışlar bile.
Uykusuz geçecek akşamın bilinçsizliğinde, okumaya başladığım kitap küçük masamda duruyordu.
Ayracın olduğu yeri açtım, kahvemden bir yudum aldım ve gözüme takılan ilk cümnle şu oldu: “Gecenin ağırlığı; yanıtı olmayan soruların ağırlığıdır. Geceler; hastalara, huzursuzlara aittir ve onun zorbalığından kurtulmanın yolu yoktur.”
,
Yarım ağız bir gülümseme yapıştı dudaklarıma. Böylesi bir rastlantı pes dedirtiyor insana. Gözlerimi kitaptan ayırıp caddeye baktım yine. Bir yudum kahve ve insanların koşuşturmaları. Kapıda yer alan mektup aralığının açılıp kapandığını duydum. Hani herkes apartmanda kapıcının ekmek getirmesini bekler ya (hoş bizim buralarda daha bu gelenek oluşmadı), mektup aralığının açılıp kapanırken çıkardığı metal ses, ekmek gibi geliyor bana.
Hemen yere düşen mektubu aldım, koltuğuma doğru yürürken, sanki bir not bulacakmışım gibi mektubun arkasına önüne gözattım. Neydi ki beklediğim. Topu topu bir pul diyeceğim ama artık o da mekanik oldu. Ruhsuz bir kaşeye havale ettik güzelim tarih-bilgi kokan pulları. Açıp okumadan önce yüzümü yıkayıp kendime gelmek istedim. Lavabodan dönerken bir parça çörek kopararak midemin başlayan ağrısını durdurmayı denedim. Çöreğin üzerindeki “karaçoçço”lar iyi gelirmiş mide ağrısına. Artık hazırım...
“Yalnızlık derindir.
Derin olduğu kadar soğuk, soğuk olduğu kadar karanlıktır da.
Ama herkesin içinde olan, gizlemeye çalıştığı, ya da yokmuş gibi davrandığı yalnızlığı aslında kendisi olandır; katıksız, karışıksız.
Kendimizden kaçmaktan yorulduğumuzda döneriz o’na.
Tek başımıza kaldığımızı anlar, yaşamdan ne hissettiğimizi o an bilir oluruz.
Ama insanoğlu her zaman kendi yalnızlığından kaçmıştır, yüzleşmekten mi korkuyor, yoksa yalnızlığının derinliğinde boğulmaktan mı.
‘yalnızlık; Allaha mahsustur’ denir.
İnsanı yaratan da bu yüce ışık ise, kendinden bir parça olduğumuz da söyleniyorsa; demek ki yalnızlık bizlere de mahsustur.
Hani pek de kötü birşey değildir yalnızlık.
Aksine; çokluk içerisinde yalnız hissetmekten çok daha iyidir, anlamlıdır gerçek yalnızlığın.
En azından kendini kandırmıyor, çevrendekilerle yalnızlık çekmiyorum demenin yalanına kendini hapsetmiş olmuyorsun.
Kendini dinlediğin andır.
Ne yapabileceğini, ne hissettiğini, doğrularını-yanlışlarını yalın bir şekilde gözden geçirebileceğin andır yalnızlık.
Bundandır ki ‘yalnız kalmak istiyorum’ diye karşındakine sırası geldiğinde belirtirsin.
Çünkü kendini dinlemek, kendi derinliğine inmek isteğindesin.
Yalnızlıktan sıkılmak; kendinden sıkılmaktır aslında.
Ne istediğini; ne yapmak, ne görmek, ne dinlemek, ne okumak istediğine karar verememektir. İçindeki boşluğu kendince doldurmak yerine, kalabalığın bir parçası olmayı seçip, kendini dinlemekten uzak kalmayı seçmektir, kendinden kaçarak.”