“Yeniden başlamak, sil baştan diyebilmek; cesaret işidir...”
diyerek başlıyordun mektubuna.
Ve terk eden ile edilenin yanlış algılandığını, aslında terk edenin; gidecek bir yeri, gitmek isteyeceği bir şansı varken ve yoluna çıkarken,
“terk edilenin aynı yerde kalması, ‘arayacaktır’ tutsaklığına düşmesi; aşk’ın en ağır prangalara vurulmuşluğudur” diyorsun.
“Yaşamda; ne kadar fedakarlık yapabildiğince kendin olur, mutluluk ve huzuru yakalayabilirsin.
‘keşke bunlar yaşanmasaydı, keşke böyle davranmasaydım, keşke bu kararı şu şekilde alsaydım’ diyerek zaman tüketirken yaşanabilecek güzellikler adına; hep erteleme ve daima geçmişe pimanlık gönderileriyle ruhumuzu hapseder, geçmişin tutsaklığında, geleceği değil, bugünü yaşamaktan kendini alıkoymaktadır insan.
Çünkü korkuyor... bugün milat diyerek geçmişinle ilgili kendini rahatsız eden herşeyi elinin tersiyle itmek cesaret işidir.
Korkuyor... ve korktukça huzur adına yapabileceklerini, kendinden başlayıp en yakın çevresini yeniden yapılandırmak için harekete geçemiyor, kalıplarını kıramıyor ve daha da mutsuz oluyor insan.
Neden?
Çünkü kurduğu ya da bize kurdurulan bu sistemdeki alışkanlıklarının tutsağıdır.
‘daha çok’un tutsağıdır, ‘daha lüks’ün tutsağıdır, ‘daha ekonomik güç’ün tutsağıdır...
Kimisini kendi seçer kimilerinde seçilmişliğin içinde bulunur.
Standart bir yaşam sürecinin ortasındaysanız, ‘keşke genç olsaydım bunu yapardım’ demekten kendini alamıyorsun.
Ya da ‘bu yaştan sonra neyi değiştirebilir ki insan’ sorusunu diline dolamaktan... ve hiç akla getirilmemektedir ölümün saniyenin onda biri kadar hız yaptığı.
Hiç akla getirilmez, en az ölüm kadar sağlığımızın bozulabileceği, gözlerini yumana kadar ızdırap ve ölümü bekleyerek gün geçirebileceğini...
Korkuyoruz...
‘Şu andan itibaren ben kalan yaşamıma bu şekilde devam ettireceğimdeceğim’ cesaretinden yoksundur.
Bunu başaranları, hatta bir önceki yaşam biçiminden tam zıt bir yaşam biçimini benimseyenleri ‘delirdi’ diye itam etmenin sığlığına düşerken, için için kendini paralar, bir yandan da; cesaretsizliğinin tokatını yemektedir...”
Son cümlendeki tokatı hissettim bir anda yüzümde.
Bir yandan yaşam koçu gibi vaazlar verirken, diğer yandan vaazlarının zerresini kendin için uygulayamamanın ikiyüzlülüğü, tam bir tokat etkisi yapıyor insana.
Bana kendimi hatırlattın.
Dost konuşmalarında yaşamın güzellikleri, huzurun nasıl yakalanabileeceği konusundaki söylemlerde üstüme yoktur.
Dinleyen; böylesi bir yaşamı sürdürdüğüme inanıyor ya... belki söyledikleriminin birazı gerçek... ama diğer büyük yarısı?
Korku... ve ... Cesaret işi...