OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
*** Bu olay ilginçtir çünkü bazı Kıbrıslıtürkler, gene başka bir takım Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüşler fakat bu olay Kıbrıslırumlar’ın üstüne atılmıştı… Sözünü ettiğim olay 1950’li yılların sonlarında, Baf’ın Melandra köyünde geçmişti. Sanırım 1957 Aralık ayı idi…
*** Melandra’da bir kızla Halit Derviş birbirlerini sevdilerdi, Halit Derviş kızı ailesinden istediydi fakat kızı ona vermedilerdi çünkü oğlan fakir idi… Bunun üzerine Halit Derviş kızı kaçırdı ve bir gün yanında tuttuydu… Geceleyin ise evine gönderdiydi…
*** Kızın ailesi kızın ırzına geçti diye mahkemeye verdiydi oğlanı ama oğlan suçsuz bulunduydu… Bunun üzerine aile, oğlanın öldürülmesi için parayla katillik yapan kişilere teklif ettiydi ve kiralık bir katil arayışına girdiydi.
*** Oğlanı gören kiralık katillerden birisi onu vurmamış, oğlana “Seni öldürmek için beni kiraladılar, gözetlen, ben seni vurmayıyorum ama başkası vurur” dedi. Oğlan boylu poslu, güzel bir gençti. Böylece kiralık katillerden biri oğlanı uyarmıştı…
*** Bu kiralık katil, oğlanı vurmayınca, kızın ailesi başka bir kiralık katile ulaştı ve başka bir bölgeden getirilerek aile tarafından saklandı. Sonra ise onların dağa gitmelerini sağladılar…
*** Söylentiye göre Melandra’ya Stavros Psogas bölgesinden su getirme çalışması vardı, bir iddia bu çalışmaya gönderildiler, bir diğer iddia ise çiftçilik için sabah yapmak üzere odun kesimine gittilerdi. Oğlanla birlikte iki kişi daha beraber gittiler.
*** İşte o gün size sözünü ettiğim, bölge dışından gelen kiralık katille birlikte beş altı kişi – ki diğerleri köylülerimizdi – Halit Derviş’i öldürmeye gittiler. Yanındaki diğer iki kişiyi de öldürdüler. Sonra da bu olayı EOKA’nın üstüne attılar, halbuki tamamen Kıbrıslıtürkler tarafından yapıldıydı. Gerçek da, bir kiralık katil bölge dışından geldiydi.
*** Onları öldürürken kurşun atmadılar, nacak kullandılar. Nedeni da EOKA’cıların o bölgelerde saklanıyor oluşu ve silah sesi duymasınlar diye nacak kullandılar. Halit Derviş’in yanındakiler sırf görgü şahidi oldukları için öldürüldüler… Katilleri tanıdıkları için öldürüldüler.
*** Bölge dışından kiralık katil olarak getirilmiş olan şahsın bilmediği, öldürmesi için kiralanmış olduğu kişinin aslında “Teşkilat”tan bazı ileri gelenlerin yeğeni olduğuydu. Onlar da bu olayı duyunca, bu kez bu kiralık katilden intikam almak için kumpas kurdular ve bu adamı da öldürttüler.
*** Bu beş-atlı kişinin öldürmek istedikleri Halit Derviş hem uzun boylu, hem de sağlam bir insandı. Silah kullanmaları çok zordu çünkü EOKA’cılar dağlarda yaşardı, silah sesinin duyulmasını istemezdiler.
*** Bu konuyu sanırım Niyazi Kızılyürek son Rumca olarak çıkan kitaplarından birinde yazdı… Oraya da bakabilirsiniz…
NİYAZİ KIZILYÜREK’İN AKTARDIKLARI…
Okurumuzun sözünü ettiği bu olayla ilgili olarak Niyazi Kızılyürek, “Bir Hınç ve Şiddet Tarihi” başlıklı kitabında şöyle yazıyor:
“BİR TOPLU KATLİAM YALANI…
Bat’ın Melandra köyünde üç Kıbrıslıtürk’ün öldürülmesi, havayı iyice gerdi. Halil Mustafa, Ali Arif ve Halit Derviş adlı ü köykü 4 Aralık 1957 trihinde köy yakınındaki ormanda çalışırken balta ve nacaklarla katledildiler. Koloni idaresi 7 Aralık 1957 tarihinde cinayetle ilgili üç olasılık üzerinde duruyordu:
Kurbanlar yakın geçmişte yaşanan ve aynı bölgeden bazı insanların işsiz kalmasına yol açan bir olayla ilgiliydi
Kıbrıslırumlar’la su kavgası yüzünden öldürülmüş olabilirlerdi,
Kurbanlar, EOKA’nın saklandığı bir yeri veya bölgede dolaşan EOKA “teröristlerini” ihbar etmişlerse, EOKA tarafından öldürülmüş olabilirlerdi.
Cinayeti kimlerin işlediği netlik kazanmamış olmasına karşın, Dr. Küçük, Türkiye başbakanı Adnan Menderes’e çektiği telgrafta “her gün artmakta olan Rum vahşetinden” ve bu “durumun Yunan katliamının başladığını ispat ettiğinden” söz ediyordu. Dr. Küçük, Menderes’e “can ve namusumuzun korunması, ancak sizlerin müdahalesiyle mümkün olacağına inanıyoruz” diyordu… BM Genel Sekreteri, NATO Genel Sekreteri ve İngiltere Başbakanı Macmillan’a gönderdiği telgrafta ise Dr. Küçük, “Tehdişçilikle Kıbrıs’ta Türklerin gür ve haklı sesini susturmak teşebbüsünde bulunan Rum elemanlar, işleri başına gitmekte olan üç Türk’e pusu kurarak kendilerini baltalarla vahşiyane bir surette öldürdüler” diyordu. Dr. Küçük şöyle devam ediyordu:
“Kendilerinden şüphe etmeyen Türkler’e silahla tecavüz etmek yerine tedhişçiler şimdi de tarlalarda ve meskun olmayan yerlerde Türk gruplarına kitle halinde hücumlara başlamışlardır (…) Rumlara, cinayet kampanyalarına son vermelerini emrediniz. BM’de onların realist olmayan haksız davasını reddediniz ve vahşiyane cinayet kampanyasına son vermek için yegane çare olan Türkler’in Taksim tezini destekleyiniz…”
7 Aralık 1957’de Dr. Küçük ile bir araya gelen vali yadımcısı (vali yurtdışındaydı) Dr. Küçük’e, dile getirdiği görüşlerin “dayanaksız” olduğunu, cinayetin siyasi amaçlarla işlendiğine veya katillerin Kıbrıslırum olduğuna dair hiçbir kanıtın bulunmadığını söyledi. Bunun üzerine Dr. Küçük kendi araştırması sonucunda cinayeti Kıbrıslırumlar’ın işlediğine emin olduğunu, Kıbrıslıtürk toplumunun da buna inandığını, dolayısıyla kesin ve aksi kanıtlar olmadan topluma farklı şeyler söylemenin bir yararı olmayacağını belirtti. Dr. Küçük, son zamanlarda Türk toplumu içerisinden pasif kaldığı yönünde eleştiriler aldığını ve hatta liderlik koltuğunun tehlikede olduğundan bahisle “sert açıklamalar yapmasının işe yaradığından” dem vuruyordu.
Melandra Cinayeti, Türk basınında geniş yer buldu. Halkın Sesi gazetesi “Melandra Cinayeti Anavatan’da büyük infial uyandırdı” manşetiyle çıktı… Haberde olay şöyle anlatılıyordu:
“Geçen hafta gaddarca işlenen ve üç ırkdaşımızın katledilmesiyle neticelenen Melandra cinayeti, Anavatan’da da büyük bir infial uyandırmış, bir taraftan halk ve talebe birlikleri, diğer taraftan Hükümetimiz, bu tecavüz hadisesi üzerine ehemmiyetle durmuştu. Bu cinayet üzerine üniversite gençliği arasında duyulan menfi reaksiyonu belirtmek için İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Aydın Tansan, verdiği beyanatta ezcümle şöyle demiştir: “Kıbrıs’ta üç vatandaşımız daha soysuz, seviyesiz ve namert palikaryalar tarafından katledilmiş bulunuyor. Her şeye rağmen, el’an dost telakki etmekte olduğumuz İngiltere’nin bu gayrı insani hareketleri tasvip etmediği ve mani olmaya çalıştığı kanaatindeyiz. Meseleyi bu şekilde hüsnüniyetle mütalaa ettiğimiz takdirde devam edegelmekte olan hadiseler, bütün bunlara İngiltere’nin mani olmadığını göstermektedir. Bu itibarladır ki dünya sulhunun muhafazasına olan fiili iştirakimizin harekete geçirilmesinin zaruret haline gelmiş bulunduğunu ve husule gelecek olan yeni hadiselerin Türk Milleti için bardağı taşıran son damla olacağını, Milletimizin ve hükümetimizin hüsnüniyet ve sükunetinin daha fazla suistimal edilmesine müsamaha gösterilmeyeceği, bu husustaki kaaatimizi ifade ederiz.”
… RESMİ ÇEVRELERDEKİ İNFİAL
Melandra cinayeti Ankara’da çok sert tepkilere yol açtı. Hükümet çevreleri, bir süredir yakından takip etmekte oldukları Kıbrısltürkler’in durumuna “Üç ırkdaşımızın öldürülmesiyle neticelenen son hadiselerden sonra artık lakayıt kalınmayacağını” duyurdular. Ayrıca “Kıbrıslı kardeşlerimizin can ve mal emniyetini ne Yunan hükümetinin kaprislerine ve şantaj oyunlarına ve ne de EOKA’nın tedhiç hareketlerine kurban edilemeyeceğini bütün dünyaca anlaşılması lazım geldiğini” ifade ettiler. Türk hariciyesi artık Kıbrıs meselesine bir çare bulunması zamanının geldiğine işaret etmekte ve hükümetçe bu mevzu üzerinde ehemmiyetle durulduğunu belirtmektedir. Bu hususta derhal gereken teşebbüslerde bulunulacağı gibi, Başvekil Adnan Menderes ve Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu’nun bu meseleyi Paris’te yapılacak olan NATO Konseyi toplantısına da götürecekleri açıklanmaktadır. Sözkonusu çevreler, “Türkün sabrının bir hududu vardır” demektedirler.
Melandra cinayeti ile ilgili 13 Aralık 1957 tarihinde bir bildiri yayınlayan TMT ise şu görüşlere yer veriyordu:
“Vasilya ve Afanya köylerinde umumi, diğer köylerde ise hususi mahiyette katillikler, tehditle köylerden kaçırmalar, ırza tecavüzler, Türk emlakının, Türk cami ve mekteplerinin taarruza uğraması ve buna mümasil birçok hadiseler, Türk polislerinin en mert kabiliyetli elemanlarının öldürülmesi ve nihayet Melandra Faciası… Bu tüyler ürpertici olayı evvelce Girit’te yapıldığı gibi, Kıbrıs Türkünü insan dışı vahşiyane katliamlarla yok etme ve adadan kaçırmaya doğru bir hareket ve gidişin en bariz bir işaretidir. Atina’dan gelen haberlerden sizlere karşı Rumların umumi bir taarruza geçeceği anlaşılmaktadır…”
Bildiriden de anlaşılacağı gibi, TMT Türk toplumu içerisinde “Rumların umumi taarruza geçeceği” endişesini yayıyordu. Oysa aynı tarihte yani 13 Aralık 1957 tarihinde. Vali Foot İngiliz Dışişleri’ne ve İngiltere’nin Ankara büyükelçiliğine çektiği telgrafta cinayeti kimin işlediğini kanıtlayacak verilerin bulunmadığını, Melandra köylülerinin cinayeti EOKA’nın işlediğini iddia ettiklerini ama bu iddialarını ispatlayacak hiçbir kanıt göstermediklerini belirtiyordu. Vali Foot aynı telgrafta ikinci bir görüşe de yer veriyordu. Bölge komiseri ve polis teşkilatı cinayetten “Kıbrıslıtürkler’in sorumlu olduğuna” inanıyordu. “Kullanılan silahlar ve yöntem”, ayrıca “kurbanlardan birinin kişiliği bunu doğruluyordu.” Ne var ki vali “şimdilik bu iki görüşü doğrulayacak kanıtların bulunmadığını” ve “soruşturmanın devam ettiğini” belirtiyordu. Kıbrıslırumlar ise Melandralı üç Kıbrıslıtürk’ün Türkler tarafından katledildiğini ileri sürüyor ama onlar da ortaya pek bir kanıt koyamıyorlardı. Fakat dönemin hakimlerinden Antonis Attalides yaptığı inceleme sonucunda gerçeğe çok yaklaşmıştı. Basına sızan inceleme raporunda Antonis Attalides, cinayetin bir “namus cinayeti” olduğunu ve Melandralı bir kızı bir-birbuçuk yıl önce taciz eden Halit Derviş’in öldürüleceğinden korktuğunu ve bunu ebeveynlerine söylediğini belirtiyordu. Ayrıca aynı cinayette öldürülen Ali Arif’in eşinin de bu yönde ifade verdiğine dikkat çekiyordu. Attalides raporunda Halit Derviş ile birlikte katledilen diğer iki kişinin “katil veya katilleri tanıdıkları için” katledildiklerini de ileri sürüyordu.
Bu çalışmayı hazırlarken yaptığım sözlü tarih çalışmasında, Melandra cinayetini Kıbrıslırumlar’ın değil, Kıbrısltıürkler’in işlediği, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıktı. Üzerinde fırtınalar koparılan Melandra cinayeti siyasi değil, bir “namus cinayeti” idi ve failler de Kıbrıslrıum değil, Kıbrısltıürkler’di. Dönemin tanıkları bunu açıkça dile getiriyor. Olayda öldürülen Halit Derviş’in akrabaları, Halit’in köyde A. İsimli birini sevdiğini ama A.’nın ebeveynlerinin bu evliliğe izin vermediğini, hatta olayın taciz suçlamasıyla mahkemeye intikal ettiğini ve Halit’in ceza almadan beraat ettiğini anlatıyorlar. Bunun üzerine A.’nın ailesinin intikam için kiralık katil tuttuğunu ve dönemin ünlü katillerinden birisinin bölgeye gidip komşu Melatya köyünde saklandığını ve olay günü Halit Derviş’in Halil Mustafa ve Ali Arif ile birlikte ovada çalışırken saldırıya uğrayıp nacaklarla parçalanarak öldürüldüklerini söylediler. Halit Mustafa ve Ali Arif’in öldürülmesi hesapta yoktu. Onlar katili ve yanındakileri tanıdıkları için katledilmişlerdi. Olaydan sonra orada bulunan birilerinin öldürülenleri “şehit” ilan ettiğini belirten Halit’in akrabaları, bu yüzden ölüleri yıkamalarının engellendiğini de dile getirdiler.
Durum böyle olduğu halde TMT, “Girit’te yapıldığı gibi Kıbrıs Türkü’nü insanlık dışı vahşiyane katliamlarla yok etme ve adadan kaçırmaya doğru bir hareket ve gidişten” söz ediyordu. Kıbrıslıtürkler’e karşı “topyekün saldırı hazırlığından” bahsediyordu.
Melandra’da üç Kıbrıslıtürk’ün öldürülmesinin hiçbir kanıt olmadığı halde, Kıbrıslırumlar’a ve EOKA’ya mal edilmesi, tansiyonun daha da artmasına yol açtı. Kıbrıs sorununun BM’de görüşülmeye başlandığı 9 Aralık 1957 tarihinde Lefkoşa’da yeniden olaylar yaşandı. 10 Aralık günü iki toplum arasında tansiyon iyice yükseldi. Kıbrıs Rum toplumu gibi Kıbrıs Türk toplumu da BM’de yapılan Kıbrıs görüşmelerini etkilemek amacıyla hareket ediyordu…”
(BİR HINÇ VE ŞİDDET TARİHİ – KIBRIS’TA STATÜ KAVGASI VE ETNİK ÇATIŞMA – NİYAZİ KIZILYÜREK – İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI – SAYFA 142-145)