“Melkonyan Enstitüsü yıktırılacağında, Kıbrıs hükümeti müdahale ederek milyonlarca dolarlık projeyi durdurmuştu...”

Sevgül Uludağ

Tarihi değeri olan Kormacit’teki Maronit İlkokulu’nun yıktırılarak yerine yeni bir bina yapılmasına karşı çıkan George Kasabis, Kıbrıslımaronit, Kıbrıslırum ve Avrupa temsilcilerine mektup yazarak kampanya başlattı. Kormacit’teki Maronit İlkokulu mezunları adına insiyatif üstlenen George Kasabis, örnek olarak Melkonyan Enstitüsü’nün yıktırılmak istenmesinin nasıl durdurulduğunu da gösterdi. Kasabis, 2005 yılında Melkonyan Enstitüsü’nün sahiplerinin bu binayı milyonlarca Euro karşılığında satmak üzere okulu kapatmaları ve bu okulun yıktırılarak yerine milyonlarca dolarlık bir başka bina yaptırılmasına Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin karşı çıkarak bu projeyi dondurduğunu hatırlattı, projenin dondurulma nedeninin ise okulun mezunları için duygusal ve tarihi değer taşımasının gösterildiğini belirtti.

Kasabis, “Milyonlarca dolarlık bu proje, hükümetin bu okuldan mezun olanların duyguları nedeniyle dondurulmuştu. Avrupa’da kültürün anlamı da budur. Bu okulda Ermeni öksüz çocuklar okumuştu... Bizim Kormacit İlkokulumuzda da Maronit çocuklar okumuştu” diye yazdı...

TAKİS HACIDİMİTRİU’YA MEKTUP...

Kasabis, Kormacit İlkokulu mezunları adına iki toplumlu Kültürel Miras Teknik Komitesi eşbaşkanı Takis Hacıdimitriu’ya bir mektup gönderdi. Kasabis, mektubunda özetle şöyle dedi:

“Sevgili Bay Hacıdimitriu,

Kıbrıslı Avrupa Parlamenterleri’nin tavsiyeleri uyarınca, size kültürel mirası korumaktan sorumlu birisi olarak yazıyoruz...

İşgal altındaki Kormacit’te bulunan tarihi ilkokul binamız, Avrupa Birliği parası ile derhal yıktırılmakla tehdit altında bulunuyor.

Avrupa Birliği ne zamandan beridir bir toplumun kutsal bir simgesinin yıktırılmasını finanse etmektedir? Bu okul 1961 yılından sonra toplumsal eğitimin yuvası olmuştu... 1974’teki trajik olayları izleyen zor yıllarda da orada kısılmış yüzlerce öğrenciye umut vermiştir. Bu okulun çok büyük tarihsel ve duygusal değeri vardır.

Geçmişte, benzer toplumsal binalar – örneğin kreşimiz – tamir edilerek ayakta kalmış ve bizleri cesaretlendirmiştir. İlkokulumuz gibi çok daha büyük bir duygusal değere sahip bu bina neden dümdüz edilmek isteniyor?

Başka ülkelerde, Avrupalı yurttaşların ödediği vergilerle kültür korunuyor. Bizde ise yok mu ediliyor?

Sizi, bu projeyi iptal etmek üzere derhal konuya müdahale etmeye çağırıyoruz...”

MARONİT TOPLUMU TEMSİLCİSİ’NE MEKTUP...

George Kasabis, aynı zamanda Maronit Toplumu Temsilcisi’ne de bir mektup göndererek, ona da Melkonyan örneği verildi ve Melkonyan’ın satışının, mezunlara ifade ettiği duygusal ve tarihsel değeri nedeniyle Kıbrıs hükümeti tarafından dondurulmuş olduğu hatırlatıldı.

Mektupta, Avrupalı yetkililere bu binanın tarihi ve duygusal değerinin aktarılmış olup olmadığı sorularak,  bu binanın kültürel bir miras olduğu belirtildi ve yıkım planının durdurulması istendi...

AVRUPA YETKİLİLERİNE MEKTUP...

George Kasabis, Avrupa reformları sorumlusu K. Bjornsson’a da bir mektup göndererek Kormacit İlkokulu mezunları olarak binanın Avrupa Birliği finansmanıyla yıktırılacak olmasından derin üzüntü bildirildi, bu binanın köy sakinleri ve mezunları için çok büyük duygusal değere sahip, tarihi bir bina olduğu hatırlatıldı... Mektupta şöyle denildi:

“1974’ün trajik olaylarını izleyen zor yıllarda bu okuldaki sınıflarımızda oturduk ve bununla başetmeyi öğrendik. Hayatta kalmak için mücadele etmeyi öğrendik. Öğretmenlerimiz bize umut aşıladı. Okul, köydeki eğitimin yuvası idi...

Avrupa Birliği’nin böylesi konularda daha duyarlı olacağını düşünürdük... Bu çatışmada çok fazla acı çekmiş olan bir toplumun mücadelesini simgeliyor bu bina...

Sizlerden yerel toplumları dinlemenizi ve onlara kendi tarihsel miraslarını korumakta yardım etmenizi bekliyoruz. Avrupa’da vergi ödeyen yurttaşların parasıyla bunları yıktırmanızı değil! Herhangi yeni bir şey, tarihi ve duygusal mirasımızın yok edilmesini gerektirmez... Bu konuda ivedi olarak müdahalenizi bekliyoruz...”

KATHİMERİNİ’NİN HABERİ...

Kathimerini gazetesi de konuyu haberleştirerek 13 Ağustos 2021 tarihinde özetle şöyle yazdı:

“Kormacit İlkokulu tehlikede...

***  Kıbrıs’ın Maronit toplumunun Kormacit’teki tarihi ilkokul binasının yıktırılma tehlikesine ilişkin şikayet bulunuyor... Bu okulun mezunu eski öğrenciler, okulun Avrupa Birliği parasıyla yıktırılacağını söylüyor. Okul 1961’den sonra tüm köyülülerin eğitim merkeziydi ve 1974’ten sonra köyde kalan öğrencilerin eğitim gördüğü yerdi...

***  Yapılan şikayete göre uzunca bir süre, okulun tamir edileceği söylenmekteydi. Ancak okulun eski öğrencilerinden George İlias Kasabis, birkaç gün sonce aniden bölgeye buldozerlerin geldiğini ve bunların köy ilkokulunu yıkmak üzere oraya geldiklerini anlattı.

***  Okulun mezunları aynı zamanda Maronit Başpiskobosu Selim Sfeir’le de temasa geçerek okulun korunması için çağrılarının duyulması umudunu ifade ettiler. Aslında bir önceki başpiskobos, köyde yaşayanlara okulu kimsenin yıktırmayacağı yönünde güvence vermişti... Köylüler, yeni Başpiskobos’tan akılcı davranmasını ve doğru kararı vermesini bekliyorlar...


“Ölüye saygı ve uluslararası mekanizmalar...”

BİANET.ORG
Dilek Kurban

(Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi ‘Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri III kapsamında “Hukukçular Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" paneli, 22 Haziran 2021'de gerçekleştirdi. Gulan Çağın Kaleli kolaylaştırıcılığında gerçekleşen webinar formatlı panelde İHD Eş Başkanı avukat Eren Keskin, Akademisyen-hukukçu Dilek Kurban, avukat Serhad Çakmak konuştular.)

Ölü bedenlere saygı meselesi aslında bir ahlaki hükümlülük olarak, bir etik ilke olarak eski çağlardan bu yana varolan ve insanlığın ortak değerlerinden biri olarak kabul edilen bir şey.

İnsan Hakları hukukunda bu "ölüye saygı ve adalet" alanını epey zayıf görüyorum ve de hala çok büyük bir boşluk var aslında orada. Uluslararası Kızıl Haç'ın derlediği geleneksel uluslararası insancıl hukuk kurallarında Kural 112 ile Kural 117 arası "ölüye saygı ve adaleti" düzenliyor.

Kural 112- Ölüleri arama ve toplama yükümlülüğü; Kural 113- Ölülerin soyulmaya ve vücut bütünlüklerinin bozulmasına karşı korunması; Kural 114- Ölülerin kalıntılarının ve kişisel eşyalarının iadesi; Kural 115- Ölülerin defnedilmesi; Kural 116- Ölülerin kimlik tespiti; Kural 117- Kayıp kişilerin akıbeti hakkında bilgi verilmesi

Çatışan tarafların -yani sadece devletin değil, kim kimle çatışıyorsa- devletlerin, devlet olmayan örgütlerin de ölüleri aramak, onları tespit etmek, karşı tarafa veya varsa iade etmek, yakınlarına iade mümkün değilse defnetmek, ölülerin kimliklerini tespit etmek, defnederken, mümkünse ölülerin mensubu olduğu dini vecibelerinin yerine getirilerek defnedilmesi, bireylerin tek tek defnedilmesi, toplu olarak mezarlar değil birer birer defnedilmesi, defnedilen yerlerin işaretlenmesi ve de aile/yakınların durumdam haberdar edilmesi, ölülerin üzerindeki kişisel maddi ve manevi değerlerin, bütün eşyaların bir envanterinin tutulması, yakınlara veya karşı tarafa iade edilmesi vs...  böyle çok geniş bir liste aslında bu.

İnsancıl hukukta

Tabii ki ölü bedenlerinin parçalanması ölü bedenlere zarar verilmesi yasak, böyle mutlak bir yasak var. Üstelik sadece bu yasak değil aynı zamanda savaşın taraflarının da ölü bedenlerinin yağmalanmasını önleme yükümlülüğü var.

Yani sadece kendilerinin yapmaları yasak değil aynı zamanda başkalarının da ölü bedenlere zarar vermesini engellemeleri gerekiyor. Bütün bu kuralların özünde yatan ilke de tabi ki ölüye saygı. Bu bütün ölüleri kapsıyor ayrım yapmaksızın. Hangi taraf için çatışırsa çatışsın ölmüş olan insanlar ve hatta sadece çatışan tarafları değil aynı zamanda sivilleri de kapsıyor.

Lahey, Cenevre sözleşmeleri

1907 tarihli Lahey Sözleşmesi'nde ölü bedenlerin yağmalanmasının önlenmesi hükmü yer alıyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra düzenlenen 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi'nde de tek tek yeniden belirtilmiş bir çok yükümlülük bulunuyor.

Savaşan tarafların ölüleri arayıp bulma ve bedenlerinin yağmalanmasını önleme yükümlülüğü, savaşan tarafların ölülere ait bütün bilgileri maddi manevi değeri olan bütün eşyaları kaydedip karşı tarafa veya yakınlarına iade etme yükümlülüğü, ölüleri insan onuruna layık bir şekilde defnetmek.

Mümkünse bunu mensup oldukları dini vecibelerine göre yapmak, mezar yerlerini işaretlemek, mezarlıkları korumak tekrar yeniden Serhad Çakmak'ın anlattığı korkunç hikâyeye dönecek olursak bunların hepsi çok açık bir şekilde uluslararası hukuk ihlali.

1977 tarihli ikinci ek protokol de uluslararası olmayan silahlı çatışmaları kapsıyor. Burada da savaşın doğrudan tarafı olmayan veya artık çatışmalarda yer almayanlar onurlarını ve bedensel bütünlüklerinin korunması hakkına sahiptir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi

Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsü 1998’de düzenlenip kabul edildi. 8. maddesi insan onuruna yönelik savaş suçlarının ölü insanları da kapsadığını belirtir. Yani ölü insanlara yapılanlar da savaş suçları kapsamına alınmıştır böylece.

Güney Afrika’dan Birleşik Krallık'a, Kanada'dan Avusturalya'ya, Etiyopya’dan İrlanda'ya, Venezüela'ya, Kongo'ya... bunların ulusal ceza kanunlarında da düzenlenen bir mesele bu, ayrıca orduların kuralları da var; kendi ordu mensuplarına yönelik ölüye saygı gösterilmesi  ve tabi ki ölü bedenlerin onuruna uygun şekilde davranılması gerekliliği.

AİHS, AİHM

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) benzer bir ölüye saygı ilkesi veya ölülerin haklarına ilişkin düzenlenmeler bulunmuyor, birazcık böyle tırtıklamak gerekiyor.

Ölü bedenlere ilişkin belirgin bir düzenleme zaten yok. Yani sözleşmede böyle bir eksilik var. Mahkeme içtihatının da bunu epey dar yorumladığını da görüyoruz.

Aslında uluslararası insan hakları sözleşmelerinin tamamı, yani bizim insan hakları dediğimiz şey, evrensel insan haklarının tamamı insan onuruna dayalıdır değil mi? Aslında bütün hakların temelinde olan şey insan onurudur, onun korunması, onun gözetilmesi.

Dolayısıyla, tabi ki öldüğümüz zaman onurumuzun orada bitmiyor olması gerekiyor, bir yönüyle bakacak olursak değil mi? Bu da ilginç bir soru aslında hukukçular açısından herhalde; insan onuru insanın yaşamıyla mı sınırlıdır yoksa ölümden sonrada devam eder mi? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde düzenlenen hangi temel hakları ilgilendiren bir mesele bu dolaylı veya doğrudan olarak? Yaşam hakkı, tabii ki. İnsan ölmeden önce öldürülüş şekilleri de çoğu zaman insan haklarına aykırı olabiliyor, yargısız infazlar, daha sonra, bulunursa kayıplardan ve işkencede ölümlerden bahsediyoruz.

Etkin soruşturma

Yaşam hakkı ihlali söz konusu olabiliyor. Yaşam hakkının söz konusunun olduğu mesele tabi ki etkin soruşturma değil mi? Devletlerin böyle bir yükümlülükleri de var. Yaşam hakkı ihlallerinin etkin soruşturması yükümlülüğü, işkence ve kötü muamele yasağı, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, eşitlik hakkı, ayrımcılık yasağı, mülkiyet hakkı vs. bunlar ilk akla gelebilecek yükümlülükler arasında yer alıyor.

Bu temel hakların ölüler açısından tercümesi ne olabilir? Ölü bedenlerin yerden bırakılmayıp toplanması, yerden kaldırılması gerekiyor. Ölü yerde bırakılmaz. Sonuçta bu bütün dinlerin de çok temel anlayışlarından, yükümlülüklerinden biri. Bu din ve vicdan özgürlüğünü ilgilendiren bir şey. Burada tabi kimin din ve vicdan özgürlüğü sorusu tekrar gündeme geliyor.

Ölülerin, ölmüş olan kişinin mi, ailelerin mi?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Avrupa insan hakları icraatı açısından sanki bu meseleye yakınlar/aileler üzerinden ağırlıklı olarak bakıyor.  Tabi ki özellikle dini inancı olan insanların, öldükten sonra da sonuçta kendi dini inançlarına uygun olarak defnedilmesi gerekiyor...

* 22 Haziran2021'de webinar olarak gerçekleşen “Hukukçular  Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" paneli  kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, İnisiyatif'ten Gulan Çağın Kaleli yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi e-posta: oluyesaygiveadalet@gmail.com

(BİANET.ORG – Dilek KURBAN – 12.8.2021)