Dün sabah Kayıplar Komitesi yetkilileri Ksenofon Kallis, Andri Palla ve Okan Oktay’la birlikte Menevi’ye (Meneou) gidiyoruz…
Burada, sahile paralel toprak bir yolun içerisinde Kallis insan kalıntıları bulmuş, yolun içine gömülü vaziyette…
Bu bölgeden “kayıp” bazı Kıbrıslıtürkler olduğu için ve son dönemlerde bu bölgenin “kayıpları”ndan birisi için çok geniş yayınlar yapmakta olduğumuz için bugün Menevi’deyiz… Bu bölgeden üç “kayıp” Kıbrıslıtürk var – onlardan biri olup olamayacağı kuşkusu hepimizin kafasında yer ediyor…
Burada bulunan insan kalıntıları acaba bu bölgeden aramakta olduğumuz “kayıplar”dan birisi olabilir mi?
Yoksa antik bir gömü mü bu?
Bu soruların yanıtları, yapılacak incelemeler ve analizler sonrası anlaşılacak…
Aslında bu öykü de tıpkı Leymosun’da, Ayios Yeorgios Alamanos bölgesindeki “İncir Ağacı” hikayesine benziyor…
O bölgede sürekli denize giden Ksenofon Kallis, burada bulunan bir incir ağacının oradaki varlığından şüphe etmiş ve sonuçta bir mağarada öldürülen üç “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanlara ulaşılmasına neden olacak bir süreci başlatmıştı…
Ayios Yeorgios Alamanos’ta ancak denizden ulaşılan bir mağara içerisinde üç Kıbrıslıtürk, 1974’te öldürülmüş, sonra da burası dinamitle patlatılmaya çalışılmıştı…
Öyküsüne yıllar önce bu sayfalarda yer vermiş olduğumuz “İncir ağacı”, işte bu mağaranın tepesinde oluşan – patlatılan dinamit nedeniyle – bir delikten dışarıya çıkmış ve büyümüştü…
O bölgede “Anadoliga” türü beyaz incir yoktu ve Kallis bundan kuşkulanmış, araştırmış, karıştırmış ve sonuçta o mağarada öldürülen Ahmet Cemal’ın son yemeğinin Piskobu’daki evindeki “Anadoliga” incirler olduğunu öğrenmişti… Birleşmiş Milletler, bu bölgede bir patlama olduğunu kayda geçmişti… Araştıra araştıra, bu mağaraya üç Kıbrıslıtürk’ün getirildiğini, burada öldürüldüklerini, mağara girişinin dinamitle patlatılmaya çalışıldığını keşfetmişti Kallis… Ahmet Cemal’ın yediği incirlerden bir devasa incir ağacı büyümüştü ve delikten dışarı çıkarak bu korkunç trajediyi ele vermişti…
Menevi’de de benzer bir durum sözkonusu… Burası da Kallis’in sürekli gittiği bir plajmış ve geçtiğimiz gün denize paralel toprak yolda yürürken, bir kemik fark edip durmuş… Bu kemiği bir antropoloğa gösterince bunun insan kemiği olduğu anlaşılmış… İşte şimdi yolun içinde görünen iki bacak kemiğine bakıyoruz – yolun içine gömülmüş vaziyette ve arabalar üstünden geçip gittiği için küçük kemik parçaları etrafa dağılmış… El kemiği de belirgin biçimde görülebiliyor…
Aslında Kallis’in böyle bir gömü bulması “tesadüf”ten öte, çok meraklı birisi olması, her gittiği yerde, en olmadık yerleri bile kolaçan etmesi, her şeyi çok büyük bir dikkatle incelemesi ve kimsenin dikkatini çekmeyen şeyleri anında görebilmesi… Bu onun en önemli özelliği… Yağan yağmurlar, bu kemikleri açığa çıkarmış – belli ki yüzeysel bir gömüymüş bu… Antik kemiklere benzemiyorlar çünkü antik kemikler olsaydı, arabalar üstünden geçtiği zaman dağılıp giderlerdi – oysa bunlar sapasağlam duruyor, bazı kemikler ufalanmış ve dağılmış araçların geçişi nedeniyle ama büyük kemikler sapasağlam duruyor… Gene de laboratuvarın bu insan kalıntılarını incelemesi gerekiyor, tam bir yanıt bulabilmek için…
Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis bize bu insan kalıntılarını gösteriyor… Kazılar Koordinatörü Antropolog Okan Oktay ve Andri Palla fotoğraf çekiyorlar… Çok yumuşak bir fırçayla, kemiklerin etrafındaki toprağı temizliyorlar biraz… Okan Oktay, “Bu kemikleri alamayız, çıkaracak olursak, etrafındakiler de dağılabilir… En doğrusu düzgün bir kazı yapmak” diyor.
Aslında bu “acil bir kazı” sınıfına giriyor çünkü burada yüzeyde görünen insan kemikleri, her an zarar görebilecek konumda…
O nedenle hemen koordine olup bugün orada kazı başlatma kararı alıyorlar.
1960’lı yıllarda burası ıssız bir bölgeymiş… Pervolya’ya çok yakın olan Menevi’nin bu sahili, İkinci Dünya Savaşı esnasında, İngiliz uçakları tarafından bir tür manevra alanı olarak kullanılıyormuş ve bir zamanlar bu tarlalar uçaklardan atılan bomba parçalarıyla doluymuş… İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma birkaç beton mevzi de var sahilde…
Burası havaalanının arka kısmı, az ileride Larnaka Havaalanı bölgesi başlıyor, etrafı telli… Eskiden tel falan yokmuş buralarda.
Bu sahile, işçi sınıfından, emekçi Kıbrıslırumlar gelirmiş yaz aylarında, bomboş bir sahil bu… Az ileride Larnaka’nın tek köpek plajı da var – orada da insanlar köpekleriyle birlikte yüzmeye gidebiliyorlar…
Yolun başında Larnaka’nın denizsuyu arıtma tesisi bulunuyor. Burada arıtılan su, az ilerideki tesislere aktarılıp, oradan Lefkoşa’ya gönderiliyormuş…
Küçük kemik parçalarını topluyor Okan Oktay, Andri Palla ve Kallis… Okan, “Bu bir kaburga parçasına benziyor” diye işaret ediyor eline aldığı bir kemiği… Bunları kağıt bir hartuça koyuyorlar, laboratuvara analiz için göndermek üzere…
Bugün başlatılacak kazıda neler çıkacak, merakla bekleyeceğiz… Burada bu bölgeden “kayıp” edilmiş üç Kıbrıslıtürk’ten birisi mi yatıyor boylu boyunca? Yoksa antik bir gömü mü bu? Tek bir kişi mi var burada? Yoksa iki kişi mi?
Buradan çıkarılacak insan kalıntıları ancak analizler ve DNA testleri sonucu bize bu yanıtları verebilecek…
Buradan ayrılmadan Okan Oktay, avuç avuç kum taşıyor ve bu kemiklerin üstüne yığıyor, daha fazla zarar görmesinler diye…
Böylece Menevi sahilinden ayrılıp geri dönüyoruz…