Meray Diner’de bol itiraflı, bol yüzleşmeli, anti-travmatik, yeniliklere kapı açan bir film : Pembe Ay

Kıbrıslı sinemacı Meray Diner ile Uluslararası Kıbrıs Kısa Film Festivali kapsamında yarışma filmi olarak yer alan ve Ulusal Yarışma En İyi Film İçin Verilen 2.’lik Ödülü’nü de kazanan “Pembe Ay” adlı kısa dokü-kurmaca filmi hakkında sohbet ettik.

Yaşamını İskoçya’da sürdüren Kıbrıslı sinemacı Meray Diner ile Uluslararası Kıbrıs Kısa Film Festivali kapsamında yarışma filmi olarak yer alan ve Ulusal Yarışma En İyi Film İçin Verilen 2.’lik Ödülü’nü de kazanan “Pembe Ay” adlı kısa dokü-kurmaca filmi hakkında sohbet ettik. Bir baba-kızın yüzleşme hikayesi temelinde ilerleyen film ülke tarihindeki çatışmalar, yaşanan travmalar, parçalanmış aileler, aidiyet gibi konuları da içine alıyor.

 

Murat OBENLER

Şu anda yurtdışında yaşadığın için biraz kendini tanıtarak sohbetimize başlamayı arzuluyorum.
Meray Diner: Ben Paşaköy’de doğdum. Ailem Güneydeki Koççat köyündendir. Ben 17 yaşında üniversite okumak için İskoçya’ya gittim ve orada kaldım. İki yıllık bir süre için Kıbrıs’a döndüm ama burada yapamadığım için tekrar İskoçya’ya döndüğüm dönemde şu anda eşim olan kişiyle tanıştım. Bir süre kirada yaşadıktan sonra bahçeli bir ev satın alarak orada yaşamaya başladık.

 

“Babamla ciddi çatışmalar yaşadık ve ben 17 yaşında İskoçya’ya gittim. Benim için evinden edinme o aşamada devreye girer. İkili bir yaşam bende duygusal, içten kapılar açtı ve orada yazmaya başladım”

O zaman senaryonun da bu düşünceler etrafında oluştuğunu söyleyebiliriz.
Bu ev alma, taşınma ve yaşama süreçlerinde göçmen bir kişi olarak düzen kurma, kimlik, aidiyet gibi konuları da paralel olarak düşünüyorsun. Kimlik çatışması yaşadığım bir dönem de oldu. Sanatla ilgilendiğinde de bu konularla daha derinden ilgilenirsin ve o konularla adeta kafayı bozarsın. Bu bir yandan da önemli sorgulama sürecinin de kapısını açtı. Evlendikten ve daimi bir de ev aldıktan sonra bu konular da yavaş yavaş çözülüyor. Çözülmemiş konular (ev, taşınma, göçme vs.) düşündükçe konu babama geldi. Babamın sağcı benim de solcu olmam aynı evde iki farklı safın varlığını doğurmuştu. Sanatıma saygı duymaması, yapacağım işe inanmaması, sürekli baskı yapması babamla ciddi çatışmalar yaşamamıza neden oldu ve 17 yaşında İskoçya’ya gittim. Benim için evinden edinme o aşamada devreye girer. Çoğunluğun hikayesine benzer hikayelere sahibim. İskoçya’daki yeni eve taşındığımızda acayip rüyalar (Kıbrıstaki evle ilgili) da görmeye başladım. İkili bir yaşam bende duygusal, içten kapılar açtı ve orada yazmaya başladım. Filmin hikayesi bunlardan yola çıkarak oluşturuldu ve babam Mustafa Diner ile birlikte video bağlantısı yaparak ilerledik. Babamın reaksiyonlarını görmek için bu konuşmalar çok değerliydi.

 

“Ben terapiye gitme yerine film yapmayı tercih ettim. 2022 Ocak’ta babamla başladığım konuşmaları bir sonraki yılın Nisan ayında filme aldık.”

Bu yüzleşmenin olması için babanın da kesinlikle hikayenin içinde esas bir yerde konumlanıyor olması gerekirdi. Bir aksiyon-reaksiyon ilişkisi gerekiyordu. Bir de oyunculuk konusu var tabi ki. Onu nasıl ikna ettin?
Geçmişte birkaç küçük belgesel yaptığım için belgesel formatını öğrenmiştim. Hikaye inanma, süreçten birşeyler almak gerekiyordu. Ben de 2022 Ocak’ta babamla başladığım konuşmaları bir sonraki yılın Nisan ayında filme aldık. Ben babamı test etmiştim ama beklemediğim oranda açık bir kişilik ortaya koydu. O konuşmalar bile oldukça duygusal geçti. Benim İskoçyada yaşama isteğim, oralı birisiyle evlenmem ve yerel bir insanla bağ kurmam bu aidiyet meselesi etrafından dolaşmamızı sağladı.
Ben terapiye gitme yerine film yapmayı tercih ettim. Fon için başvurunun bitmesine 2 gün kala babamın kısa bir videosunu çekip gönderdim. Benim yönetmen, İskoçyalı Reece Cargan’ın da yapımcı(Bombito Productıons) olduğu proje Stottish Documentary Institute tarafından kabul gördü ve fon almaya hak kazandı. Eşim müzisyen Stuart Brown filmin bestesini ve ses dizaynını yaptı. Gönül isterdi ki daha fazla Kıbrıslı ekipte yer alsın. Bu ülkedeki bir avuç sinemacının birbirini desteklemesi gerekir. İskoç Belgesel Enstitüsü’nden aldığımız fonla 6 günlük bir çekim gerçekleştirdik.

Bu dokü-kurmaca türündeki belgeselde yazılı metinlerin olmadığını ve biraz da spontane bir sohbet olduğunu hissettim.
Hikayeyi geliştirme aşamasında araştırmalar da yaptım. O süreçte babamla röportajlar da yaptık. Hikayeyi sınırladım ve detaylandırdım.  Ben babam için bazı sorular hazırladım ve çekimde o sorular etrafında konuşacağımızı biliyordu. Mekanı da bahçe olarak seçerek çekimi de orada yaptık. Günü bahçede geçiriyorduk.

 

Zorlandığımız durumlar oldu tabi ki ama babam da ben de iyi oynadık”

Hem oyunculuk hem yönetmenlik yaparak, hem de yazılı bir metni olmayan bir filmi çekmek zor olsa gerek.
Evet zorlandığımız durumlar oldu tabi ki ama babam da ben de iyi oynadık. Biz babamın seslerini alıp bir miktarını kullandığımız 45 dakikalık röportajımız sırasında uzun uzun ağladık, ilk kez seni seviyorum kelimesini kullanır. 

Çok itiraflı,çok yüzleşmeli,çok zamanlı,çok anti-travmatik,çok yeniliklere kapı açan film

Senin hayatında film çekmekten çok öte ve derin anlamları olan bir sinema çekim deneyimi yaşadığını düşünüyorum. Filmde yüzleşme var, itiraflar var, yetişkin iki kişinin çocukluk dönemlerine uzanan birbirlerine içlerini açma olayı var, farklı travmalar ve onların dönemlerini analiz etme var. İnsan ister istemez kendini de, kendi anne-babasıyla ilişkisini düşünüyor.
Filmde esas amaçlardan birisi de o hissi verebilmekti. Eğer bu seyirciye geçmişse ne mutlu bana.

“Bir denge sağlamak için Maria’yı da filme kattım ve o karşılıklılık hissini seyirciye verdim.”

Maria’nın ve senin rüyalarında gördüğünüz askerlerin öldürdüğü aileler konusunun karşılıklı olması, rüyadan öte gerçek olması, benzeşen rüyalar değil benzeşen gerçekler olması savaş sonrası travmatik toplum yapılarında görülen durumlar. Travmaların kuşaktan kuşağa aktarılması konusunu film çok iyi yansıtıyor.
Bizim evimiz asker ile bitişik bir evdir ve askerle birlikte büyümenin olumsuz etkileri de rüyalarımda etkisi olmuştur. Üç kızkardeş olarak askerle komşu olmanın bize çok da olumlu etkisi olmadı. Zaman zaman rencide edici davranışlar da oluyordu. Bir komutanın kumarda para kaybederek sarhoş bir şekilde bakkalımız olduğundan dolayı nakit parayı almak için kapımıza dayanması ve babamın av tüfeği ile onun karşısına dikilmesi bu travmalarımızı canlı tutan olaylardır.
Bu rüyalarla ilgili bizim kuşaktan bazı insanlara konuştuğumda bu tür rüyalarla büyüdüğümüzü gözlemledim. Orada bir denge sağlamak için Maria’yı da filme kattım ve o karşılıklılık hissini seyirciye verdim.

Savaşlarda öldürenler erkek, kurbanlar da hem kadın ve çocuklar oluyor. Senin de bu iki kadını seçmen filme bir cinsiyet çalışmaları (gender politics) üzerinden okuma alanı da açıyor görüşündeyim.
Bunu senin söylediğin şekliyle düşünmemiştim ama evet böylesi bir bakışa da açık olabilir.

“Saygı çerçevesinde olgunluk olarak hazır olduğumuz için bu filmi yapabildik.”

Filmde baba Mustafa Diner daha çok milliyetçi-muhafazakar kesimleri sen de daha özgürlükçü-çağdaş düşünceye sahip kesimi temsil ediyorsun ve bir baba-kız yüzleşmesi yanında bu iki görüş de bir iletişim kanalı yaratıyor. Bu çok da kolay olmayan bir diyalog ve uzlaşı kültürüne ihtiyaç duyuyor. Sen nasıl bir düşünceyle çekimleri gerçekleştirdin?
Evet babam sağ kesimi ben de sol kesimi temsil ediyorum.  Babama kendisine ne kadar önem verdiğimi, onu asla üzmek istemediğimi ve bazı konuları olgunlukla konuşarak artık geride bırakmamız gerektiğini anlatarak ve onun da onayını alarak bu çekimlere hazırlandık. O da bu sohbeti istedi. Saygı çerçevesinde olgunluk olarak hazır olduğumuz için bu filmi yapabildik. Ben daha az isyankar, babam da daha az sinirli ve olduğumuz gibi birbirimizi kabul etme (İskoçya’da kurulu bir düzenim olduğunu kabullenme) farkındalığıyla hareket ettik. Biz babamla ciddi tartışmaların olduğu, beni feda bile ettiği bir noktadan buraya gelmek ikimiz adına da büyük bir ilerlemedir.

“Kişisel ilişkilerde evet ama politik sert duruşunda bir uzlaşı göremiyoruz.”

Yine de babanın kaçamak cevaplar verdiği ve tam olarak bu yüzleşmeye hazır ve açık olmadığını görüyoruz. Özellikle de toplumsal ve politik konularda.
Evet hep karşı tarafın suçlu olduğu, hatalar yaptığı, kendisinin ise hiçbir yanlış yapmadığı bir yaklaşımı var. Sağ siyaset içinde büyüyen birisinden beklenen bir davranış şekli bu. Kişisel ilişkilerde evet ama politik sert duruşunda bir uzlaşı göremiyoruz.
Bu filmde ben babamı değiştirme isteğimden dolayı Film, Medya, Gazetecilik bölümünü okuma kararı vermem ama bunca yıl uğraştıktan sonra bunu başaramayarak onu olduğu gibi kabullenme üzerine de yüzleşme yaşadım.

“Kameranın gücüne de vurgu yapmak isterim çünkü ben bu kamerayı kullanmasaydım böyle bir konuşma hayatımız boyunca hiç olmayacaktı.”

Filmde sona doğru bir baba-kız geçmiş hayallerini de konuşuyor. Ne kadar güzel bir noktaya gelmişsiniz öyle. Bir zeytin dalı uzatmışınız gibi sanki de birbirinize.
Tüm konuştuklarımızda kameranın gücüne de vurgu yapmak isterim çünkü ben bu kamerayı kullanmasaydım böyle bir konuşma hayatımız boyunca hiç olmayacaktı. Yönetmen olduğum için bu güç bana geldi. Siyasi kavgalarımızdan hiç birbirimizle ilgilenmeye, birbirimizi tanımaya fırsat bulamamışız. Siyasi yaklaşımları geride bırakıp hayatlarımıza odaklandığımızda olumlu bir yol alabiliyormuşuz. Onun bir futbolcu olma hayali olduğunu, benim bir film yıldızı gibi olma hayalim olduğunu görüyoruz.

“Hayatımızda ilk kez beraber bir şey ektik, suladık ve ortak bir ekili kabağımız oldu. İlk kez ikimizin toprağın altında kök salacak bir bitkisi, ağacı oldu.”

Filmde birlikte ektiğiniz ve suladığınız kabak tohumları ile hayatınızda başka bir evre başladığı hissi oluştu bende.
Hayatımızda ilk kez beraber bir şey ektik, suladık ve ortak bir ekili kabağımız oldu. Birlikte ektik ama o sulayacak, büyütecek ve ben geldiğimde birlikte yemekler yapıp yiyeceğiz. Bir hayali daha gerçeğe dönüştürmek için somut bir adım attık. İlk kez ikimizin toprağın altında kök salacak bir bitkisi, ağacı oldu. Babamla yine benim adıma bir zeytin ağacı fidanı (adı da Miraydır), kameraman arkadaşımız adına ve eşim Stuart Brown adına da birer fidan ekti.

“Annem her zaman kucaklayıcı, destekleyici bir karakterdi. Annem aslında farkında olmadan bir feminsttir çünkü kendi çalışıp bizleri büyüttü.”

Baba ile yüzleşme meselesi gayet açık görünüyor ama anneyi de merak ediyoruz. Ben son kapıdaki sarılma sahnesinden herşey yolunda hissi edindim.
Annem her zaman kucaklayıcı, destekleyici bir karakterdi. Annem aslında farkında olmadan bir feminsttir çünkü kendi çalışıp (bakkal dükkanı işletiyor) bizleri büyüttü. Babamın istikrarsız bir çalışma yaşamı oldu. Ama beni yurtdışında üniversitede okutmak için Güney’de çalıştığını da unutmamak gerekir. Yapıcı ustası olarak orada hem prestij hem de statüsü oldu. Annemle ilgili sorular da sorulduğu için zamanın kısa olması ve konunun çok dağılmaması için baba-kız odağında kalmayı tercih ettim.

Filmin adı Pembe Ay. Bu hikaye ile hangi bağlantıdan dolayı bu ismi kullandın?
Pembe Ay, Amerikan yerli kültüründe baharın gelişiyle birlikte yeniliklere odaklanmayı simgeler. Hasat yaparak kışı geride bırakarak bahara adım atmayı simgeler. Bizim filmi çektiğimiz Nisan ayının dolunayı Pink Moon’dur.

Filmin kapanış sahnesi Kıbrısın gökyüzünde başlayıp İskoçya’nın gökyüzünde biter. Bu da bir ikili yaşamı müjdeliyor belki de?
Kıbrıs’tan kalkan uçağın İskoçya semalarında alçalması ile filmi kapatmak istedik. Gökyüzünde bitsin istedim.

 

“Filmimin sinemacılar üstünde ve izleyici ile bağ kurabildiğini görmek benim için çok değerliydi.”

ISFFC’de filmin hem Kıbrıs Filmleri hem de İskoçya(yapım) dan dolayı Uluslararası Film yarışmasında yarışıyor. Festivalde Kıbrıs galasını da yaptı. Nasıl geçti festival senin için?
Festivalde 3 günlük güzel bir zaman geçirdim. Güzel tepkiler aldım, başka yabancı sinemacılarla tanıştım. Filmimin sinemacılar üstünde ve sinemaseverlerle bağ kurabildiğini görmek benim için çok değerliydi. Sinemanın dolu olması ve babamın gülme sahnesinde insanların da gülmesi, sona doğru duygusal sahnelerde burun çekmeler beni mutlu etti. Soru-cevap kısmı olmaması ise bana göre büyük bir eksiklikti.  Filmin ödül alması da benim için çok anlamlı oldu. Kıbrıs’ta ödül almak benim için büyük bir motivasyon anlamına geliyor.
Filmi göremeyenler için Lefkoşa’nın Kuzeyinde de bir gösterim yapacağız.

Filmin festival yolculuğu nasıl gidiyor?
Dünya prömiyerini BAFTA seçmeleri yapan Edinburgh International Film Festival 2023’de yapmıştık. Daha sonra Scottish Mental Health Arts Festival 2023, Inverness Film Festival 2023, Glasgow Short Film Festival 2024 (BAFTA seçmeleri yapan) ve son olarak da Cyprus Int. Short Film Festival 2024’de gösterildi. Kasım’da DOC NYC’da (OSCAR seçmeleri yapan) Amerika prömiyerini yapacağız.
Ayrıca Glasgow Universitesi'nin Advanced Research Centre'de 15 Kasım'da sinema programında “BorderZone ve UNESCO Refugee Integration through Language and Arts” tarafından beraber düzenlenen programda yer alacak.

Biraz da yeni hayallerden bahsedelim isterim.
Kıbrıs ile bağım sürecek, kimlik meselesi, aidiyet meselesi ve Kıbrıs hikayeleri ilgimi çekmeye devam ediyor. Sinema ile yapımcılık-fon imkanları anlamında bundan sonra daha bilgili ve bilinçli olarak ilgileneceğim.

Röportaj Haberleri