Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com
İnek memesiyle ilk kez buluşmanın mutluluğunu severler ile yolda kalan arabayı ittirme sporunu severlerin rekabeti kızışırken, devrimci milletvekili aday adaylarının vekil olabilme ihtimallerini meşrulaştırma çabalarının, devletten maaşlı tüccarların parti bütçesi çalışmalarının ve yancı danışmanların yanlı yorumlarının buluştuğu noktada yine UBP-DP’den kurtuluş destanı yazmaya hazırlanıyoruz. Sonuç tonlarca kara mizah öğesi olacak ama kara mizaha meze olmanın “bedelini” ödemek isteyenler, unvan sahibi olma ihtimalinin hazzıyla avuçlarını ovuşturmaya başladılar bile.
Stratejik derinliği dibine kadar ölçenlerin yaptığı sondaj çalışmalarına göre, önümüzdeki üç dört ay içerisinde önemli bir yarış başlayacak. Doğanın her bir rengini ele geçirenler, ona uygun renkli kravatları, afili fularları hatta dayanılmaz sıcaklardan koruyucu, seçmen dostu şapkaları iledosta güven, düşmana korku, yandaşa para sağlayacak araç konvoyları ile her büyük kentin, en işlek caddesinde “biz bu haltı neden yedik” turlarına çıkacak.
Açılan kumarhane, gece kulübü ve üniversite sayıları arasındaki rekabetin gün geçtikçe hızlandığı ada yarısında, deniz kenarında kıstırdığımız boş araziye beş yıldızlı hotel ile birlikte kumarhane, şehir merkezinde bulduğumuza ise üniversite diye insanlara yutturduğumuz binalar dikme yarışları ise son hız devam edecek. Kara para aklama cenneti, vergi kaçırma diyarı ve de Akdeniz’in yarım incisi, Kuzey Kıbrıs Limited Şirketinin ödenekli yönetici kadro rekabeti tek liste ile gerçekleşecekmiş.
Düğüne gidip seçim kazanabilme ihtimali olanlara karşı düğüne gitmeyi sevmeyip seçim kazanabilme ihtimali olanlar arasındaki amansız mücadelede düğün korkusudemokrasiden bir adım daha uzaklaşılarak sağlanacak bu seçim yarışında. Mikrofona yakın, insanlara uzak olanın seçim kazanabileceği “dahiyane”uygulamanınilk kez deneneceği amansız yarışta, demokrasi adına tek kelime etmeden seçim sistemi mühendisliğinde çağ açarak ulaştığımız yeni yöntem sayesinde yepyeni bir seçim, yeni yüzleri olabildiğince eski yüzlere benzetecek.
Demokrasi ayıbı ve seçim sistemimühendislik harikası olantek listeye uygun seçim pusularını basacak teknolojiden yoksunuz. Böyle önemsiz detaylar olabilir ama Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletinin hükümet seçiminde aday olacak mebusların, buradaki saçmalığı görmemeyi tercih etmesi, “milletin vekili” olmak için kabarık meyhane faturaları ve tükettikleri et miktarının yanında olsa olsa ödedikleri bir başka “bedel” olacak.
1438’de Avrupa’da Johannes Gutenberg’in kurduğu matbaayı zor bela 1720 yılında İbrahim Müteferrika Osmanlıya getirtmişti. 2017 Kuzey Kıbrıs’ındaise onlarcasının heyecan duyduğu tek bölgeli adayların ismini içinde barındıracak seçim pusulasını basacak aletedavat mevcut değil.
Her biri için böbreğinin tekini satmaya hazır adayların istedikleri oy kaydını tutacakkâğıt parçacığı henüz üretilmiş olmasa da, çözüm; deniz aşırı bir yerlerde üretilecektir şüphesiz. Zaten, bir önceki seçimde henüz icat bile edilmemiş olmasına rağmen oy vermediğimiz için alenen bütün günahlara ortak olduğumuz parti kadar öngörü sahibi olabilseydik muhtemelen tek listeyi basacak gıcır bir matbaamız bile olurdu.
Duruma göre suyu, parayı, güvenliği, askeri, polisi, kumarı ve mafyayı gerektiği zamanlarda aldığımız ve bedelini ‘haysiyetimiz’ ile ödediğimiz deniz ötesi merkez tek bölgeli pusulayı basacak aletin gıcırını edinene kadar bir kıyak geçip seçmen listesi sağlayacak. Deniz ötesinde hazırlanacak oy pusulalarıyla “mücadelemizi” kazanabiliriz pek tabii ki. Bu yüzden esaslı “mücadeleye” odaklanalım. Kazanma derdiyle aday listelerine odaklanalım. Kurtuluşun öncüleri üretiliyor bu aralar kalabalık toplantılarda kurtuluşa çare olarak. Aklı başında, karizmatik ve makul olmak ise “mücadele” kazanmanın ön şartlarını oluşturuyor.
Mitolojiköğrenilmiş bir tekrar mı, yoksa psikolojik bir anomali mi bilinmez ama kurtarıcıya olan gereksinim doğal olarak kendini kurtarıcı olarak gören mesihlerin belirmesine olanak sağlıyor. Kurtuluş kavgası verilmeye gereksinim olmadan, kurtuluş kavgası veriliyormuş gibi yaparak geçen on yıllarda, garantili özgürlüğü kendimize yeterli olarak gördüğümüzden olacak, süngülü demokrasinin, süngüsüz ve mağrur koruyucuların seçimi önem kazanıyor.
Neye ve kime karşı olduğunu bir türlü bilmediğimiz ve yaratıcı muğlaklığın bir hayat biçimi haline geldiği koşullarda, muğlaklığın derinleşmesinden başka bir işe yaramayan türden, “mücadeleli” ve de“önemli günlerin” arifesindeyiz yine. Seçim ve siyaset ekseninde yaşanan kısırlık rejim sorunuysa, üzerini iyice örterek tartışmalıyız nihayetinde. Sorunlu yapının sorunsuz uygulanacağı iddiası ile yürünecek “kendi yolumuz” nereye varacaktır bilinmez ancak haysiyet, özgürlük ve adaletin sokağına girmeyeceği kesin.
Gidilecek olan yolun belli olmadığı, geçici çözümlerin dahi ortaya konul(a)madığı aciz tabloya rağmen, siyasi partiler ne seçim öncesine ne de seçimden sonrasına dair kapsamlı bir pozisyon dile getirmedi. Hatta siyaseten geçerli sayacağımız tek broşür bile üretmeyi başaramadı. Milletvekili adayı denen ama esasında herkesin kabul edeceği bir unvana sahip olma arzusunun ilk unutturduğu utanç duygusu olmalı öyle ki üst akıl bize seçim yarışının kendine, yarışa katılanlara ve yarışı kazanacaklara güvenmemiz gerektiğini telkin ediyor.
Bir süredir iç siyasete dair seçimlerin anlamsız ve sonuçsuz olduğunu kanıksadığımız kuzey kıbrıs’ta, siyasetçiler yemek tarifinden hallice yorumlar yaparken, akademisyenlerin bürokrat olarak kendilerini konumlandırmaya başlamasıyla bu yapının ne sağında ne solunda bir aydınlanma yaşanmasının mümkün olmadığı da kesinleşti diyebiliriz.
Seçim anketlerinde “oy vermeyeceğim” diye beyanat veren en büyük örgütsüz siyasi partiye mensup insanların, kurulan rejim ile önemli bir çoğunluğun yabancılaşma yaşadığını açıkça ortaya koymaktadır. Ancak siyasi elitlere göre bu “marjinelleştirilmiş unsurların” bir an evvel doğru yola devşirilmesi gerekmektedir. Kral çıplak ya da “mesih yok ve gelmeyecek” diyecek olanların çoğaldığı bu koşullarda, mesihmiş taklidi yapmak da “zor zanaat” olmalı.
Ancak, rejimin marjinalleştirerek ana akımdan uzaklaştırdığı bu yersiz yurtsuz takımın sıradan insanlardan müteşekkil olması önemli bir noktadır. Çoğunun özel sektörde güvenliksiz çalışması, kamudakilerin eşit iş yapıp eşit ücret alamaması, esnek çalışma saatleri diye çalışmaktan imanının gevrediği kan emici koşulları sineye çekmeleri ve hayatlarına her şey normalmiş gibi devam etmeleri çok uzun sürmeyecektir muhakkak.
“Çözüm olmazsa KKTC yolunda yürür” diye beyanat veren Cumhurbaşkanının, yürünecek yolun güzergahını umursayıp umursamadığı bir yana, yolu yürütecek siyasi partilerin rejim tartışmasına dahil olmak yerine peşkeş ya da istihdam ile geleceği kurmayı tercih ettikleri bu önemli günlerde seçimlere gidecekmişiz mesaryanın kuzey yarısında...
Cenevre’den beyaz duman görülmesinden ya da görülmemesinden bağımsız olarak, esas ihtiyaç, adanın kuzeyinde ikamet edenlerin siyasi temsiline dair konuşabilmekten geçmektedir. Yani bugüne kadar yaratılmış ve her gün yanlış tuğla koyarak büyütüp geliştirdiğimiz rejim üzerine konuşmalıyız.
Neden mi?
Toplumun büyük bölümü partilerin arasında fark olduğuna inanmadığını ortaya koymaktadır. Beyanatlarının altında rejim ile ilgili kaygıları ve endişeleri yattığı açıktır. Rejim ile barışmak ya da barışmamakla ilgili seçimde dahil rejimin kendini konuşmak gerekmektedir.
Nihayetinde, sistematik veya yapısal sorunların çözümü, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi meseleler elitlerin değil insanların sorunudur. İnsanlar ise kadın, erkek, yerli, yabancı, kimlikli, kimliksiz herkesi ve bu adada gelecek kurmak isteyen her bir bireyi içine almaktadır.
Maalesef, siyasi elitlerin bu gerçeği görmezden gelmesi muhtemeldir.Bu tercihleri ile varacağımız köyün minaresi de daha derin kutuplaşmadan başka bir şey değildir.