Mesleki onur ve onca yılın kavgası

Cenk Mutluyakalı

- GazeddaKıbrıs’a dair bir son yazıdır bu -


“Mesleki onur kaç paraya satılıktır?”
Bu sorunun muhatabı, Yenidüzen ve Kanal Sim için ikimiz oluyoruz, Sami’yle…

Peki sorunun sahibi kim? Bilmiyoruz. Gazetecilik mesleğiyle kaç gün ya da kaç ay yaşamayı denemiş acaba? Kalemden mi kazanmış ekmeğini? İnsanın ağırına gidiyor elbette, otuz sene üzerine titrediğiniz bir değer böylesine kolay sorgulanıyorsa eğer…
TRT’den bir dizi reklamı yayınladık diye bu!
Biliyorum, öyle sıradan bir dizi değil…
Yine “karar verici” rolünde olmamıza içerlemiştik bizler de teklif geldiğinde…

Mesleki onurunuzu sattınız” diyor aslında GazeddaKıbrıs yazarı, güya soruyor gibi…
Keşke imzasını atsa üzerine, çünkü bir haber vermiyor, yorum yapıyor.
İnsanın fikrinin üzerine imzasını atabilmesi de bir özgürlük sorunu olarak karşımıza çıkıyor.

*  *  *

TRT’nin Kıbrıs’a dair o iğrenç dizisinin reklamını yayınladığımız için eleştirilerde haklılık olabilir, ancak “mesleki onur” ve “satılmışlık” sözleri yıkıcıdır.

GazeddaKıbrıs, çalışanı olmayan ve dıştan kolektif destekle alternatif söz yaratma çabasında bir yayın… Tümü gazetecilik faaliyeti dışında gelir elde ederek yayıncılık yapıyor.

Yenidüzen ve Kanal Sim’in de tüm üretenleri farklı işlerde görev yapsa ve tamamı gazetecilik dışında gelir elde etseydi eğer, o reklamlar da burada yayınlanmazdı.

Çok mu keyifle bu reklamları yayınladığımızı sanıyorsunuz?

“Barış ve Özgürlük Bayramınız Kutlu Olsun” diyen reklamları da öyle severek yayınlamıyoruz, savaşın bayramı olmaz diye yazarken…

“Biz fikrimizi yazar, eleştiririz, onlar kendi dizilerinin reklamını yapar, engellemeyiz” diye kendimizi teskin ederek reklamları kabul ettik. Deniz ötesinden gazeteci dostlarımızla söyleştik, karar verirken… Kimse de reddetmemiş…

“Bu reklamları size yakıştırmadık” diyenleri anlıyor, bizi - samimiyetle - sevenleri hayal kırıklığına uğratmışsak da bunun üzüntüsünü yaşıyoruz.
Yine de…
“Barış gazeteciliğinin en temel ilkelerini sattınız” yakıştırması, zorbaların yaptığı kadar çirkin bir iftiradır bize…

O kadar mı kolay böylesi ağır ithamlar yapmak… GazeddaKıbrıs’taki arkadaşlara soruyorum; onca yılın emeğine, düşüne, üretimine, kavgasına leke sürmek bu kadar mı sıradan sizce?

Hepimizi tanıyorsunuz, hayatlarımızı biliyorsunuz, sahip olduklarımızı, adanmışlığımızı, bir avuç ülkede yaşıyoruz birlikte, böyle mi kazanacağız bu yurdu yeniden…
O yorumda imza olmadığı için yayın kurulundaki arkadaşlara soracağım, sevgili Nuri Sılay, Mertkan Hamit, Turgut… Kime satıldık, hangi hakikatten ayrıldık, fikrimizde ne değişti?

*  *  *
Yirmi senedir bu medya grubunu yönetiyoruz ve ayıptır söylemesi, hani bu reklamlar yayınlandı ya, bu ay yine, bu kurumda çalışan 40’a yakın insanla asgari ücretin az üzerinde bir geliri paylaşabilmek için reklam ve destek arayacağız.

Öyle fukaralık edebiyatı da değil niyetim çünkü bu yönde tercihimizi yaptık, yetmez kendimiz, yıllardır ailelerimize de bedel ödetiyoruz.

Kurumsal yayıncılıkta “reklam” olgusunu hiç irdelemeden bu kadar yıkıcı davranmak sizi rahatsız etmiyor mu? Her gün daha az insan gazete satın alıyor ve daha çok insan gelişmeleri internetten, herhangi bir ücret ödemeden takip ediyor. Çok daha fazla gazeteciye ihtiyaç var böylece, uzun saatler çalışmaya, yatırıma, dönüşüme… Her gün gelir azalırken, gider artıyor. Devlet desteği olsa hükümete ‘satılıyoruz’, parti desteği olsa ‘siyasete’, reklam alırsanız ‘sermayeye’, ülke medyası ‘mafyaya’ sığınıyor giderek ve ‘derin bağışçılar’ da kurumlardan çok kişilerin peşine düşüyor artık! Maliye’nin gelirlerini paylaşan yok. Bunların hiçbirini tartışmadan sahip olduklarımızı da yıkarak seslerimizi çoğaltmayı nasıl başaracağız?
Bu medya grubunu nasıl yaşatacağız, bir öneriniz var mı acaba?

- İlginçtir yine aynı gazete ve yine ‘saklı’ bir yazar, daha evvel bu kez kuruluş yemeğimizde Tufan Erhürman var diye, ‘medya patron çelişkisi’ başlığını atmış, öyle sorgulamıştı. -

“Kaç paraysa söyleyin verelim” kabalığına da gerek yok, çünkü zor zamanlarda bağışlarıyla bize güç verenlerin samimiyetini biliyoruz zaten… Ama doğrusu “sürdürülebilir” olmaz bu! Web sayfamızda her özel haberin sonunda “barış gazeteciliğine destek olunuz” diye dayanışma linkimiz var, ancak buradan gelen bağışlar, pandemideki kapanma süreci dışında, bir ayda birkaç bin lirayı hiç aşmamıştır.

*  *  *
Bir aylık personel giderinin beşte birine denk bir reklam rezervasyonu için bu yayın grubuna ve bizlere yaptığınız yakıştırmadan gerçekten huzurlu musunuz? Size makul mü geliyor bu suçlamanız, hakkaniyetli mi? Bir reklam, onca senenin terini ve bu medya grubunun değerini anlamsızlaştırıyor mu?

Evet, barış gazeteciliği için gece, gündüz çabalıyoruz ve farkındayız çok kolay değil. Çünkü bu çaba sesimiz çok daha etkin, güçlü, yaygın olursa anlamlanıyor. Fikir özgürlüğü için direniyoruz… Yetmez gibi bir de yaşama ağrısı asılıyor boyunlarımıza…

“Zafere Doğru: Kıbrıs” diyorlarsa eğer tarihi çarpıtarak, kanla, hınçla, düşmanlaştıran ve beyin yıkayan bir hırsla… Böylesine acımasız olduğumuz içindir birbirimize… Böylesine sevgisiz…

“Mesleki onur kaç paraya satılıktır?” diye soruyorsunuz ya… Bir gün gelir, umarım utanırsınız, utandırırız umarım, imzanızı atmaya utandığınızdan fazla utandırırız, “eleştiri” kılığında diziden beter yaptığınız bu linçten…