METİN AVDAÇ ile Sabahattin Ali’nin izinde

“Hiçbir çalışmamı çok da fazla hesap ederek yola çıkmadım. Bir anda zihnime düşen, beni etkileyen konular üzerine çalıştım. Sabahattin Ali de böyle oldu. Türkiye’de ilk kez Sabahattin Ali belgeselini ben yaptım.”

Simge Çerkezoğlu

Yönetmen Metin Avdaç ile tanışıklığımızı Sabahattin Ali’ye borçluyum. Yıllar evvel sıradan bir okur olarak başlayan Sabahattin Ali merakım zaman içinde yazdığı tüm kitapları, onunla ilgili yazılan tüm kitapları okumamı beraberinde getirdi. Ardından ona dair açılan tüm sergileri takip etmeye başladım. Sevdiğim pek çok Türk yazar olmasına rağmen Sabahattin Ali bambaşkaydı. Belki hunharca öldürülmüş olmasıydı beni en çok etkileyen, belki de sıradan insana dair yazdığı sıra dışı hikâyeleri. Böyle bir süreçte işittim Metin Avdaç ismini. ‘Sabah Yıldızı’ isimli belgeseliyle onun tam anlamıyla izini sürmeyi başarmıştı. Ben de onun izini sürerek, ‘Sabah Yıldızı’ belgeselini sonunda İzmir’de izlemeyi başardım ve Metin Avdaç’ı daha yakından tanıma fırsatı yakaladım.

Metin Avdaç Batman’da dünyaya geldi, 1970’li yıllarda geçen çocukluğunda en büyük eğlencelerinin sinemaya gitmek olduğunu anlatıyor, sinema merakı çocukluk yıllarına dayanıyor.  

“Batman’da haftanın üç günü sinemaya giderdik. O yıllarda yazlık sinemalar da vardı. Hiç unutamam ‘Avara’ filmi de o yıllarda izlediğim filmlerdendi. Haftanın iki günü yerli iki günü de yabancı filmler olurdu. Pazar sabahları ise çocuklar için özel seanslar vardı. İlkokul ve ortaokulu Batman’da okudum. Babam Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda işçiydi. Liseyi bitirdikten sonra tek kaygım çalışmaya başlamak, kendimi güvenceye almaktı. Türkiye’nin sosyal yapısı insanları güvence altına alacak kadar iyi değildi, buna biraz da mecburdum. Askere gittim, döndükten sonra 1984 yılında Trakya’ya yerleştim. Lüleburgaz’da elektrik kurumunda işçi olarak çalışmaya başladım. Bu arada 1990’lı yıllarda fotoğraf çekmeye başladım.”

“Hayatın içinde yetişen birey olarak bunu toplumla paylaşmak istedim”

1989 yılında İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’nin fotoğrafçılık kurslarına katılmasıyla hayatının değiştiğini anlatan Avdaç, böylece profesyonel düzeyde sanatla ilgilenmeye başladığını anlatıyor.

“İFSAK hayatımda çok önemli bir değişim yarattı. Orada aldığım kursun ardından ilgi alanımın belgesel fotoğrafçılığı olduğunu keşfettim. Bu alanda üç önemli çalışmaya imza attım. ‘Işığımızın Emekçileri’, ‘Torakçılar’, ‘Beyaz Saray’. Üçü de çok başarılı oldu, çok ilgi gördü. Hep hayatın içinde yetişen birey olarak iyi gözlemci olduğumu, bazı kesimlerin içinde yaşadığı zulmü, baskıyı gözlemleyince de bunu fotoğrafla, toplumla paylaşmayı istedim. Kendime bunu görev edindim. ‘Işığımızın Emekçileri’ projesinde elektrik işçilerinin hikâyeleri vardı. ‘Torakçılar’ projesinde ise Stranca dağlarındaki köylerde yaşayan orman işçilerinin hikâyesini fotoğraflarla anlattım. ‘Beyaz Saray’ ise şiddeti işleyen bir projeydi. Sinemaya geçişim 2005 yılında oldu. İlk başta hedefim sinema eğitimi alarak bu alanda çalışmaya başlamaktı. Fakat 2006 yılında Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde torakçılık mesleğine son verme kararı alındı. Ben de böylece aniden belgesel çekmeye başladım. Bir anda sinemaya giriş yaptım. Fotoğraf sanatı, film izlemek, teknik konusundaki bilgimle Torakçıların hikâyesini belgesel filme dönüştürmeyi başardım, 2009 yılında da gösterimini yaptım. Bunu ‘Çotanak Yolunda’, ‘Kara Altından Mikrofona’, ‘Siyah Beyaz ve Çok Renkli’, ‘Sabah Yıldızı’, Al Jazeera için yaptığım belgesel ‘Yüksek Gerilim Cambazları’, ‘Işığımızın Emekçileri’ ve ‘İki Elin Sesi’ belgeselleri takip etti. Kara Altından Altın Mikrofona belgeseli ile TRT belgesel ödülü kazandım. Bu belgeselde Batman orkestrasını anlattım. Orkestrası 1968’de Hürriyet gazetesinin şarkı yarışmasını kazanmıştı, çocukluğumun bir simgesi gibiydi. Türkiye Petrollerinin orkestrasıydı, cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye böyle bir yerdi. Her kamu kuruluşunun bir orkestrası olmak zorundaydı. 2000 yılından itibaren hepsi tamamen yok oldu tabii. Böylece 2009 yılından bu yana sekiz belgesel yaptım. ”

“Bir anda beni etkileyen konular üzerinde çalışıyorum”

Metin Avdaç’a dair kuşkusuz beni ilgilendiren esas konu Sabahattin Ali… Onun belgeselini yapmayı başaran ilk yönetmen oluşu. Sabahattin Ali önemli bir edebiyatçı, aydın, eğitimci olması yanında ne acı ki Türkiye cumhuriyet tarihinde faili meçhul cinayete kurban giden ilk kamusal figürdür…             

“Belgesel yapmak için önce benim, konuya inanmam lazım. Hiçbir çalışmamı çok da fazla hesap ederek yola çıkmadım. Bir anda zihnime düşen, beni etkileyen konular üzerine çalıştım. Sabahattin Ali de böyle oldu. Türkiye’de ilk kez Sabahattin Ali belgeselini ben yaptım. Benden önce sadece TRT bu konuda televizyon belgeseli yapmıştı. Ben çok daha geniş kapsamlı bir çalışmaya imza atmayı başardım. Sabahattin Ali’nin benim için özel bir yeri var. Onun trajik biçimde katledilişi bende büyük izler bırakmıştı. Kitaplarını okumuştum, şiirlerini, hayatını biliyordum. Daha sonra Ayvalık’a giderek Filiz Ali ile tanıştım. Bana destek verdi. Böylece belgesele 2010 yılının Temmuz ayında çekimlere başladık. Bu çalışmam iki yıl sürdü. Onun yaşadığı tüm ülkelere, Türkiye’de yaşadığı tüm şehirlere, yattığı tüm cezaevlerine gittim. Hayatına ciddi anlamda dokunan herkesle görüştüm. Almanya, Bulgaristan ve Türkiye olmak üzere üç ülkede çekimler yaptık. Zaten Sabahattin Ali Bulgaristan’da Kırcaali kasabasına bağlı Ardino köyünde dünyaya gelmişti. İzini sürmeye oradan başladım. Babasının görev yaptığı askeri komutanlık bugün zaten müze olarak kullanılıyor. Edremit’te geçen çocukluğu, hayatının bir dönemi Almanya’da Berlin’e yakın Postam kasabasında geçmişti. Oraya da gidip çekimler yaptık. ‘Kürk Mantolu Madonna’ kitabında geçen mekânlar bu kasabanın mekânlarıdır. Sinop, Konya, Paşa Kapısı, Aydın cezaevlerine gittik. Yirmi kişiyle röportaj yaptık. Bunların on altı kişisi onun çok yakın olduğu ailesi, dostu insanlardı. Belgeselde konuştuğumuz insanlar arasında bugün sadece dört kişi hayatta. Bu belgesel bu açıdan da çok önemli, bundan sonra ne proje yaparsam yapayım hayatımdaki Sabahattin Ali süreci hiç bitmeyecek. Gösterimleri de devam edecek. On yıl sonra da bu belgesel konuşulacak, izlenecek. Hatta zamanla daha da kıymetleniyor.”

“Sabahattin Ali’ye çocukluğunda sabah yıldızı denirdi”

Kuşkusuz belgesele ‘Sabah Yıldızı’ isminin verilmesinin özel ve duygusal bir anlamı var. ‘Sabah Yıldızı’ Sabahattin Ali’nin lakabıydı.

“Sabah Yıldızı isminin sebebi aslında biraz da tesadüf oldu. Asım Bezirci, Sivas katliamında yakılan edebiyatçılardan, Sabahattin Ali’nin hayatı ile ilgili bir kitap yazmıştı. Orada okumuştum, çocukluğunda özellikle mahalledeki kadınlar ona ‘sabah yıldızı’ diyerek çağırırmış. Biliyorsunuz sabahları erken saatlerde gökyüzünde tek bir yıldız olur her zaman. Bu yıldız özellikle çobanlara yol göstericidir. Günışığında bile parlar, görünürdür.  Sabahattin Ali’nin de özel bir çocuk olduğunu, parlak kişiliği ile ileride insanlara yol göstereceğini anlamışlar herhalde ki ona bu şekilde seslenmişler. Çok etkileyici, çok güzel bir lakap…”

“Sabahattin Ali Türkiye’nin aydınlanması için pek çok yazı yazmıştır”

Belgesel boyunca Avdaç’ı en çok üzen detay Sabahattin Ali’yi bilmeyen insanların varlığı olmuş. Oysa Türkiye’nin genel olarak bilgi seviyesi, eğitim ortalamasına bakıldığında bu durum beni hiç şaşırtmıyor.  

“Sabahattin Ali belgeselini yapmak çok zor oldu. Çok stres, zorluk yaşadım. Fark ettim ki insanların çoğu Sabahattin Ali’nin kim olduğunu dahi bilmiyor. Önce bu beni çok üzdü. Sabahattin Ali’yi şarkıcı sanan oldu. Okuduğu okulun bugünkü müdürlerinden biri onu hiç duymadığını, tanımadığını söyledi. Bilmeyen sinemacılar, gazeteciler bile çıktı. Sabahattin Ali özellikle 1940’lı yıllarda çok zorluklar çeken bir isim oldu. Türkiye’nin aydınlanması özgürlüğü, bağımsızlığı için yazılar yazmış, pek çok kez cezaevine girip çıkmıştır.”

“Lokum sandığı isimli bir kısa film çalışmasına başladım”

Şu anda kurmaca bir kısa film üzerinde çalışan Avdaç’ın bundan sonraki hedefi uzun metraj bir film çekmek…. 

“İzmir’e bağlı Bergama kasabasında kendi çocukluğumla ilgili kurmaca bir film çekmeye başladım. Lokum Sandığı ismini taşıyor. Çocukken lokum sandığından ben projeksiyon cihazı yapmıştım. Hikâyeyi bunun üzerine kurguluyorum, on iki yaşlarında hayaller kuran, sinemacı olma isteği ile büyüyen bir çocuğun hikâyesini anlatıyorum… Kendi çocukluk hikâyem, fakat Batman’daki şartlardan dolayı 80’li yılların kasaba görüntüsüne olan yakınlığı ile en uygun mekân olarak Bergama’yı belirledim. Dostluğu pekiştiren, dayanışmayı gösteren biraz hüzünlü biraz da mutluluk veren kısa film olacak. Bu projede başarıya ulaşabilirsem daha sonra uzun metrajlı bir kurmaca film çekme hayalim var.” 

                         

       

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dergiler Haberleri