Tuncer Bağışkan
1974 yılından sonra Mevlevi adıyla bilinmeye başlanan tarihi Kyra köyü, Güzelyurt körfezinden denize dökülen Ovgos deresinin güney eteklerinde ve Güzelyurt ana yolu üzerindeki Serhatköy (Filya) ile Şahinler’in (Masari) kuzeyinde bulunan küçük bir köyümüzdür. Yıllar önce bu köyün çevresini avcunun içi gibi bilen dostum Özay Mengi ile ziyaret etmiştim. Ziyaretim sırasında bölgenin antik mezarları ile Ayios Yeorgios Rigatis manastır Kilisesi hayli ilgimi çekmişti. Geçtiğimiz Kasım ayında yine ayni yerleri Özay Mengi’nin yönlendirmesiyle yeniden ziyaret ettiğimde, bu sefer gurubumuzda Bosna piramitlerini keşfeden Prof. Dr. Sam Semir Osmanagic de vardı. Bosnalı bir arkeolog olan Osmanagic bizlere, girişlerinin üst başlarında Menhir gibi dikili büyük taşlar bulunan bölgedeki antik mezarlar ile Kozanköy girişindeki piramide benzer tepenin enerji ölçümlerinin yapılması halinde, dünyaca ünlü yerler arasına girme olasılıklarının bulunduğu mesajını verirken, bu işe talip olma arzusunda olduğunu da Aspen, Işıl Reklam ve Yakın Doğu Üniversitesi ilgililerinin bilgisine de getirmişti.
KÖYÜN TARİHİ GEÇMİŞİ
Köyün güneydoğu bitişiğindeki bir arazide arkeolojik bir mezarlık alanı bulunduğundan Kyra köyü ile yakın çevresinin eski bir yerleşim birimi üzerine kurulmuş olabileceği izlenimi edinilmektedir. Köyün güneydoğu girişinde bulunan antik mezarlık alanında kayaya oyulmuş mezarlar dikkati çekmektedir. Bu mezarların birkaç basamakla aşağıya inen birer yolu ve kuzeye bakan kapı geçidinden sonra tünel şeklinde uzun bir mezar odası bulunmaktadır. Mezar odalarının bazılarının duvarlarında cesetlerin içine yatırıldığı kayaya oyulmuş nişler vardır. Mezarlar yıllar önce soyulduklarından tarihleri bilinmiyor olmasına karşın, M.Ö 1600 – 750 yıları arasına giren Geç Tunç ile Geometrik devirlere tarihlenmeleri olası görülmektedir.
Köy civarındaki ‘Chiftlikia’, ‘Kyra - Alonia’, Kaminaria’, ‘Sideropetres’ ve ‘Palaeokastro’ mevkilerinin de birer arkeolojik eski eser alanı oldukları arkeoloji literatürüne girmiştir. Nearhos Kleridis, köyün doğu ucunda Ayios Yorgis Rigatos (Kral Ay. Yorgi Taşı) adıyla bilinen bir taş bulunduğunu saptarken, köyün doğu kısmında da bu isim altında pek çok mülkün bulunduğu saptamasında bulunmuştur. Köyün yanında yumuşak mermer ocağı bulunduğu bilgileri de edinilmektedir. Bu nedenle kültürel mirasın korunması adına, bu alanların ilgili makamlar tarafından teker teker saptanarak arkeolojik sit alanı olarak listelenmeleri gereği ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Ortaçağa ait Franco (1570), Abraham Ortelius (1573) ve Blaeu (1635) haritalarında köyün adı CHORA olarak geçmektedir. Ortaçağ’da köy ile çevresinin Chora adında bir dere beye fief olarak tahsis edildiğinden bu adla bilinmiş olabileceği kaydedilmektedir. Köyün Ovgos Deresi yanında bulunması nedeniyle Erken Hıristiyanlık döneminde burada bir göl bulunduğu da kayda geçirilmiştir.
Daha sonra köye Kyra adı verilir. Bu ad Rumcada Bakire Meryem (Panayia) anlamına gelirken, “Ev sahibesi” ve ‘hanım’ anlamına da gelmektedir. Konuyla ilgili bir rivayete göre, Eksomedoş ile Mağusa krallarının çocukları olan iki kuzen birbirleriyle evlendikten sonra Kyra yanındaki Philia (Filya) köyüne yerleşmişler. Kadının eşi vefat ettikten sonra dul kalan kadın “Kyra” adıyla bilinmeye başlandığından, adı köye de verilmiş. Konuyla ilgili olarak araştırmacı-yazar Nearhos Kliridis’ın saptadığı bir başka rivayete göre, bu köyde Hanımefendi anlamına gelen Kyra adında bir prenses yaşarmış. Bu prenses köydeki 200X100X10 ayak ebadında olan bir havuzda yıkanırmış. Bu nedenle köy ile özdeşleşen bu prensesin adı köye verilmiş.
OSMANLI DÖNEMİNDE KYRA KÖYÜ VE RİVAYETLERİ
Osmanlı döneminde Rumlara ait bir köydü. M.Ö 1831 yılı nüfus sayımında Hristiyanlardan oluşan 52 kişilik bir erkek nüfusu vardı. Ancak 1911 yılında köyde saptanan 12 kişilik Müslüman nüfusun daha sonraki yıllarda varlıklarını sürdüremedikleri anlaşılmaktadır. 1833 yılına ait Mal varlığı (Temettuat) defterine göre köydeki Hristiyanların mal varlıkları 26 ev, 9525 dönüm tarla, 1 havuz, 6 dut ağacı ve 53 zeytin ağacı iken, Müslümanlara ait mal varlığı ise 1 ev, 597 dönüm tarla, 100 zeytin ağacı ve 1 havuzdan ibaretti.
Tamamı Rum olan bu köydeki arazilerin Müslümanların eline nasıl geçtiği şimdilik kesin olarak bilinmemektedir. Bazı anlatımlarda buradaki Müslüman mallarının Hristiyanların eline nasıl geçtiği üzerinde durulurken, bazı anlatımlarda ise Hristiyan mallarının Müslümanların eline nasıl geçtiği üzerinde durulmaktadır. Bir anlatımda Lefkoşa’daki Mevlevi Tekke’nin yapıldığı arazinin M.S XVII. Yüzyılın başlarında Kyra köyünden olan Emine Hatun’un verdiği bir arazi üzerine yapıldığı bilgileri yer almaktadır. Nitekim 1883 yılında yayınlanan Captan. M.B. Seager raporunda, Omorfo nahiyesine bağlı olan ve ‘Cira Çiftliği’ ile ‘Straka Çiftliği’ adlarıyla da bilinen çiftliğin gelir fazlalığının Mevlevi dervişlerinin iaşe ile elbise teminlerine harcanması amacıyla Haydar Paşa’nın kızı olan Emine Hatun tarafından ‘Emine Hanım Vakfı’ oluşturulduğu kayıtlıdır. Rivayet göre önceleri bir Hristiyan olan Kyra köylü Emine Hatun, Mevlevi Tekkesine vakıfta bulunduğu gerekçesiyle vefat edince köydeki Hristiyan mezarlığına gömülmesine izin verilmemiş. Bu nedenle adına vakıf oluşturduğu Mevlevi Tekke bahçesine gömülmesi kararlaştırılmış. Şu anda bu mezar tekkenin gerisindeki bahçede bulunmaktadır.
Kyra köyü ile yakın çevresinin geçmişiyle ilgili derin bilgi birikimine sahip olan Adem Sadrazam, konuyu şu şekilde bilgime getirilmiştir: “Bana anlatıldığı kadarıyla Vakıf malı olan Cira çiftliği, önceleri adı pek bilinmeyen bir kadına aitmiş. Bu kadının bir de oğlu varmış. Herkes onu Ağa diye bilir, her konuda onun dediği olurmuş. Çiftliğin sınırları çok genişmiş. Eskiden Filya diye bilinen şimdiki Serhatköy de bu çiftliğin hudutları içindeymiş. Ağa zevkiyle keyfine düşkün birisiymiş. O sıralarda Cira çiftliği hudutları içinde çok büyük bir gölet varmış. Ağa bu gölette sevgilisiyle kayık gezinti yaparmış. Göletin kenarlarına yerleşen Ağanın 15 adamı, kayığa başlanan ipleri sağa sola çekmek suretiyle yüzdürürlermiş. Ağa da gemide sevgilisiyle sevişirmiş. Bir gün Ağa sevgilisini öptüğü için çiftliğin bir bölümünü ona hediye ederken, o yerin adını da ‘öpme’ anlamına gelen Filya koymuşlar. Ancak ağanın bu hareketine yaşlı anası çok kızmış. Çiftliğin elden gideceğini düşünerek ölümüne yakın Ağadan habersiz çiftliği vakıf etmiş. Bu nedenle o günden sonra adı ‘Hanım’ anlamına gelen ‘Cira çiftliği’ olarak bilinmeye başlanmış. 1963 olaylar başladığında çiftliğin kiracıları Yorgozlu iki kardeş olan Mehmet ve Sadık Akbıyıklı idi. O zamanlar bu gölet havuz adıyla bilinmekteymiş. Yağmurun az yağdığı senelerde havuz su tutmadığından buraya ekim zamanından sonraki günlerde (epsima) Gara başak Ciberunda cinsi buğday ekerler, hasat zamanı gelince de buradan bir kamyon dolusu buğday biçerlermiş.”
BANAGİA CHRYSELEOUSSA KİLİSESİ
Köyün eski meydanının kuzeydoğusunda yer almakta olup Kutsanmış Bakire Meryem Chryseleoussa kilisesi adıyla bilinmektedir. Orijinali M.S XVI. Yüzyıla ait olan bu kilise 1897 yılında restore edilmiştir. Bu tarih ise kilisenin batı cephesindeki dikdörtgen bir korniş içinde yer almaktadır. Eski kiliseden günümüze sadece, mevcut kilisenin kuzey-doğusunda iki payanda, halen görülmekte olan sivri bir kemerin üst kısmı ve bazı duvar kalıntıları gelebilmiştir. Anlatıldığına göre bu kilise bir su pınarının üzerine inşa edilmiştir. Evkaf malı olan bu suyun çok büyük bir havuza aktığı halen anlatılmaktadır. 1936 yılı itibarıyla kilisenin batı kapısının dışında bulunan spiral şekilli yivli iki sütunun St. Stephen harabe kilisesinden getirildiği kaydedilmiştir.
MEVLEVİ KÖYÜ CAMİSİ
Köyü ilk ziyaret ettiğimde anımsadığım kadarıyla her hangi bir camisi yoktu. Yeni olan şimdiki caminin girişindeki levhada, T.C. Yardım Heyeti finansmanıyla 2015 yılında “Mevlevi köyü Camii yaptırma, yaşatma ve güzelleştirme Derneği” tarafından inşa edildiği kaydı bulunmaktadır.
ST. GEORGE OREİATİS MANASTIRI VE ST. GEORGE RİGATOS KİLİSESİ
Mevlevi köyünün yaklaşık 3 mil kuzeydoğusundaki kayalık bir sırtın üzerinde yer alan küçük bir manastır yapısıdır. Eskiden çevredeki Maronitler ile Ortodoksların dini ayin düzenledikleri önemli ziyaret yerlerinden biri olarak bilinmekteydi. Kıbrıs genelinde kutsal sayıldığından hırsızlar tarafından bile soyulmadığı, bu nedenle kapısının hiç kilitlenmediği kayıtlara girmiştir.
Çok eski olduğundan hayli tamir gördüğü anlaşılan bu kilisenin haç tonozlu üst örtüsü tek sıra mermer sütunlarla desteklenmektedir. Güney duvarında fresk izleri dikkati çekmektedir. 1936 yılı itibarıyla kilisenin Bema kısmında Bizans dönemine ait mermer bir sütun başlığı bulunurken, manastırın bahçesinde ise ayni döneme ait sütunlar dağınık bir durumda yer almaktaydı.
Manastırın Bizans ile Lüzinyan dönemlerine ait ilk bilgiler, Sicilyalı Araplara karşı başarısız bir kampanya sürdüren Patrikios Nikitas’ın M.S 971 yılında kaleme aldığı el yazmalarına dayanmaktadır. Halen Paris Milli Arşivde korunan bu belgelerden, manastır ile kilisenin M.S 971 yılında var olduğu ve Kıbrıs’ın en eski manastır yapıları arasında yer aldığı bilgileri edinilmektedir. Franc Bustron ise 1533 yılında manastırın Venedik dönemine ilişkin durumundan söz etmiştir.
Manastırın tarihi geçmişinden detaylı olarak ilk söz eden, 1736 yılında Kıbrıs’a gelen ve 10 gün süreyle manastırda konuk olarak kalan Rus keşişi Vasily Barsky olmuştur. Manastır o sırada Kudüs’teki Kutsal Mezarın bir çiftliği (medoşu) olmasının yanı sıra, sorumlusu da Barsky’in daha önce Kudüs’te karşılaşıp tanıştığı Oikonomos idi. 1585 yılında Sultan Murat III’ün manastırların Kıbrıs Kilisesine satılması ve satın alınması emri üzerine bu kiliselerin bir kısmı Kıbrıs Kilisesi tarafından satın alınırken, bir kısmı ise zengin Ortodoks Hristiyanlar tarafından satın alındıktan sonra ya Kıbrıs Kilisesine, ya Kudüs Patriğine, ya da Sina Dağı St. Catherina Manastırına hediye edilmişlerdir. Bu nedenle Bizans, Frenk ve Venedik dönemlerinde, Manastır ile kiliseler bağımsızlıkları ile özerkliklerini korurlarken, Osmanlı döneminde bazı manastırlar Kudüs Patriği ile Sina Dağı St. Catherine Manastırı’nın yetki alanlarına girmişlerdir.
Vasily Barsky sadece St. George Rigatis (Oreiatis) Manastırının detaylı anlatmakla kalmamış, detaylı bir çizimini de yapmıştır. O sırada manastırda yan yana iki kilise vardı. Yıkılmak üzere olan en eski kilise tonozlu, tek sahınlı ve fresksizdi. Basit olan diğer kilise ise 4 sütunlu, haç kubbeli, narteksli (verandalı) ve iç kısmı ise yerden tavana kadar fresklerle süslenmiş durumdaydı. Tahminen 21(28)X14 ayak ebadında olan kilisenin tavanını destekleyen mermer sütunlar yaklaşık 3 metre boyundaydı. Ancak bu iki kilise M.S XIX. Yüzyılın sonları veya M.S XX. Yüzyılın başında çöktüklerinden yerlerine şimdiki kilise inşa edilmiştir. Manastır kilisesinin güneybatı iç duvarında Kathareousa diye bilinen resmi Yunan dilinde yazılmış 1955 tarihli kitabede şu bilgiler yer almaktadır: “Kralcı Ayios Georgios kutsal kilisesi, görkemli Kudüs Patriği birinci Timotheos zamanına rastlayan 1955 yılında İsparta başrahibi Archimandrite Onofrios Mustaki tarafından yenilendi.”
ST. GEORGE OREİATİS MANASTIRININ SU PINARI VE HAVUZU
Manastırın güneybatısındaki vadinin içinde suyu hiç tükenmeyen kutsal bir pınar, vadinin daha aşağısında ise bir su havuzu bulunmaktadır. Kiliseyi ziyaret edenlerin bu pınardan su içmeleri adettendi. Bir zamanlar pınar ile manastır arasındaki bir yeraltı tüneli aracılığıyla ulaşılan bir yeraltı kilisesi bulunduğunu da bu bölgede oturan Maro Emmanuel’den öğrenmiştim. Ancak havalar yağışlı geçtiğinden oraya birlikte gidip tünelin yerini belirlemem mümkün olmamıştır.
GİRİŞLERİNDE MENHİRLER BULUNAN MEZARLAR
St. George Oreiatis Manastırı’nın gerisindeki platoda çok büyük bir alana yayılmış olan antik bir mezarlık bulunmaktadır. Bu mezarların geç Geometrik ve erken Klasik devre ait olduğu belirlemesinde bulunulmuştur. Ancak araziyi ziyaretimiz sırasında inceleme olanağı bulduğum seramik kırıklarına dayanarak bu mezarların Geç Tunç ile erken Geometrik devirlere ait olmaları da olası görülmektedir. 1936 yılı itibarıyla bölgeyi ziyaret eden Rupert Gunnis, mezarların tamamının soyulmuş olduğunu kaydetmiştir. En önemlisi ise bazı mezarların yollarının üst başlarında, Kıbrıs’a yaygın olarak görülmeyen menhir şeklinde çok iri dikili taşların bulunmasıdır. Bunların Menhir mi, yoksa Menhirlerden oluşan Kromlek mi oldukları arazideki taşların mesafe ölçümleri yapılmadığından tam olarak belirlenebilmiş değildir. Mezar odalarının tünel gibi uzun olduğu saptamasında bulunulmuştur. Kıbrıs’ta yaygın olarak görülmeyen mezarların üst başlarında dikili olan megalitik mezar taşlarının bir benzeri, 1889 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden Hogarth tarafından Davlos (Kaplıca) ile Flamudi (Mersinlik) arasında da saptanarak bilim dünyasına tanıtılmıştır. Genellikle İngiltere ile Fransa’da yaygın olarak görülen bu mezar taşları Edirne bölgesi Lala Paşa İlçesi’nde de bulunmuş olup M.Ö 2000’li yılların sonları ile M.Ö 1000’li yılların başlarına tarihlendirilmişlerdir. Bu tür soyulmamış bir mezarın Kyra’da da saptanması halinde, Kıbrıs’taki bu tür mezarların da kesin tarihlendirilmeleri mümkün olabilecektir.
Bu mezarlık alanının güneyinde bazı ortaçağ binalarının kalıntıları bulunduğu kayıtlara girmiştir. Bu kalıntılar köylüler tarafından “Kralın Kalesi” olarak bilinmesinin yanı sıra, bir gözetleme kulesi veya bir sığınak olabileceği tahmininde de bulunulmuştur. Ancak bu bölgede kısa bir süre kalmış olduğumdan, Rum köylüler tarafından bilinen bu yeri saptamamın mümkün olmadığını belirterek bu haftaki yazımı da sonlandırmış olayım.