MEYDANLAR YAPALIM

Onur Olguner

Meydanlar insanlık tarihinde her zaman kültürün, fikirlerin ve birlikte yaşamın dışa vurumu olmuştur. Antik Çağ’ın Atina’sında, Agora pek çok felsefenin, sanatın ve politikanın doğmasına vesile olmuşken, Paris’teki Concorde Meydanı ise Fransız Devrimi’nin ana sahnesi olarak görev görmüştü.

Meydanların tarihimize ve demokrasimize etkileri bu kadar büyük iken, kültürümüz ile ilgili bağlantısı ise azımsanamayacak derecededir. Kültür ile meydan bağlantısı üzerine düşünceler benim için yıllar önce Bratislava’da yaşadığım bir anı ile eşleşir.

Eskiden Sovyetler Birliği’ne, şimdi ise Avrupa Birliği’ne bağlı olan bu şehirdeki kültür, yarım saat ötesindeki Viyana’dan bambaşkadır. Bir seri yerel bira üreten bar Námestie Nežnej Revolúcie Meydanı’nı çevreler. Bu barların içeri oturma mekanları yoktur. İçecek alınırken bardağa depozit ödenir ve dışarıda sabit olan ortak masa ve sandalyelere oturulur.

Kamusal alanı paylaşırken Slovakyalılar birbirine saygılıdır. Sovyetler Birliği Kültürü’nden gelen bu halk meydanın kamusallığını sınamak yerine harmoniyi tercih eder. Bu yaklaşım aslında yıllar boyunca komün yaşama kültürüne alışmış bir toplumun dışavurumudur.

Bizim ülkemizdeki benzer nitelikte meydanları paylaşımımız toplumumuzun geçmişi ve mevcut sosyolojik durumunu ortaya koyar. Ülkemizdeki meydanlar adeta pastanın kesilerek paylaşılmasını andıran bir yöntem ile çok net sınırlar çekilerek bölünür.

Toplumumuzdaki birlikte yaşam ve paylaşma konularındaki eksikliği meydanlarımız adeta ortaya koyar. Kamusal bile olsa bölünmelidir. “Bizim” olan bozulmalı, “bana ait” olan yaratılmalıdır.

Aslında bu hem toplumsal hem de yönetsel bir eğilimdir. Toplumlar eğer “ben” yerine “biz” olmayı başaramaz ise, bir araya gelip yöneticilerden “biz” adına hizmet talep edemezler.

Yapılan talepler “bize toplu taşıma yap”, “bize sağlık hizmeti ver” veya “bize ekonomiyi düzelt” çizgisinde değildir. Bunlar yerine yapılan taleplerde “ben” öne çıkar: “Beni işe al”, “benim işimi hallet” veya “Bana makam ver”.

Bizlere daha çocukluğumuzdan itibaren verilen alışkanlık da tam olarak budur:

Daha ilk yolculuğumuzu yapacağımız zaman, toplu taşıma eksikliği ile başlar bu durum. Toplu taşımayı talep etmeyiz ama benzin fiyatlarının sübvanse edilmesini talep ederiz. Toplumun geneline bir toplu taşıma yapılması yerine, tek tek hepimize benzin ödeneği yapılması bizlere hep normal gelmiştir.

Ardından konut yapılarımızı ele alabiliriz. Apartmanlar biz Kıbrıslı Türkler’in birlikte yaşam konusunda on yıllardır başarısız olduğumuz bir deneydir.

Bu sebeple apartman dairesinde yaşayan insanların çoğunluğu bir an önce ortak bina kullanmaktan kurtulmak ve kendine ait bir müstakil konuta geçmek için plan yapar. Ekonomik durumuna göre bu planda başarılı veya başarısız olurlar.

Bu konunun tek istisnası İskele Bölgesi’ndeki yabancı yatırımcıların başlattığı konut tipleridir. Kendi ülkemizde bizler kendi yönettiğimiz apartmanlarda zulüm çekerken, İskele’de farklı kültürlerin diktesi sayesinde nitelikli apartman yaşantısına ulaşabilmemiz adeta manidardır. Üzerine düşünme kaldırır.

Yeniden konumuza döncek olursak, birlikte yaşama konusundaki başarısızlığımızın sebepleri ve sonuçları meydanlarda gizlidir.

Meydanlarda bile hayali bölmeler çizmeyi, ortak olanı bölmeyi, aramızda bölüşmeyi ve izole kalmayı tercih ediyoruz. Bu da doğrudan meydan okuyabilme becerimizi sakatlıyor.

Çünkü meydanlar aslında ayrı bireylerin bir araya gelebilmesinden oluşan birlikteliği temsil ediyor. Bu birliktelikle yapılan meydan okumalar mutlaka ses getiriyor.

Bu sebeptendir ki baskıcı toplumlarda meydanlar çok tercih edilmez. İnsanların bir araya gelip idareye karşı organize olabilmeleri için olanak tanınması tercih edilir bir imkan değildir.

Kendi ülkemize dönecek olursak, şehirlerimizdeki meydanların çok büyük bir kısmının 1974 öncesinde yapıldığını gözlemleyebiliriz. Ülkemizdeki yönetimler şehirlerin içerisine yerleştirilecek bu soluk alanlarını pek de önemsemez. Bu konudaki isteksizliğin baskıcı toplumlardaki nedenlerle paralel olup olmadığını bilemeyiz belki, fakat ortaya çıkan sonuç yine de aynıdır.

Toplu taşıma, toplu olarak yaşayabilme ve meydanları paylaşma gibi öğelerin eksikliğinde toplumumuzun harmonisi zayıflamış ve bir araya gelme gücü azalmıştır. Bu zayıflamadan en büyük zararı görecek olanlar şüphesiz ki toplumun yine kendisi olacaktır.

Kasım ayı içerisinde Mimarlar Odası Yayın Kurulu’nun değerli emekleri sonucunda yayınlanan MİMARCA 97 sayısı tam da bu nedenleMEYDAN OKUMAYI gündeme taşıyor. Meydan okumayı mimarca ele alan bu yayın, önceki 96 Mimarlar Odası yayınında olduğu gibi bizleri hayatın içine mimarca bir bakış açısı ile bakmaya teşvik ediyor.

Meydanlara ve meydan okumaya bir de mimar gözüyle bakmak isteyen herkes bu yayınını Mimarlar Odası web sayfasından dijital olarak veya ay sonunda basımını ücretsiz odamızdan alarak edinebilir.

Meydanlarda, birliktelikle buluşmak üzere,

İyi pazarlar dilerim.